07/05/2021 | Yazar: Hatice Demir

Bir LGBTİ+, 23 Nisan’da kendi fotoğrafını paylaştığı için bir odaya girip ifade veriyor. Odada bulunan herkes durumun anlamsızlığının farkında. Biz anlıyoruz, diyorum. Biz anlıyoruz, siz anlıyorsunuz. Herkes her şeyi gayet iyi anlıyor…

Hepsi geçecek, biz kalacağız… Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Görsel: Gizem Karagöz / KaosGL.org için stok görsel

İnsana hayatta rutinin dışında bir şeyler olduğunu hissettiren bazı küçük sinyaller vardır. Benim için bunlardan biri, olağan zamanda “müsait misin?” diye mesaj atmadan aramayan arkadaşın, hiç yazmadan telefonu uzun uzun çaldırmasıdır.

Telefonun ucunda yaklaşık 10 yıldır tanıdığım, tanıştığımız zaman benim üniversitede onun lisede olduğu, şimdi ikimizin de üniversite zamanlarının üzerinden epeyce vakit geçmiş bir yakınım var. Arada atıştığımız, küstüğümüz, tekrar barıştığımız; birlikte çok gülüp çok ağladığım, benzer bir dünyayı kurmak için yan yana mücadele ettiğim bir arkadaşım, bir LGBTİ+ hak savunucusu dostum… “Polis geldi kapıya, ifade için Vatan’a gitmem gerekiyormuş. Toplantılarım var gelemem, dedim. Zar zor ikna ettim ertesi gün gitmeye” diyor. Öğrenebildin mi, neymiş mesele diyorum. “Bebeklik fotoğrafımı paylaşmıştım, altına da LGBTİ+ çocuklar vardır yazmıştım. Müstehcenlikten soruşturma açılmış” diyor. Şaşırmıyorum doğrusu ama sırtımda bir ürperti geziyor. “1.5-2 yaşındayım Hatice fotoğrafta, ne müstehcenliği, hem de kendi resmim, olabilir mi böyle bir şey?” diyor.

Avukatlar için 21. yüzyıl Türkiye’sinin en zor sorularından biri: Olabilir mi böyle bir şey? Bir hukukçu olarak mevzuatı açıp bakarsanız soruya “olamaz” diye cevap vermeniz çok olası ama biraz gündemi takip ediyorsanız ya da sahadaysanız, hukuk sistemimizin “olmaz olmaz deme hiç, olmaz olmaz sevgilim, zaman neler gösterir, belli olmaz sevgilim” şeklinde özetlenebileceğini bilirsiniz.

Biraz gullüm biraz kadere lanet içeren birkaç telefon görüşmesinden sonra sabah, arkadaşımın başka bir dosyasında avukatlığını yapan bir meslektaşımızla da birlikte, Vatan Emniyet’e gitmeye karar veriyoruz.

İfadeye girmeden kantinde birer kahve sigara içip LGBTİ+ çocuklar vardır meselesi üzerine konuşuyoruz. “LGBTİ+ çocuklar vardır”, 2020’nin sosyal medya kampanyalarından biri. Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Komiserliği tarafından yayımlanan 2 Ekim 2014 tarihli, “LGBTİ Çocukların Güvenliğe ve Eşitliğe Hakkı Var” başlıklı İnsan Hakları Yorumu’na atıfla gerçekleştirilmişti. O dönem hatırlarsınız, birçok LGBTİ+, çocukların da cinsel kimlikleri olduğunu, dolayısıyla cinsel haklarının olduğunu ve bu sebepten zorbalığa maruz bırakılamayacaklarını vurgulamak için 23 Nisan’da başlatılan bu kampanyaya destek vermişti. Peki bu hikaye bizi nasıl Vatan Emniyet’in kapısına getirdi?

Siber suçlar’a gidip kapıdaki polis memuruyla konuşuyoruz. Arkadaşımın (müvekkilimin) adını ve TC kimlik numarasını söylüyoruz. Birkaç arama sonrası “Yok ya buradan kimse, dün bu isimde birinin evine gitmemiş” diye cevap alınca, bir ipucunun olayları aydınlatacağına inanarak “LGBTİ+ meselesi” diyorum. “Heee, tamam bildim bildim” cevabı hiç gecikmiyor, hemen hatırlanıyor.

Uyarımı vermiş olayım: Geliyor gelmekte olan…

Bir polis memuru bizi peşine takıp ifadenin alınacağı birime götürüyor. Bir odadan içeri girmek üzereyiz. Başımı kaldırınca kapıda yazan “Çevrimiçi cinsel istismarla mücadele bürosu” yazısını görüyorum ve hikayenin patlama anı yaşanıyor.

Bir LGBTİ+,

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda

2 yaşındaki bir fotoğrafını

Kendi fotoğrafını

2 yaşındaki bebeklik fotoğrafını

Paylaştığı için

Kapısında “Çevrimiçi cinsel istismarla mücadele bürosu” yazan bir odaya girip ifade veriyor.

Kocaman bir öfke ve utancın ayak parmak uçlarımdan beynime yükseldiğini hissediyorum. Sakin kalmaya çalışıyorum. Kendimi telkin ediyorum “Saçmalama, sen avukatsın, 30 yaşındasın, yanında başka bir meslektaşın ve müvekkilin var, burada hiçbir yere tekme atamazsın, sigara da yakamazsın. Bekle, sakin ol…”

Tabi ki bir CİMER ihbarıyla başlayan, normalde ifade dahi alınmadan soruşturmaya yer olmadığına karar verilmesi gereken bir dosya; eminiz ki sırf içinde LGBTİ+ geçtiği için bu aşamaya gelmiş. Odada bulunan herkes durumun anlamsızlığının farkında. Ben sinirimi kontrol edebilmek için, “Instagram annelerine ya da babalarına da böyle şikayetler oluyor mu?”, “Yakında bebek bezi reklamlarını da yasaklarlar, orda da bebeklerin üstü çıplak oluyor, müstehcenlikse müstehcenlik o zaman” gibi sorular atıyorum ortaya. Muhatabım belirsiz, daha doğrusu muhatabım o odada değil. Olsun… Zaten amaç da bir diyalog başlatmak değil… Arkadaşım “E o zaman bu fotoğrafı çeken annemi de ben ihbar edeyim” diye şaka yapıyor. Omzunun üstünden eğiliyorum: Bence de ihbar edelim annelerimizi, ibne çocuklar doğurdukları için! Diyorum. Gülüyoruz… Sonra odada bulunanlardan biri “Bazen sünnet çocuklarının fotoğraflarını koyan ailelerle ilgili şikayetler geliyor, ama onlar da ifade bile almadan takipsizlik veriliyor, bunda neden böyle oldu ben de anlamadım” diyor. Orada daha fazla tutamıyorum kendimi: Biz anlıyoruz, diyorum. Biz anlıyoruz, siz anlıyorsunuz. Herkes her şeyi gayet iyi anlıyor…

İfademizi verip çıkıyoruz.

Uzun yıllardır LGBTİ+ aktivizmi yapan, bir LGBTİ+ derneğinde çalışan, hukuki danışmanlık veren, yani LGBTİ+’larla ilgili adliyeye yansımış birçok dosyayı bir şekilde duymuş bir avukat olarak, bu defa her zamankinden daha fazla canımı acıttığını hissediyorum. Önce, kendi bebeklik fotoğrafını “LGBTİ+ çocuklar vardır” diye paylaşıp “çocukların kullanıldığı müstehcenlik” suçunu işlediği iddia edilen kişi yakınım olduğu için bu kadar öfkelendim sanıyorum. Sonra fark ediyorum ki, tek bu değil. Bu alanda çalışan birçok meslektaşım gibi ben de şimdiye kadar maalesef birçok dostumun koluna girip karakola, adliyeye gittim. Sadece son birkaç yılda bile; onur yürüyüşleri sonrası, bayram sokak baskını sonrası, Boğaziçi hedef göstermeleri sonrası… Saysam eksik kalır…

Ama bu kez, varoluşumuzun doğrudan bir utanca mal edildiğini fark etmek içimi eziyor.

Son niyetine;

Bu dosya elbette ki maruz bırakıldığımız birçok suçlama gibi hukuk dünyasında bir utanç vesikası olarak yerini alacak. Bizler, bazen çok öfkelensek ve yılgınlığa kapılsak da mücadele etmeye devam edeceğiz.  Çünkü biz haklıyız, bu yüzden başka bir ihtimal yok, biz kazanacağız.

Ben bu yazıyı birkaç sene sonra bulup okuduğumda “ah ne zor günlerdi, ama geçti…” demek için buraya bırakıyorum. Okuru da gönülden hissetsin, hepsi geçecek, biz kalacağız…

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları
nefret