10/11/2011 | Yazar:

Yüksekte otur, tepeden bak: Her yer depremde yerle bir olurken, sen can güvenliğinin tadını çıkaracaksın.

İfade çelişkili gibi görünebilir ama rezidans mimarlığı büyük bir hayalgücünün mimarlığı olarak pazarlandığı ölçüde, yüksek çoğunlukla hayalgücünün minimumda iş gördüğü bir tasarım etkinliğinin adı olmaktan kurtulamıyor. Gecekondu meselesinin gündemden düşmesiyle beraber hızla yükselişe geçen ve egemen iktidar sermayesinin rengine bürünen yeni konut mimarlığı, yaratmaya hazırlandığı bir üst sınıfa mı, yoksa kültürel açıdan tek-sınıflılığa mı atıyor radye temellerini? Görünen o ki, rezidans mimarlığı denebilecek bir biçemden veya kategoriden söz etmek mümkün görünmese de, içinde bulunduğumuz mekân siyasasında (ya da siyasetin üretmekte olduğu mekânda) prim yapan birkaç yalınkat değer üzerine milyonlarca metrekarelik yapısal gerçeklik bina edilmekte. 

Rezidansların kapalı toplumsallık düşünün uzantısında steril hayatlar vaat ettiği herkesin bir süredir malumu olmakla beraber, bu steril hayat düşleminin kime nereye kadar yetebileceği, ülkenin veya metropolün sorunlarının bu alanın dışında bırakılıp bırakılamayacağı elbette hayati sorular. Çünkü rezidanslar yalnızca fiziksel koşulların üst düzeyde çözüme ulaştırılmasıyla ilgili değil; belki bundan da fazla, psiko-ekonomik motivasyonlarla bezenen bir hayalin de üreticisi gibi iş görüyor. Zaten tüketici ile tasarımcının bağının koptuğu nokta buraya denk geliyor. Çünkü rezidansların kullandığı mimarlık dili, mekân üretme kapasitesi ve kalitesi, bu türden beklentilerin en azından mimari bir karşılığı olamayacak kadar düşük standartlara sahip. Yirminci yüzyılın ilk yarısından sonra terk edilmiş sosyal konut prensiplerinin, sanki yeni bir şeymiş gibi piyasaya sürülebildiği bir muhafazakâr üst-orta sınıf ütopyası kurulmaya çalışıldığı görülüyor. Sosyal ortaklaşalığı birkaç asgari kişisel lükse, birkaç düşük maliyetli ama göz boyayıcı tatilci efektine indirgeyen bu yeni hayat amentüleri, sundukları hayalin inandırıcı olup olmamasıyla değil, satın alınabilir oluşlarındaki hakikilikle dolaşımda olmalarını meşrulaştırıyorlar. Deyim yerindeyse, onlara kimse inanmasa da, satın alınabilir oluşları, yükselecek fiyatları ve üretilmeye devam edecek oluşları nedeniyle tüketiliyorlar. Yükselen fiyat sarmalında sıranın çepere gelmiş olması, dinmeyen inşaat iştihasına sonsuz bir sığa kazandırmakta. Ama söz konusu sığanın mimari anlamda bir nitelik yükselmesine tekabül etmesini beklemek boşuna. Rezidans reklamlarının biteviye vaat ettiği yükselme düşlerine karşılık gelecek bir mimari tasarım gücünün devrede olduğunu söylemek imkânsız. Çünkü radikal bir tasarım, kendinden başlayarak nesnesini, müşterisini ve içinde yer aldığı rezidans piyasasının dilini tehlikeye sokacak güce de sahip olacağından, sistemin bu tür girişimlerden kaçınacağını ve kaçınılmasını teşvik edeceğini tahmin edebiliriz. Radikallik ne kelime, gerçek anlamda hiçbir tasarımsal niteliği kaldıramayacak denli sorunsuz, çünkü satış garantili olmaları gerekiyor. Niteliksizlik burada asgari koşul haline geliyor, ne yaparsan yap ama asla farklılaştırıcı bir nitelik üretme. Bunun dışında her şeyi yapabilirsin, zaten bu da mimarlık anlamında hiçbir şey yapılamayacağı anlamına geliyor. Kısacası reklam ve iletişim, teknoloji kullanımı, azami güvenliğin lüks gibi pazarlanması, bireyin özgürlüğüne ket vuran her türden gözetleyici mekanizmanın bu özlenen tek-sınıflılığın gerek-şartı gibi sunulması, temassızlığın kutsanması, sosyal darwinizme açılmış kapıların menteşelerinin yağlanması, ebedi bir sessizlik ve yükselme vaadi. Gerçekte rezidans mimarlığıyla ikinci konut mimarlığının gelişkin biçimleri arasında fazla bir fark da yok. Çünkü Yalıkavak’ta bir sitede deniz gören bir yamaç villasına sahip olmakla Ataşehir’de yeni yapılan bir rezidansta 1+1’e sahip olmak arasında uzun boylu fark yok. Her ikisinde de, toplumla ve onun iğrençliğiyle bağınızı kesiyorsunuz ya da size öyle geliyor. Yerlilerle, iyi yaşamayı öğrenemeyen eçhellerle, pislikten geçilmeyen çevrelerinde mutlu olanlarla temasınızı kesiyor ama onlarla tehlikeli bir mesafeye gelmekten de kurtulamıyorsunuz. Nitekim tek-sınıflılık talepleri yükseldikçe, iğrençlerin daha uzaklara atılması biraz olsun kolaylaşıyor. Genetik gerilikleriyle siyasal gerilikleri arasındaki kaçınılmaz denklemde yerini alan alt sınıfın iğrençleri, bu evlerin bakım, onarım, tedarik ve benzeri hizmetlerinin sadık köleleri olarak yeniden konumlandırılıyor ve istihdam yoluyla itaatlerini sürdürüyorlar. Rezidans mimarlığı kısacası hümanist yanını burada gösteriyor ve sadakat gösterecek dilsizlere sigortalı-sigortasız yeni angarya/istihdam alanları açıyor.
 
Rezidans tarzı yaşam alanı, kentte kuşkusuz yalnız değil. Biraz önce sözünü ettiğim ikinci konut yapılanması, sterilize tatil köyü olan alternatifi, iş hayatında plaza tipi yapılanma ve bireysel konut sahipliği, kapalı kampüs tarzı eğitim alanları, yine kampüs ile rezidansın birleşimi olan hastane tarzları, sağlıklı yaşam ve spor aktivitelerinin kapalı tarzdaki bütünleşik örgütlenmeleri, kültür ve sanatın kapalı bütünleşik sinema kompleksleri veya müze, galeri ve kütüphane bileşiği biçmininde bir araya getirildiği kültür merkezleri, elbette her tür çeşitlemesiyle alışveriş merkezleri ve mall’larla desteklenen, devamlı birbirine eklemlenerek çoğalan bir dizi kapalı tarzda bina kompleksleriyle tanımlanan yeni kentselliğin zorunlu konut biçimini temsil ediyor. Bunların dışında kalan alanlar ise, düşük güvenlikli, tekinsiz İstanbul’u oluşturduğu için, artan bir biçimde denetlendikleri, gözetlendikleri ve mutenalaştırıldıkları sürece varlıklarına katlanılan yerler statüsünde. Rezidans sakinleri, buralara adeta her adımı bir askeri operasyonu andıran gülünç gündelik pratikleriyle gelip gidiyor ve bu operasyonun aşamalarını ironik bir biçimde kendi sözümona-üst-sınıflıklarının birer alametifarikası gibi ifadelendiriyorlar. Bir zamanlar ayağı yere değmemek gerçeklikten kopmak olarak küçümsenirken, şimdi ayağı yere değmeden kesintisiz bir şekilde yaşamak yeni orta sınıflılığın hayat biçimi olmuşa benziyor. Kuşkusuz tarih de bundan nasibini alıyor ve geçmişin temsillerine ancak yepyeni ve sıfırlanmış oldukları ölçüde bu hayatlar yer açabiliyorlar.
Rezidans mimarlığı, barınmanın silolaşmış altsınıfsal metropolitan gerçekliğine başka bir silolaşmayla üretilmiş son derece sistemsel bir yanıt olma niteliğini de barındırıyor. Yüksekte otur, tepeden bak: Her yer depremde yerle bir olurken, sen can güvenliğinin tadını çıkaracaksın. Rezidansların böyle bir kanlı ütopyaya dönen yüzlerini görmemek ne mümkün: İstanbul’u bekleyen meşum depreme hazırlık işte böyle yapılıyor: Mevcut yapı stoğunun bir bölümünün, içindekilerle beraber ani bir biçimde ortadan kalkmakta olduğu sıralarda, rezidanslardaki sakin yaşam yine aynı sükûnetle devam edecektir kuşkusuz. Elbette buradaki vicdanlı insanlar, kendileri için açık tutulan karayollarından evlerine döndüklerinde, akşam yemeğinin sonuna doğru, gözlerini diktikleri ekrandan bildirilen numaralara cep telefonlarından atacakları mesajlarla, depremde her şeyini yitiren belirsiz sayıdaki insana gönderilecek belirsiz miktardaki paraya çok önemli bir katkıda bulunduklarını düşünebileceklerdir.
 
Rezidans mimarlığı, hayalgücü olmayan mimarlık neyi sermaye yapabilirse onu sermaye edinen, biyo-politik bir mimarlık türü olsa gerek.

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam