01/06/2020 | Yazar: Barış Ozan Kaya

Mesele kimsenin tek elinde değil ve tam da bu nedenle “HIV, hepimizi ilgilendirir!” diyebilmeliyiz.

“HIV, hepimizi ilgilendirir!” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bu yazıyı sizlere 'HIV & AIDS neye denir?', 'Kaç gün sonra kaç yüz kere test yaptırırsam %110 HIV NEGATİF çıkarım?', 'Öpüştüm, sürtündüm HIV olur muyum?' gibi sorularınıza ve kaygılarınıza cevap olarak yazmadığımı öncelikle belirtmek isterim. Bu konularda HIV&AIDS alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin yeterli sayıda açıklaması mevcut, bir ilave yapmayacağım. Böyle kaygılardan ve sorulardan kurtulmadan ya da en azından bir süreliğine yavaşça bunları yere bırakmadan yazının devamını okumayın. Çünkü amacım HIV hakkında pek düşünmediklerimiz üzerine yazmak, biraz aklınızı kurcalamak ve ümidim odur ki yeni tartışma olanaklarına kapı aralamak…

HIV'in sahneye çıktığı 80'lerden bu yana ülkemizde genel HIV prevalansı* düşük gözükse de (%0.03) her sene kayıtlara geçen vaka sayıları katlanarak yükseliyor. Bununla ilgili Sağlık Bakanlığı geçtiğimiz 1 Aralık'ta instagram üzerinden şöyle bir paylaşım yaptı: “HIV pozitif bireylerin düzenli sağlık kontrollerini yaptırmamaları hastalığın yayılmasındaki en önemli etkenlerden biridir.” Anlamaya çalışmak için birkaç kere daha okumak gerekebiliyor bu cümleyi... Akla ilk gelen, Sağlık Bakanlığı HIV'in en önemli yayılım sebebi olarak HIV pozitiflerin tanı almak için hastaneye gitmemelerini gösteriyor diyebilirsiniz. Ancak bu eklektik cümle bir anlam ve sonuç çıkarmak için yine de yeterli bilgiye sahip değil. Örneğin pozitif olduğunu test yaptırmadan bilmesi mümkün olmayan kişiler anonim HIV testi olanakları oldukça yetersiz olan bir ülkede tüm yayılımdan nasıl sorumlu tutulabilir? HIV pozitif olduğunu gece rüyasında görüp sonra da gündüz uyanıp el ele tutuşarak insanların sağlık kontrolüne/teste gitmesi mi tüm hayaliniz ve mücadele planınız? Diğer bir yandan aynı cümleyi şöyle okumak da mümkün; “Bakanlık HIV pozitif olduğunu tanı alarak bilenlerin düzenli sağlık kontrollerine gitmediğinden şikayetçi olmaktadır, çünkü düzenli tedavi almayan zalim HIV pozitifler HIV’in yayılımından sorumludur.” Eğer durum buysa ve böyle bir çalışma varsa neden kamuoyu ile bu paylaşılmıyor? HIV ile enfekte olduktan sonra tedavi alamayanların ya da almayı reddedenlerin HIV’in yayılımından çok kendi hayatta kalma/sağlıklı yaşama ihtimalleri üzerinde önemli bir etkilerinin olduğunu söylemeye gerek var mıdır peki? Tanı sonrası travma ile mücadelede Bakanlığın bir araştırma ve takip çalışması vardır da HIV pozitifler canları sıkılarak, önce kendilerini olmak üzere kimseyi düşünmeden tedavi almayı mı reddediyordur? Peki ya devletin, Sağlık Bakanlığı'nın sorumlulukları 'hastalığın' yayılmasında kaçıncı önemli etkendir? Sorular çoğalıyor ancak cevaplar belirsizliğini koruyor…

hiv-hepimizi-ilgilendirir-1

İçi boşalan bir kelime: "sürveyans"

Sağlık Bakanlığı'nın sürveyans sistemi yani veri toplama, analiz ve yorumlama sistemi de HIV için oldukça eksik ve hatalı maalesef. Örneğin HIV aktarım yollarından olan anal, vajinal ve oral cinsel ilişki kategorileri yerine hala ve ısrarla sadece "heteroseksüel veya homoseksüel/biseksüel cinsel ilişki ile bulaş" gibi yönelimleri cinsel ilişkiye indirgeyen bir kategorileştirme kullanılıyor. En başta parametresi eksik/yanlış olan bir sürveyans sisteminden doğru analizler elde etmek mümkün değil. Bu parametre ile ortaya çıkan manasız verilerden birisi: sırasıyla en yüksek aktarım oranı ‘bilinmiyor’, 'heteroseksüel cinsel ilişki' ve 'homoseksüel cinsel ilişki' olan HIV’in vakalara göre dağılım tablosu. Tanı aldıktan sonra kişilerin beyanına göre kayda geçirilen bu cinsel ilişki kategorilerinin damgalama aracı olarak kullanılma ihtimali kişileri HIV’in aktarım yolunu beyan etmemeye zorladığını ya da güvenli alan olan “heteroseksüel cinsel ilişki” seçeneğine yönlendirdiğini deneyimlerimizden biliyoruz. Cinsel yönelim üzerinden tanımlanan vaka dağılımlarının Sağlık Bakanlığı tarafından LGBTİ+ bireylere, seks işçilerine vb. yönelik kilit çalışma grupları oluşturmak için asla kullanılmadığını da göz önüne alırsak bu verilerin "homoseksüellik/biseksüellik&AIDS" damgalamasını sürdürmeye yönelik olduğunu söylemek zor olmayacaktır. 

Türkiye'de HIV için 80'ler daha geçmedi ve biz hâlâ içinde yaşıyoruz...

Yıllardır yapılageldiği gibi tutarsız Bakanlık verileri üzerinden LGBTİ+'ların çok daha az HIV ile enfekte oldukları verisi de çıkartılabiliyor ki bu da bilimsel ve doğru bir yaklaşım değil. Bu argümanın “eşcinsel kanseri oldular” diye yıllarca damgalanan LGBTİ+’lardan gelmesi belli bir noktada anlaşılır elbette ama ülkemizde güçlükle yapılan bazı bilimsel araştırmalar daha doğru bilgileri karşımıza çıkartıyor olabilir. Çalışma sayılarının çok yetersiz ve güncel olmadığını göz önüne alarak Türkiye'de yapılan özel çalışmalarda görülüyor ki erkekler ile seks yapan erkekler arasında HIV prevalansı* tahmini olarak %3,5-%5 arasındadır. Bu oran Afrika'da yer alan Nijerya, Kamerun ve Kenya gibi birçok ülkenin genel ülke prevalansı ile aynı. Bu nedenle erkeklerle seks yapan erkekler için Türkiye'de Afrika ülkeleri düzeyinde bir HIV salgını olduğunu dile getirmek ve bunun için acil olarak bir şeyler yapılması gerektiğini her yerde ifade etmek gerekiyor. Ancak devletin LGBTİ+'ları yok sayma politikasının ve nefret söylemlerinin artarak devam etmesi LGBTİ+'ların kilit grup olarak ele alınmasını ve özel çalışmaların yapılmasını zorlaştırıyor. HIV ile yaşayanlara yönelik ayrımcılığın, damgalamanın ve insan hakları ihlallerinin devam etmesi de Türkiye için LGBTİ+ toplumunda HIV'in -hala- bir salgın olması noktasında önemli etkenlerin başında geliyor. Eksik ya da farklı anlaşılmaması için HIV ile yaşayan oldukça sayıda trans ve natrans heteroseksüel olduğunu da belirtmek gerekli. Özetle mesele kimsenin tek elinde değil ve tam da bu nedenle “HIV, hepimizi ilgilendirir!” diyebilmeliyiz.

Beğenmeyen ülkesine mi dönsün?

Bir diğer konu ise Türkiye'de çalışan yabancılar ile ilgili. Yabancıdan kastettiğim T.C. vatandaşı olmayan ancak çalışma izni olan ve sağlık sigortalarını düzenli olarak devlete ödeyen kişiler. Bu kişilerin bir süredir antiretroviral ilaçları sigortadan karşılanmıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kişilerin kendi ülkelerinde tanı almış olmalarını buna gerekçe olarak gösteriyor. Düşününki katma değer üretip, vergini ve sağlık primlerini ödediğin devlet, 'Sağlık sigortası için paranı alsam da vatandaşım olmadığın için ilaçlarını sana ücretsiz veremem, beğenmiyorsan ülkene dönebilirsin' diyebiliyor ve HIV’den dolayı tedavi alamadığın için sağlığının bozulmasına da seyirci kalıyor. Kendi ülkesinde değil de Türkiye'de zor şartlarda çalışmak zorunda olan kişilerin sadece ilaç almak için ülkelerine her 3 ayda bir gidip gelmeleri ne kadar gerçekçi? Ya da kendi ülkesinde ayrımcılık ve damgalamaya maruz kalan, ölüm tehlikesi olan kişileri ülkelerine dönmeye zorlamak ne kadar uluslararası hukuk ile örtüşür? Yine cevapsız sorularımız ile baş başa kalıyoruz.

'Kıymetli hayatlar' vs. 'Kıymetsiz hayatlar'

Gündemimize gelecek olursak, koronavirüs pandemisi nedeniyle ağırlaşan koşullar HIV pozitifler için hayatı daha da zorlaştırdı. Bu kadar çok ülkece sağlık konuşup da hala HIV'i görmeyen, duymayan ve de ayrıştıran bir yönetim ve toplum ile karşı karşıyayız. Koronavirüs testleri her gün binlerce kişiye hızlıca yapılabiliyor, tedavi ilaçları aynı şekilde yabancı vb. ayırt etmeksizin herkese ücretsiz temin edilebiliyor. Kimse koronavirüs nedeniyle ayrımcılığa ve damgalamaya maruz da bırakılmıyor. Ancak dünyada şimdiye kadar 35 milyon kişinin hayatını kaybettiği HIV için aynısı yine ve yeniden söz konusu değil elbette. En nihayetinde ikisi de insandan insana geçen birer virüs değil mi? Bu sorunun cevabına evet diyorsanız söyleyin şimdi hangi insanların hayatı daha kıymetli?
*Toplumun ya da kilit grupların içinde HIV ile yaşayan kişilerin sayısının toplumdaki/kilit gruptaki toplam kişi sayısına oranı 

**Pozitif Dayanışma Gönüllüsü, info@pozitifdayanisma.org

***KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret