19/01/2011 | Yazar: KAOS GL

Geçtiğimiz Cuma Boğaziçi Üniversitesi’nde d&o

Geçtiğimiz Cuma Boğaziçi Üniversitesi’nde dördüncüsü düzenlenen Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı’nın bu yılki konuğu, ünlü LGBT ve azınlık hakları savunucusu Michael Cashman ile Hrant Dink ve azınlık hakları hakkında konuştuk.
 

>>Türkiye’ye ilk defa mı geliyorsunuz?

Hayır. İstanbul’a ilk defa 1987 yılında geldim, o yıldan beri hem İstanbul’a hem de Türkiye’nin çeşitli yerlerine düzenli olarak geliyorum. İstanbul inanılmaz bir şehir. 25 yıl içinde inanılmaz bir değişim geçirdi ve hâlâ da değişmeye devam ediyor.

>> Hrant Dink ile nasıl tanıştınız, kendisi sizin için ne anlam ifade ediyor?

Hrant ile malesef kişisel olarak tanışma fırsatım olmadı. Ancak onun yakınlarıyla, arkadaşlarıyla görüşüyorum. Hrant’ı, onu mitleştirmeden, olduğu insan haliyle, bütünüyle anlatan bu insanların ağzından dinledim. Umutlarını, korkularını dinledim. İstanbul’daki konferans aracılığıyla böyle bir fırsata bir kere daha erişmiş olmak benim için büyük bir deneyimdi. Hrant Dink benim için sessizlerin sesidir. Sessizlerin sesi olmak da bir insan hakları aktivistinin yapması gereken en önemli şeydir. Haklarından mahrum bırakılan insanların hakları için mücadelesiyle tanıyorum onu. Bu mücadelelerinin sonucunda öldürülmesi, onun yaptığı fedakarlıkların boyutunun nerelere ulaşabileceğini gösteriyor. Onun ölümü, dünyada çok büyük bir yankı buldu. Hepimizi sarsan bir andı. İnsan hayatının ne kadar hassas ve değerli olduğunu kendi ölümünde de gördük. Ardından da Türkiye halkının Hrant’a olan duyarlılığını gördük yapılan büyük yürüyüşte. Örnek olması gereken bir dayanışmaydı.

‘GECİKEN ADALET, ADALET DEĞİLDİR’
>> 4 yıldır devam eden bir dava var, bizi korumakla görevli olan güvenlik güçlerinin de dahil olduğu bir organize cinayet gibi gözüküyor Hrant Dink cinayeti. Sizin bu dava hakkındaki görüşleriniz nedir? Sizce dava sonucunda, Ogün Samast’ın ardında saklanan gerçek katiller ortaya çıkacak mı?

Bence demokrasiye ve hukuk devletine inanan herkes ayrıntılı bir araştırma yapılmasını, sorulabilecek bütün soruların sorulmasını ve cevaplanmasını istemek zorunda. Adaletin işlemesini görmeyi bekliyoruz. Uzun yıllarca süren davalar kimseye fayda sağlamaz. Geciken adalet, adalet değildir. Hukuk sistemi hızlı bir şekilde işlemek zorunda ki insanlar yasaları çiğneyince, cinayet işleyince başlarına gelecekleri görsün. Eğer hukuk çok yavaş işlerse, yasaların caydırıcılığı kalmaz. Bu davada da cinayetin asıl sorumluların kimler olduğunun ortaya çıkmasını umuyorum.

>>Yeni yasa çerçevesine göre eğer dava bir yıl içerisinde sonuçlanmazsa Ogün Samast’ın hapishaneden çıkarılması ihtimali var. AKP bu yasayı olumlu bir gelişme olarak göstermeye çalışıyor. Böyle bir durum Birleşik Krallık’ta ya da Avrupa Birliği’nde gerçekleşebilir miydi?
Emin değilim. Ceza yasaları değişirken meclisten geçmek zorunda. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki verilen cezalar hakime göre değişiyor. Bazen verilen cezalar aradaki tutukluluk süresinden bile az olabiliyor. Fakat bu davada hâkimlerin Hrant Dink cinayetinin önemini ve toplumsal etkisini de düşünüp ona göre hareket edeceklerini umuyorum.

‘ERMENİ SOYKIRIMI SİYASİ KOZ OLMAMALI’
>> 'Ermeni Soykırımı', Türkiye ile ABD arasında stratejik bir siyaset malzemesi haline getirildi. Herkes Obama’nın ağzına bakıyor ‘soykırım’ sözcüğünü kullanacak mı diye, soykırımı tanıyan yasa tasarısı meclisin tatile gireceği döneme denk getiriliyor vesaire. Bunca insanın ölümünün bir siyaset malzemesi yapılmasına nasıl bakıyorsunuz? Bu durum uluslararası arenada nasıl değerlendiriliyor? 

İnsanların ölümü hiç bir zaman siyaset malzemesi yapılmamalı. Bu konuda bir çözüme ihtiyaç var. Siyasette bazı insanlar sorunları büyütmeyi çok seviyor, çözüm üretmektense sorunlardan besleniyorlar. Hrant’ın en büyük özelliklerinden biri, bir insanla olan sorunu hakkında görüşürken bile, görüşmeden iki tarafın da bir şeyler kazanarak çıkması gerektiğini, öbür türlü bunun bir çözüm olmayacağını bilerek o insana yaklaşmasıydı. Uluslararası açıdan bakacak olursak, yüzbinlerce ya da milyonlarca insanın öldürülmesi çok trajik bir olaydır. Burada bizim yapmamız gereken, iki tarafı da tatmin eden, iki tarafı da küstürmeyecek bir dil bulmak. Aynı şekilde Avrupa’daki ölümleri, İkinci Dünya Savaşı’nda Çingeneler’in, Yahudiler’in, eşcinsellerin ve sendikalıların toplama kamplarında katledilmesini de siyaset malzemesi yapmamalıyız. Olanları tanımalı ve önümüze bakmalıyız. Shakespeare’in dediği gibi ya tarihimiz tarafından özgürleştiriliriz ya da onun kölesi oluruz. Eğer bu konuları sürekli siyaset malzemesi yaparsak bu kölelik bitmez. Bu konularda uzman değilim, bir Türk olmadığım için ne hissettiğinizi de tam olarak anlayamayabilirim, ama uluslararası arenada da Türkiye’de de sorunların çözülmesi için yeterli potansiyeli görüyorum. “Demokratik turist” adını verdiğim, bir ülkeye gidip “siz demokratik ülke değilsiniz, şunları yaparsanız demokratik olursunuz” diyip uçağına binip geri dönen insanlardan nefret ederim ve onlardan biriymiş gibi algılanmak istemiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim ki umudum var.

‘TÜRKİYE AB İLE AYNI DEĞERLERİ PAYLAŞIYOR’
>>Bütün azınlıklarıyla bu kadar sorunlar yaşayan Türkiye yurtdışında nasıl algılanıyor?

Türkiye 40 yıldan daha uzun bir süreden beri AB’ye girmeye çalışıyor. Türkiye, AB ülkeleri ile aynı değerleri paylaşıyor. Bizim yapmamız gereken şey ise Türkiye ile beraber çalışıp Türkiye’deki yasaların AB yasaları ile aynı olmasa bile aynı doğrultuda olmasına yardımcı olmak. Buradaki en önemli ortak değer bütün azınlıkların eşit olduğu ve korunması gerektiği. Bir demokrasinin gelişmişliği, azınlıklarına nasıl davrandığı ile ölçülür. Romanya, Polonya, Bulgaristan ve Litvanya gibi yeni ülkelerin AB’ye girmeden önce bütün azınlıkların ceza kanunlarıyla veya anayasayla korunmasını sağladık. Şu an üye olan 27 ülkede de ayrımcılıklara karşı düzenlemeler var. Ayrıca bu koruma AB’nin kendi yasalarında da var.

>>Türkiye gittikçe muhafazakârlaşırken azınlıklar huzur içerisinde yaşayabilirler mi? Ülkeyi her geçen gün daha da İslamileştiren muhafazakârlaştıran AKP’nin azınlıklara karşı açılımlarını samimi buluyor musunuz?

Türkiye’nin seküler bir ülke olduğunu bugüne kadarki tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim. İnsanlar din ile siyaseti ayırma yeteneğine sahip, ve bu çok önemli bir şey. Türkiye’nin siyasi olarak İslam ülkesi haline geleceğini düşünmüyorum. Türkiye, bu konuları aşmış çok olgun bir ülke. Tarihine ve geçmişine baktığımızda da öyle, Avrupa’nın barbarlarına medeniyet getirmiş bir üşleden bahsediyoruz. Bu tarih, Türkiye’nin bazı komşularından ayrılmasını sağlıyor. Ülkedeki bütün azınlıkların kendi hayatlarını özgürce yaşamalarının bir şekilde sağlanacağını düşünüyorum. Yani yine de iyimser kalmaya çalışıyorum.

“TÜRKİYE’DEKİ LGBT MÜCADELE ÖRNEK ALINMALI”
>> Türkiye’de LGBT (Lezbiyen, gey, biseksüel, trans) bireyler siyasi örgütlenmelerini nasıl yürütmeliler, bu konudaki tavsiyeleriniz nelerdir?

Açıkçası insanlara tavsiye verip onlardan üstünmüşüm izlenimi yaratmayı sevmiyorum. Zaten onlar benim bildiklerimden daha iyisini biliyorlardır. Aslında Türkiye’deki LGBT mücadelesi muhteşem ilerliyor bence. İnternet sitelerinin kapatılmasına, derneklerinin kapatılmasına karşı hukuki mücadele veriyorlar, ve sonuç da alıyorlar. Türkiye’deki LGBT mücadelesi ve bu mücadeleyle elde edilen kazanımlar diğer ülkelere örnek teşkil eden muhteşem bir modeldir benim gözümde. Bu süreçte benim yapabileceğim de gey bir millet vekili ve AB Parlementosu LGBT grubu eş başkanı olarak onlarla beraber çalışmak ve onlara benden istedikleri her desteği vermek. Hatta Türkiye’deki LGBT örgütler bize tavsiye vermeli diyebilirim. Avrupa genelinde, Bükreş gibi yerlere gittiğimde LGBT Onur Yürüyüşleri’nde aşırı sağcıların tehtidleri yüzünden binlerce silahla polisin yürüyüşe katılanları korumak zorunda kaldıklarını, tepemizden helekopterler uçtuğunu görüyorum. Oysa, İstanbul’un merkezi olan İstiklal Caddesi’nde binlerce insan hiç bir sorun yaşamadan onur yürüyüşü yapabiliyorlar. İnsanlar gelişmiş demokrasilerde varolan LGBT hakların hiç mücadele edilmeden bir gecede verildiğini zannediyor, ancak biz de bu hakları mücadelemizle aldık. Sizin verdiğiniz mücadele de bunun en güncel ve güzel örneği.

‘MUHAFAZAKÂRLAR YA DEĞİŞİR YA YOKOLUR’
>> Türkiye’deki muhafazakârlaşmayla Avrupa’daki muhafazakarlaşma arasında bir korelasyon görüyor musunuz? Yoksa ikisi farklı etkenlerden mi kaynaklanıyor?

Siyasetin en güzel yanı partilerin yapılarının ve doğasının insanlar tarafından değiştirilebilmesi. Biz bunu Birleşik Krallık’ta yaptık. 18 yıl boyunca Muhafazakâr Parti döneminde ülke iyice muhafazakarlaşmıştı. Ancak sivil toplum muhafazakar siyasetin fikirlerine meydan okudu ve onları değiştirdi. Başka türlü bir aile, başka türlü bir yurttaş ve başka türlü haklar mümkün dedik, ve mahrum bırakıldığımız haklarımızı aldık. Medyada, televizyonlarda büyük mücadeleler verdik. En sonunda İşçi Partisi seçimi kazandığında, Muhafazakar Parti kendine bakarak değişmesi gerektiğini anladı. Çünkü, uyguladıkları politikaların sonucunda yaşlanmış, yorgun, sürekli sorun yaratan ve insanları haklarından mahrum bırakan bir parti imajı oluştu. Şu anki başbakan David Cameron da imajlarını değiştirmelerini gerektirdiğini söylemişti. Sonunda gerçekten de değiştiler. Değişimin ardından David Cameron geçmişte eşitlikçi yasaları desteklemedikleri ve 1987’de “eşcinselliğe teşvik” diye bir suç kavramı içeren yasalar çıkardıkları partisi adına LGBT bireylerden için özür diledi. Muhafazakârlar da değişebilir. Zaten değişmek zorundalar da, değişmezlerse yok olurlar. Şu anda Avrupa muhafazakarlaşmış olabilir, ancak hiçbiri birbirinin kopyası değil. Hepsi de halk tarafından büyük oranlarda desteklendiklerine göre, esas şimdi değişim yapma güçleri var ellerinde. Cuma günü bir gazeteci bana AK Parti’nin popülerliğinin ne gibi etkileri olabileceğini sormuştu, ben de ona “işte şimdi gerçekten demokratik yasalar yapıp olumlu değişimler yapmalılar” dedim. İnsanlara “bize güvenin, bu hakları daha da genişletmemiz lazım, bütün bireyleri eşit kılmamız lazım” demeliler. Eğer yapmazlarsa zaten yokolurlar. Benim bir solcu olarak belki de bunları söylememem lazım, ancak muhafazakarlar da gerçekten duyarlılarsa insan hakları konusunda gelişmelere imza atabilirler. Siyaset dediğimiz şey katı, değişmez bir şey değil. Zamana ve olaylara göre tepkiler verir ve değişirler. Burada önemli olan, görüşleri ve ideolojileri ne olursa olsun her partiler eşitlik, insan hakları ve azınlık haklarını gündemine, parti tüzüğüne ve vaatleri arasına almalı. Çünkü her partinin çözmesi gereken ilk sorun eşitsizliktir. 


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret