15/01/2025 | Yazar: Ali Bulunmaz
Beyaz ABD’liler tarafından ve LGBTİ+’ları yok sayanlarca düşmanlaştırılan Baldwin, 1987’deki ölümüne dek yaşadığı Avrupa’da ırk ayrımcılığına ve homofobiye karşı mücadelenin önemli bir ismi hâline gelmişti. Yazdığı kitaplar ise bu mücadelenin birer kaydı ve mirasıydı.

Harlem’de doğup büyüyen, ABD’deki ırk ayrımcılığından mustarip olan ve “Amerikan Rüyası”nda yeri bulunmayan eşcinselliği nedeniyle 1950’lerde ülkeyi terk edip Fransa’ya giden James Baldwin; yersiz-yurtsuzluğu şiddetli biçimde hissederken ilkgençlik yıllarında ailesinden kopuşuna benzer biçimde memleketinden de uzaklaşıyor.
Beyaz ABD’liler tarafından ve LGBTİ+’ları yok sayanlarca düşmanlaştırılan Baldwin, 1987’deki ölümüne dek yaşadığı Avrupa’da ırk ayrımcılığına ve homofobiye karşı mücadelenin önemli bir ismi hâline gelmişti. Yazdığı kitaplar ise bu mücadelenin birer kaydı ve mirasıydı. Bundan Sonrası Ateş, Bir Başka Ülke, Giovanni’nin Odası, Sokağın Dili Olsa, Ben Senin Zencin Değilim ve Bir Vatan Evladının Notları’nda bir isyana imza atmıştı: Dünyanın beyaz ve siyah, köle ve efendi diye ayrılmasına başkaldıran yazar, özgürlüğün de bir grubun tekelinde olmaması gerektiğini söylemişti ısrarla. Harlem’deki ayrımcılıkla ve ABD’nin geneline yayılan homofobiyle mücadelenin yansımasıydı onun kitapları. Siyah bir eşcinsel olmanın güçlüklerini, özellikle de 1940’larda ve 1950’lerde kendisine yaşattıklarını kurmaca hâline getiren Baldwin, milliyetçilere ve ahlak kisvesi altında yaratılan ötekileştirmeye karşı sesini yükseltmişti.
Bugün yüzüncü yaşını kutladığımız Baldwin’in mücadelesini ve isyanını ortaya koyduğu kitaplardan biri de Ne Zaman Gitti Tren[1]. Kahramanının siyah ve biseksüel bir tiyatro oyuncusu Leo Proudhammer olduğu romanda yazar, çeşitli engellerle ve ayrımcılıkla baş etmeye uğraşırken “beyaz ABD’de” ayakta kalmaya ve benliğini yitirmemeye çalışan bir insanla buluşturuyor bizi.
Rolünden ayırt edilemeyen aktör
Baldwin’in yaşamından izler taşıyan romanda, başkarakter Leo’nun da yazarla benzer tarafları var: Yoksul bir ailenin evladı olarak doğup gerilimli bir çevrede büyürken umut ve umutsuzluk arasında gidip gelmesi, siyah bir eşcinsel olması, kırılgan yapısı ve sanatçılığı hikâyeyi tanıdık kılıyor. Peki, Baldwin kurmacayı nerede başlatıyor? Leo’nun en dipten gelip zirveye çıkışıyla baş gösteren sorunlar ve bu süreçte ödediği bedeller, yazarın kurmacaya hayat verdiği noktalar.
Bir oyun sırasında geçirdiği kalp krizi, Leo’nun aile hikâyesine; kardeşiyle ve ebeveynleriyle ilişkisine dönüp bakması için bir işaret fişeği oluyor. Bu süreçte fark ettiği bir şey var: “Gururum hastalığım hâline geldi. Kendi inşa ettiğim kalenin içine hapsolduğumu gördüm. Bir gün geldi sessizliğimi bozmak istedim ve konuşamadığımı fark ettim: Aktör artık rolünden ayırt edilemiyordu.” Böylece kendisini “ev zencisine” dönüştüren, ardından evden çıkışına dek uzanan duygusal, ikilemlerin ve küçük mutlulukların bulunduğu süreci hatırlayıp anlatan Leo’yla yüzleşiyoruz. Bu anlatıya, küçük yaşlardan itibaren karşılaştığı siyah-beyaz ayrımı da beyazların tahakkümü de dâhil. Dahası, gerçeklik ve mesleğinin gerektirdiği kurmaca arasındaki salınım da söz konusu anlatımın, hatta hesaplaşmanın bir parçası; sahnedeki özgürlük bir tarafa, sokakta karşılaştığı şiddet ve homofobiye varan “eleştiriler”, Leo’nun zaman zaman zihnini bulandırırken bir öfkeyi tetikliyor: “Kendi gardiyanım hâline gelir ve sağlam kapıları kilitleyen anahtarı kendim çevirirsem kurtuluşumu nasıl umut edebilir, hak edebilirdim? Ama öfkem oradaydı, oradaydı, uyuyor gibi yapıyordu ama hiç uyumuyordu, bir tüyün hafif dokunuşu bile onun feryat edip kükreyerek ortaya çıkması için yeterliydi. Görüntüsü yoktu, ölçüsü yoktu, hassasiyeti ve adaleti yoktu ama yine de sahibimdi.”
Yabancı ve metafor ‘zenci’
Leo’nun düşündüğü ve kendine dert ettiği mesele, başta ABD olmak üzere siyahları beyazlardan, LGBTİ+’ları eşcinsel olmayanlardan ayıran görünmez sınırların yarattığı kısıtlayıcılık ve şiddet… Böyle bir ortamda Leo, hem var olmaya ve sanatını sürdürmeye hem de kimliğini inşa etmeye uğraşırken etraftan gelen sesleri sorguluyor: “İnsan daima şunu hissediyordu; belki de haklılar. Belki de gerçekten bir zenciden başka bir şey değilsin ve yaşadığın hayat ya da sana yaşattıkları hayat, hak ettiğin tek hayat.”
Baldwin, Leo’yu tıpkı kendisi gibi haksızlıklar ve incelikler üzerine düşünen biri olarak kurgulamış. Hikâye de bu minvalde büyüyor. Sahnede zirveye çıkan Leo, yaşamında karşılaştığı kabalıklar yüzünden bazen tökezliyor, ikilemlere düşüp hüzünleniyor. Kimi anlarda da karıştığı sokaktaki öfkeyle beraber sürüklendiğini duyumsayıp “gün ışığını ve barışmayı umut ederek” yaşamaya çabalıyor.
Baldwin, Leo’nun çıktığı sahne ile yaşadığı sahne arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları politik, sosyal ve ahlaki gerilimler üzerinden romanlaştırırken zenciliği, hem siyah hem de eşcinsel olma babında, yerleşik düzendeki yabancılık manasına gelecek şekilde kullanıyor. Diğer bir ifadeyle “zenci” diyerek hem bir gerçeğe atıf yapıyor hem de metaforik bir anlatıma yöneliyor. Böylece Leo özelinde ve onun aracılığıyla ABD’de siyah bir sanatçı ve eşcinsel olmanın güçlüklerini, kendi yaşadıklarını da satır aralarına katarak hikâyeleştiriyor.
Kaos GL Dergisine ulaşın
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi'nin Uluslararası Ahval-2 dosya konulu 198. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
[1] Ne Zaman Gitti Tren, James Baldwin, Çeviren: Dilek Cenkçiler, Yapı Kredi Yayınları, 362 s.
Etiketler: kültür sanat, yaşam, tarihimizden