16/02/2009 | Yazar: Can Yaman

Uzun zamandır evden dışarı çıkmıyordum. Akşam ezanına kalmadan adımı attığım bir öğle üzeri, yollara düştüm. Bir sömestr yalnızlığına terk edilmiş kent, aslında yanıltıcıydı.

Uzun zamandır evden dışarı çıkmıyordum. Akşam ezanına kalmadan adımı attığım bir öğle üzeri, yollara düştüm. Bir sömestr yalnızlığına terk edilmiş kent, aslında yanıltıcıydı. Hiçbir karne sonrası travma, şölensiz kalmazdı. Bu tekin bir şey değildi. Uzun uzadıya yol aldığım kavaklı geçiş, Beşiktaş’taki İstanbul Adliye’sinden başlıyordu. O yol bu aralar çok arşınlanmıştı. Sallanan kan rengi flamaların gölgesinde kalmıştı.

Ortaköy’e varana dek, karşılaştığım insan halleri şaşırtıcıydı. Durakta küfreden kadın, Atatürk görsellerinin önünde ağlayan adam, yere tüküren çocuk, ürperten bir alacakaranlık kuşağıydı. Bir süre sonra onların birer deli olduğuna kanaat getirdim. Onlar, yol boyunca mihenkleri oluşturan yalnızlardı. Terk edilmiş, aklı karışık insanlardı. Yol aldıkça onlardan başka birilerinin olmadığını fark ettim. Bir an önümü türdeşleri kesti. Korktum. Günün bu saatinde sözleşmişler miydi? Hâlbuki deliler çalışma günlerinde izinliydi. Bizden değildi. Peki, ben niye dışarıdaydım? Beni sokağa iten neydi? O zaman kafama dank etti. Ben de bir deliydim. Sadece unutmuştum.

Her ne kadar otuz sene önceki Amerika’nın bilmem neresindeki konferans sonrası alınan kararla eşcinsellik, hastalık olmaktan çıkarılmışsa da hâlâ bu coğrafyada bir arazdı. Laik öncesi bu topraklarda, alışa gelmiş düzen sürmekteydi. Kimi gey yazarlarımızın kemalizme küfretmesine sakınca, buydu. Çünkü bizim için modernizm kemalistleşmekti. Onu reddetmek ve yerini post modernliğe devretmek için erkendi. Her ülke gelişim sürecinin farklı işlemesi bu ezberi bozmazdı. Bizim ilk önce deli olmamız gerekliydi. Bu bir modernleşme süreciydi. Sonraki süreç bunu reddetmekti. Feodal yokluktan çıkma pahasına deli olma, var olmamaktan iyiydi.

Bunu doğrulayan hadise, Ortaköy caminde nüksetti. Önümde yürüyen iki eşcinsele laf atan satıcı, uygarlaşamamanın eseriydi. Sinagogdan bozma caminin önünde eşcinselleri taciz etmek, akıllı bir insanın işi değildi. Çünkü o da bir deliydi. Antisemitizm rüzgârı, boğaz kıyılarına vururken eşcinselleri es geçmemişti belli. Filistin gerçeği kan ağlarken, Türkiye’deki yel, yön değiştirmeyi bilmişti. 6-7 Eylül olayları unutulmuştu. Daha doğrusu unutturulmuştu. O yüzden malum hükümetin ilk icraatları arasında, ‘Kavgam’ kitabını tekrar basmak vardı. Kitap okunma oranının hissedilir derecede düşük olduğu bir ülkede, ırkçı bir manifestonun ‘best-seller’ olması, düşündürücüydü. Benim için korkutucuydu.

Evet, Musa’nın torunları kan dökmemeliydi. Lakin ülke topraklarına tank satın almak hangi Müslüman oğluna yakışırdı. Erdoğan ikiliği determinizmle açıklanamazdı. Çünkü o tanklar ülkenin terk edilmişlerine mezar olmuştu. Kimilerinin üzerine asit döküldü, kimlerine bok yedirildi. Bu kirli tezgâhın ardında olduğu düşünülen gazeteci patentli çakma haham, bu hadiseleri deşifre etti. Onun bir sorgu sırasında gey olduğunu söylemesi ise kimseyi şaşırtmadı. Daha doğrusu, iddiaların yalanlanmasına zemin oldu. Çünkü kimse bir akıl hastasının sözüne inanmazdı. Gey olduğunu açıklar açıklamaz herkesin diline hasta diye geçen zat, hepimizi bir kez daha ‘doğrulamıştı’.

Bu rahatsızlığı kabullenmek bir vicdan meselesiydi. Reddetmek herkesin hakkıydı. Tabii bedelini ödemek şartıyla. Çoğunluğumuzun teşebbüs etmekte sakınca gördüğü bu cüret, yine birçoğumuzun hastalık teşhisinde karar kılmasına neden olmuştu. Artık hepimiz deliydik. Tükenmiş ve yalnız bir kış masalına terk edilmiştik. Tüm teşhisi konulmuşlarla bir edilmiştik. Ta ki bir sonraki izne kadar. Şimdi sokaklar gene dolmakta. Akıllı insanlar ortalıkta. Bizi uyutan bir uslulukta!


Kaos GL (16/02/2009)


Etiketler: yaşam
nefret