12/10/2010 | Yazar: Selçuk Candansayar

Geçen hafta BirGün’e kızanların birkaç grupta toplanabileceğini yazmıştım.

Geçen hafta BirGün’e kızanların birkaç grupta toplanabileceğini yazmıştım. En önemli grubun kendi hayatlarıyla ilgili hayal kırıklığı yaşayanlar olduğunu söyleyerek başlayayım.

12 Eylül 1980 darbesine giden Türkiye’nin yetmişli yıllarını genç olarak yaşayanların büyük hayalleri ve büyük umutları vardı. Türkiye yetmişli yıllar boyunca sanıldığı ya da bu gün dayatıldığı gibi bir ‘kör dövüşü’, ‘kardeş kavgası’ içinde değildi. İnsanlar kendi hayatlarını nasıl yaşamak istediklerine dair politik bir fikre sahip olmaya başlamışlar ve bu fikirlerini politik eylemliliğe dönüştürme yoluna girmişlerdi.

Bir yanda giderek güçlenen işçi sendikalarında yoğunlaşan işçi sınıfı; TÖBDER gibi örgütlerde bir araya gelen öğretmenlerin itici gücü ve üniversitelerde başlayan gençlik eylemleri toplumu ve düzeni baştan aşağıya değiştirme yolunda önemli bir ivme kazanmış durumdaydı. Tek başına Fatsa bile bir imkan olarak devrimin gücünün kanıtıdır.

Darbe sonrası ortalığın bir anda süt liman olduğu palavrası da 12 Eylül öncesini ‘basit ve etkisiz bir gençlik anarşisi’ olarak yutturmaya çalışanların söyleminden öte bir anlam taşımamaktadır. Çok sayıda devrimci örgütün seksenlerin ortalarına kadar dağlarda öyle ya da böyle eylemlerinin sürmesi, bir kısmının hala dağlarda olması bir yana, başlangıçta sosyalist olduğu iddiasındaki PKK eylemlerinin bile daha 1984 yılında başlamış olması bu palavrayı açığa çıkarır.

İkincileyin, 12 Eylül  faşizminin zulmünün dehşetini hafifsemek anlamına da gelir seksen öncesini küçümsemek. Topluma öyle vahşi bir terör uygulanmıştır ki, bu günün 12 Eylül karşıtı sahte kahramanlarının o dönem yapıp ettiklerini, yazıp çizdiklerini okuyanlar o yılların korku kültürünü hemen fark edebilirler.

Neden hepi topu altı bin satan BirGün’e bu kadar kızıldığını anlamanın bir yolu ilk sayısı 1 Mayıs 1977 tarihinde yayımlanan Devrimci Yol dergisinin tirajının 150 bine çıkmış olduğunu hatırlamaktan geçer. Günlük Demokrat gazetesinin sadece Ankara’daki tirajı 25 bini aşmış, tüm sıkıyönetim yasaklarına rağmen Türkiye tirajı 75 bine ulaşmıştı. Bir de bu iki örneğe diğer sosyalist gazetelerin, dergilerin tirajlarını eklerseniz, Türkiye’de 1980’lere gelindiğinde her gün neredeyse 200 bin sosyalist gazete, dergi basıldığını ve her yayını üç kişinin okuduğunu kabul etseniz 500 bini aşkın insanın bu yayınları okuduğunu bulursunuz.

Bu insanların gelecekle ilgili büyük hayalleri ve umutları vardı. Daha eşit, daha güzel, daha adil bir dünyada yaşayacaklarına inançları tamdı. Hayatlarının en güzel zamanıydı yaşadıkları.

Sonra kırıldılar.

Sözcüğün bütün anlamlarıyla.

Sayıca kırıldılar, bedenleri kırılıp ezildi en çok da ruhları.

Ama en çok hayalleri kırılıp un ufak edildi; parçalandılar.

Geçen yıl Akdeniz kıyısında bir yerde ellili yaşlarının başlarındaki iki kadın arkadaşın bütün gece boyunca BirGün’e yönelik kızgın eleştirilerini dinlerken, birden kızdıklarının yalnızca BirGün değil, BirGün’ün inatla sosyalizmi, devrimciliği savunması olduğunu fark ettim. İkisi de başarılı ve ‘sol görüşlü’ akademisyenlerdi. Gecenin sonuna doğru onlara “hayatınızın en güzel yılları ne zamandı?” diye sordum. Hemen yanıtladılar, “Darbeden önceki o birkaç yıl”; sosyalist ve devrimci olarak yaşamanın, okumanın, paylaşmanın, dayanışmanın, eylemenin coşkusu, inancı. Sonra ikisi de “bir daha olsa yine öyle yaşardık” diye devam ettiler.

O zaman onların BirGün’e neden bu kadar kızdıklarını, inatla satın almadıklarını ama internetten ya da diğer gazetelerden BirGün’ü nasıl merakla takip ettiklerini ve gazetenin en küçük bir hatasında nasıl  öfkelendiklerini anladım.

BirGün,  o güzelim inançlı çocuklara kırılan hayallerini hatırlatıyordu. BirGün onları bir  devrim imkanına  çağırıyor sanıyorlardı. Çağrısını duyamayacak denli yorgun hissediyorlardı kendilerini ve yine kırılıp dökülmek, kıyılmak istemiyorlardı. Bu yüzden de BirGün’e zaman zaman hata yapan sosyalist bir gazeteden daha öte bir anlam yüklüyorlardı. BirGün onlara bir imkan olarak devrimciliği ve hayatlarının en güzel yıllarını hatırlatıyordu. Onlarsa hatırlamak istememekle, inanmak ve hayal kurmanın coşkusu arasında takılıp kalmışlardı.
Etiketler: yaşam, siyaset
nefret