06/05/2009 | Yazar: Kaos GL

Kemal Göktaş'ın, "Hrant Dink Cinayeti - Medya, Yargı, Devlet" adlı kitabı çıktı.

Kemal Göktaş'ın, "Hrant Dink Cinayeti - Medya, Yargı, Devlet" adlı kitabı çıktı.

Polis muhabirliği yapan Gaston Leroux'un 1907 yılında yazdığı ‘Sarı Odanın Esrarı"nda, pencereleriyle kapısı içeriden kilitli bir odada, bir cinayete kurban giderek ölü bulunmuş bir kadının katili aranıyordu. Katili arayan yaşlı bir dedektif vardı. Cinayet bir türlü çözülemiyordu. Kitabın sonunda cinayetle ilgilenen genç bir gazeteci katilin o yaşlı dedektif olduğunu çıkarıyordu ortaya. Yaşlı dedektif, kadını dışarıda ağır yaralamış ve kadın odasına kaçarak kapıyı kilitledikten sonra içeride düşüp ölmüştü. 

Kemal Göktaş’ın kitabı, kimilerine göre yüzyılın en iyi polisiye kitabı olan bu romanı hatırlatıyor insana. Ağır yaralı Hrant’a son kurşunu sıkan beyaz bereli ergen, bu yüzden hep ‘tetikçi’ olarak anıldı, gerçek katil/katiller bulunsun istendi.
 
Hrant Dink 1915’lerden bugüne anıt gibi kaldığı için, Ermeni olduğu için öldürüldü diyor Kemal Göktaş kitabının girişinde. Ancak kitabın konusu Dink’in neden öldürüldüğünden ziyade nasıl öldürüldüğünü anlatıyor; cinayete giden süreci, Rakel Dink’in deyişiyle bir bebekten nasıl ‘vicdansız’ katil üretildiğini.
 
Dink cinayetinde devlet görevlilerinin rolü ve adli soruşturma aşamasında yaşananlar şimdiye kadar yazılı ve görsel basında yer aldı. Göktaşın kitabı ise şimdiye kadar dile getirilmeyen bir arka planı gösteriyor bize. Cinayete giden yolda medyanın ve yargının rolü de anlatılıyor. Kitabın adında yer alan bu ortaklık kitaba önsöz yazan Ali Bayramoğlu tarafından ‘modern bir linç olarak Dink suikastı beyaz-modern Türk ile siyah-muhafazakâr Türk’ün el ele, göz göze suikastı’ nitelemesiyle tarif ediliyor.
 
Kitabın birinci bölümü, faillerin suikastla verdiği mesajın alt yapısının medyada oluşturulduğu tezini, yazılarla belgeleyerek işliyor. Medyanın Hrant Dink’i nasıl hedef gösterdiği bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor. Aynı zamanda yazarın yüksek lisans tez konusu olan bu bölümde medyanın kamuoyu yaratma konusundaki işlevi iletişim teorileri bağlamında ve Türkiye özelinde tartışılarak Türk medyasının devlet güdümlü yapısına dikkat çekiliyor. Böylece bu yapıdaki medyanın, Hrant Dink’in Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğuna dair yazısı üzerine Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamanın ardından gerek ırkçı gerekse merkez medyanın ‘ton farkıyla’ nasıl devletin resmi ortak diliyle Hrant’ı hedef haline getirdiğini görüyoruz.
 
Kitabın ikinci bölümü hedefteki Hrant’ın yargılanması sürecine ilişkin. Medya görevini yapmış, onu yargının önüne atmıştır. Yeni bir linç sürecine tanık oluruz. Hrant Dink’in, kasıtlı olarak çarpıtılan sözlerinin nasıl suç haline getirildiği, düşüncenin sürekli cezalandırıldığı bir ülkede, ‘olağan’ karşılanabilir belki; ancak Göktaş, Dink’e yaşatılan sürecin tüm diğer düşünce özgürlüğü davalarından ne kadar farklı olduğunu anlatıyor. Bu fark, savcı ve yargıçların tutumlarından, uyguladıkları usule kadar görülmemiş bir yargılama süreci biçiminde ölümünden sonra bile etkisini hissettiriyor. Dink’i mahkûm eden kararın bozulması yönünde görüş bildiren Yargıtay savcısını dahi isyan ettiren bir yaklaşımla, bilirkişilerin suç değil dediği cümleleri suç olarak görüp cezalandırmakla yetinilmiyor; bir de eşine rastlanmaz biçimde Hrant’ın Türklüğü aşağıladığı iddia edildiğinden bütün Türklerin davaya müdahil olabileceklerine karar veriliyor. İşte bu kararla mahkeme salonlarına dolan ırkçı grup her duruşmayı Hrant ve Ermeniler aleyhine bir kampanyaya çevirmeyi başarıyor. Adaletin kılıcının keskinliği altında kendisini toplum önünde savunmaya çalışan Hrant’a bu hak dahi verilmiyor.
 
Göktaş, ‘Devlet Görevlilerinin Rolü’ bölümünde de, Dink’in tetikçilerinin önceki eylemleri karşısında yargının aldığı tutumu son derece anlaşılır bir dilde ve çok iyi biçimde özetlemiş. Okuduğunuzda, tetikçilerin adeta yargıyı sınadıklarını ve bu sınavın lehlerine işlemesi neticesinde Dink suikastında nasıl fütursuz davranabildiklerini anlıyorsunuz.
 
Devletin tutumunun anlatıldığı bölümde bu fütursuzluğun kaynağının ne kadar sağlam olduğu görülüyor. Dink cinayetinde devletin rolünü kimileri ihmal, kimileri göz yumma, Ali Bayramoğlu ise ‘devleti resmeden suikast, kamu gözetimi ve denetiminde işlenen bir cinayet’ olarak yorumluyor. Belki de daha fazlasını söylemek ‘suç’ teşkil edebilir. Devletin rolünü tanımlamak için en iyisi kitabı okuyup karar vermek. Bunun için yeterince malzeme sunulmuş: jandarmanın ve polisin ayrı ayrı belge ve bilgileri yargı sürecinden kaçırmaları, yargı organlarının sanıkların lehine işlemleri. Üstelik anlaşılmaz gibi görünen idari yazışmalar, mahkeme kararları, müfettiş raporları son derece akıcı bir dille, bir polisiye roman tadında anlatılmış.
 
Sonuç bölümünde bu cinayetin öyküsünün, 2005 yılında bazı yurttaşların ‘sözde vatandaş’ olarak ilan edilmesi üzerine başlatılmak istenen bir Kürt-Türk çatışması, hem ulusal hem uluslar arası aktörlerin dahil olduğu iktidar kavgasının sarsıcı etkilerinin görüldüğü bir sürecin içinde ve Ermeni sorununda Dink’in temsil ettiği değerler göz önünde bulundurularak okunması uyarısını belki de baştan hatırlatmakta yarar vardır.
 
Ve son olarak Göktaş, Dink’in, katillerin önüne atıldığının bilincinde, bir güvercin tedirginliğinde kanatlarını çırparcasına yazdığı son yazılara da yer vererek, dostlarına bu çırpınışları duymadıklarını anımsatıyor.

HRANT DİNK CİNAYETİ
'Medya-Yargı-Devlet’ 
Kemal Göktaş
Güncel Yayıncılık
2009
336 sayfa
21 TL.


Etiketler: medya
2024