29/12/2008 | Yazar: Can Yaman

‘Önümüzdeki günlerde gey olmak, daha fazla muhalif olmayı gerektirecekti. Dünya ceremesini, yine bizden çıkaracaktı.

‘Önümüzdeki günlerde gey olmak, daha fazla muhalif olmayı gerektirecekti. Dünya ceremesini, yine bizden çıkaracaktı. Yaylım ateşine tutulmuş travestiler, kamusal alanı paylaşamadıkları türbanlı kardeşleriyle top oynamayacaktı, gene. Düzenin yanlılığı bir oya bin bedel ödeme çokluğunda faiz, işsizlik ve açlık olarak dönecekti. Ve o zaman hepimiz sokağa döküleceğiz. Hak ettiğimizi almak ve ona sahip çıkmak adına. Yoksa Yunanistan sadece bir yansıma. Astarı, 2006 Paris’inin alevli sokaklarında.’

Bütün gününü evde geçiren biri olarak tv vazgeçilmez benim için. Belki bu sene beklentimin en fazla olduğu yer, onu terk etme noktası olacak. Zaten büyük umutları olan mütevazı birisiyim. Sadece neyi nereye koyacağımı bilemiyorum. Kendimi aradığım ama sürekli karşıtlarımla yan yana geldiğim bu hayatta, merkezkaç hesabı bir kuantum sıçrama yaşamak kaçınılmazlaşıyor adeta. Rock Hudson’ın Doris Day’le rol aldığı ‘Yastık Sohbeti’ filmini izlemek, işte bunu hissettirmişti bana. Ne de olsa gey taklidi yapan hetero bir erkeği canlandırıyordu. Kendi kimliğine ters, fakat kendiyle uğraşmayı seven muzip bir çocuk misali dalga geçiyordu hepimizle. O dalgacılığı daha sonraları ona pahalıya mal oldu. Böylece bir tv güncesi daha sona erdi. Seni özlüyoruz Rock!

Günlük ekmekleri aldığım fırında da aynı şaşkınlık vardı. Fırıncının, her müşteriye sanki bir marifetmiş gibi sunduğu yeni alınan ekmek dilimleme makinesini önermek, onun için bir sevinç kaynağıydı. O yüzün bir icatla gülmesi, ona hammadde sağlayan hazinenin sonlanmasında nasıl belirecek, merak ediyorum doğrusu. Hâlbuki düne kadar ekmek çeşidi denince hamuru beyaz olandan başka tür tanımayanlar için, arzulu fakat eksik kalmış bir duruştu. Lakin o da ileri teknolojiyle gelişmenin ama hep aynı yerde kalmanın ikilemini yaşıyordu. Müşteriye yarı çapkın yarı baygın bakarak soluk alıyordu.

Belki o yüzden önümüzdeki günlerde gey olmak, daha fazla muhalif olmayı gerektirecekti. Dünya ceremesini, yine bizden çıkaracaktı. Yaylım ateşine tutulmuş travestiler, kamusal alanı paylaşamadıkları türbanlı kardeşleriyle top oynamayacaktı, gene. Düzenin yanlılığı bir oya bin bedel ödeme çokluğunda faiz, işsizlik ve açlık olarak dönecekti. Ve o zaman hepimiz sokağa döküleceğiz. Hak ettiğimizi almak ve ona sahip çıkmak adına. Yoksa Yunanistan sadece bir yansıma. Astarı, 2006 Paris’inin alevli sokaklarında.

Sanki birileri bir şeyi fitillemiş. Pimini çekmişti. Yükselen belli ki yeni bir şeydi. Ya da her zaman beklediğimiz bir şeydi? Şişirilmiş erkeklik gibi piyasa da çökmeyi bilmişti. Bunun için şu kendi kendime şu kararı aldım: Otuzuma bir kala, çağlayana sürüklenen kütük gibi yarı ömrümü hızlı ve coşkun yaşamalıyım. Sona vardığımda akan kaynaktan çıkmış su kadar saf ve şeffaf kalmalıyım.

İşte korkuyu elbise gibi üzerime giydiğim şu son dört yıl hep bunları düşündüm. Sabrımı ve algımı test ettim. Ama bir türlü bunu yaşama geçiremedim. Çünkü ciddiyet bir daha geri getiremeyeceğim tek şeydi. Bunu geçenlerde kitap okurken keşfettim. Aynı ana tekabül eden bir Tilbe şarkısına kulak kabartırken fark ettim. Ekranın ‘ful’ gey hayranlarla dolu oluşu, bu algıyı doğrulayan bir kanıttı. Wilde’ın da dediği gibi ciddiyet, sığlığın tek sığınaydı. Bir yılbaşı gecesi dünya, gene gülmekten kırılacaktı. Sanırım sonu da başlangıcı gibi olacaktı. Milyon yılın yükü ancak bu şekilde atılırdı. Bu bir diyalektikti. Didaktik ve muzipti.

Nice mutlu senelere!

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret