16/08/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Katili gördünüz mü? 

Katili gördünüz mü? 
Artık kafanızı çevirip görmezden gelmenizin; bilmiyormuş, duymuyormuş, farklı yorumluyormuş gibi yapmanızın imkanı kalmamıştır, sevgili vatandaşlar!
Dün Radikal, konuyu isabetli bir başlık altında sundu: “Hrant Dink’i bir kez daha vurdular.”
Hrant Dink’in ailesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yaptığı başvuruya hükümetin gönderdiği savunma, açık bir itirafnamedir. AİHM’in de bunu göreceğine inanıyorum.
Şanlı demokrat, Anayasa mimarı hükümetimiz savunmasında Dink’in Türklüğe hakaret’ten yargılanmasının isabetli olduğunu belirtiyor ve “Yazısıyla halkı tahrik etmiştir” diyor.
Sonra da Hrant’ın korunması üstüne bin bir yalan.
Avrupa’ya karşı kendini savunurken hükümetimiz ne mal olduğunu da ele vermiş oluyor. Hrant’a ceza vermek için can atan mahkemelerin dilini bire bir benimsemekle kalmayıp kardeşimizin katillerine de bir gerekçe uydurmuş oluyor. Hrant’ın ölümü hak ettiğini ima ediyor görmezden gelemeyeceğimiz bir berraklıkla.
Söz konusu yazıyı yanlış anlamakta ısrar eden, kini okuduğunu anlama gücüne mal olmuş savcıların iddiasını yineliyor AKP hükümeti.
Hükümetimizin ağzıyla, devlet adına bir kez daha ortaya yere o büyülü kelime bırakılıveriyor: Tahrik!
On yılı aşkın bir süre önce bu büyülü kelime hakkında yazmış olduklarım maalesef geçerliliğini koruyor hâlâ: “Biz bütün kamusal alan çatışmalarında, tahrik eden-tahrik edilen parametresiyle bütün hayatımızı açıklayabiliyoruz. Sivas’ta insanların diri diri yakılması konusunda yüreğini ferah tutan bir çevre Aziz Nesin’in halkı tahrik ettiğinden dem vuruyor. Bu vahşet karşısında büyük bir sarsıntı yaşayan tarafsa Aziz Nesin’in konuşmasını inceleyip, asla tahrik yoktu, diyor. 36 kişinin cesedi üstünde toplumca ‘tahrik’ tartışması yapıyoruz. Böylesine can alıcı bir konuda nasıl ölçümünü yaptığımız belli olmayan bir tahrik unsurunun peşine takılabiliyoruz. Bu kadar yalınkat bir adalet duygusuyla ortaokul münazaralarının inatçı hatipleri gibi iyi not kapmaya çalışıyoruz. Bu arada yananların külü rüzgâra yazılıyor.”

Bu tahrik meselesinin yakın zamanda Kürtleri, daha önce Tutuklu yakınlarını hedef alan linç kalkışmalarında da hep karşımıza dikildiğini unutmayalım.
Yine aynı yazıdan: “...şoklar ve promosyonlar diyarında bu tartışmalar, medyanın azgın tonlamasıyla kışkırtılmış halkın kan istemesi sonucu kurban seçimine kilitleniyor. Kurbanların linç edilmesiyle de statüko, en ufak bir yara almadan korunmuş, hayatımız birkaç kahraman değişikliğiyle aynı aksak ritmine kavuşmuş oluyor.”
Biz, bu hükümetin linççilerin sırtını tapışlarken fotoğrafını çekmişiz çoktan.
Milli hassasiyeti kuvvetlidir bunların da. Bir zamanlar Adalet Bakanlığına layık buldukları Çiçek beyin, Ermeni sorununu tartışmak için toplandığımızda bu edimi ‘milleti sırtından bıçaklamak’ ilan etmesini unutmadık. Hrant cinayetinin kışkırtıcılarındandır kendisi de.
Yiğit Başbakanımızın Başbakan Erdoğan’ın Trabzon’daki linç girişimi sonrası demecini de bir kez daha hatırlatıyorum. Asla unutmamalı, ne kendisine, ne yandaşlarına unutturmalıyız: “Özgürlükler ve demokrasi kimsenin kötüye kullanamayacakları kadar yüce ve evrensel değerlerdir. Trabzon’da olan olaylarda, tabii ki halkımızın hassasiyeti çok ama çok önemli. Halkımızın bu hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak herkes
kendi tavrını belirlemelidir ve halkımızın bu milli hassasiyetlerine dokunulduğu zaman, şüphesiz ki bunun tepkisi farklı olacaktır” diye başlayan demecini. Özgürlükleri ve demokrasiyi kötüye kullandığı söylenen taraf, linçten kurtarılan gençler.
AİHM’ye yollanan bu utanç verici savunmanın bir incisi de Hrant’ı Nazilerle karşılaştırması: “AİHM, daha önce Almanya’da bir Nazi örgütü liderine nasyonal sosyalizmi savunan yazısı için verilen cezayı yerinde buldu. Demokratik bir toplumda bu tür yazılar (yani Dink’in mahkûmiyetine neden olan yazı) yazarak halkı tahrik etmek kamu güvenliği ve düzenini bozacaktır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ‘nefret söyleminin engellenmesine’ ilişkin tavsiye kararı bulunmaktadır. Hükümet Dink’in özgürlüğüne yönelik müdahaleyi haklı kılan önemli ve yeterli sebepler bulunduğu görüşündedir. Dink davasında ceza yargılaması için acil bir toplumsal ihtiyaç vardı.”
Savunma, utanmadan Hrant’ın yazısını ‘nefret suçu’ ilan ediyor. Böylesi bir çarpıklık nerede görülmüştür? Nefret suçuyla katledilmiş bir vatandaşının katillerine arka çıkarken bu milletle alay mı ediyorsun?
Evet, gün gibi ortada işte. Hrant’ın katili, bu yaklaşımdır. Bu yaklaşımından biraz olsun vazgeçirilemeyen devlet aygıtları ve erkanıdır.

Hrant, bu millet için çok değerli bir varlıktır. Daha önce de yazmıştım. 
Hrant siyasi olarak yalnızca hakları rahatlıkla gasp edilebilen, ayrımcılığın bin bir çeşidine maruz kalan Ermenileri temsil etmiyordu. Öyle olsaydı bütün mutsuzların, bütün itirazı olanların, bütün hak hukuk peşinde koşturanların ufkunda böylesine güçlü bir ışık olarak varolmazdı. Hrant, bizatihi bir öneriydi. Bir hayat önerisi. Dayanışmanın, adil paylaşımın, kardeşliğin, coşkunun, şefkatin, karşılıklı anlayarak, hissederek varılan barışın temsilcisiydi.
Onu tehlikeli kılan da işte bu ulaşabildiği geniş alandı.
Hrant’ın ölümü, vahşilerin sınır tanımazlığını, vahşiliğin yaygın örgütlülüğünü gösterdi.
Hrant, hepimiz için Heves’i temsil ediyordu. Küsmeden, içini acılaştırmadan, hevesini bir an olsun kaybetmeden anlamaya ve anlatmaya çalışan o adamın varlığı, yakınında olmasak da sanki gelecek hissimizi diri tutuyordu.  
Ölümünün acısıyla birlikte bize olağanüstü bir umut da bırakmıştı.
Yüz binlerce vicdanın anında, hiç örgütlenmeden sokaklara dökülüp bir ağızdan ‘Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz’ diye haykırmasıyla bir kez daha başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmıştık.
Bu güçten korktular işte. Katiller devletinin kâbusuyduk o gün.
Unutmadık. O yüz binlerce insanın el ele vermesinden ürküp vicdanımızı sorguya açanları unutmayacağız. ‘Hepimiz Ermeni’yiz’ savsözünü sinsi tartışmalara konu edenleri, sahte aydın sinizmiyle acımızın ve isyanımızın dilini eleştirenleri unutmayacağız. Bu topraklarda ırkçılık olmaz diye fetva verip üzüntülerini bildirirken ‘ama’larını ceplerinde şıngırdatanları unutmayacağız.
Aslında vurulanın Türkiye olduğunu iddia edip, Türkiye’nin imgesi için karalar bağlayanları unutmayacağız.
İmge demokratlarını, sinsi yardakçıları, Hrant’a haddini aşmış, çizgiyi geçmiş yabancı muamelesi çekip milletini kışkırtan basın tüccarlarını unutmayacağız.
Hrant’ın katlinden operasyon diye söz eden üniformalıları; ‘bebeklerden katil yaratan’ alçak valileri, komutanları, siyasetçileri, hukuk insanlarını unutmayacağız.
Ölüme tapan, rütbelerini kanla şişiren, devletinin gözbebeği kızıl elma dişleyen Ergenekon mücahitleri ve işbirlikçilerini unutmayacağız.
Bizi bezdirmeye çalışıyorlar.
Kan emzirerek büyüttükleri iki üç arsız katili önümüze atıp kurtulabileceklerini sanıyorlar.
Yüzlerine çalacağımız utancı torunlarına erteleyebilmek için canlarını dişlerine takmışlar.
Ertelemeye, unutturmaya, vazgeçirmeye çalışıyorlar.
19 Ocak; yas günümüz resmi kayıtlara geçmesin diyedir çabaları.
Hrant’ın katli, basit bir cinayet olarak tarihe yazılsın, tarihin üçüncü sayfasına atılsın diyedir bütün gayretleri.
Hrant’ın katilleri hâlâ aramızda.
Evet, onlara hâlâ dokunulamıyor. Devlet, hâlâ onların devleti.
Omuzlarımızda apolet, ellerimizde cop, kasalarımızda sır yok diye bizi güçsüz sanıyorlar.
Bizi sonuçsuz, göstermelik davalara tanık ederek bezdirmeye çalışıyorlar.
Önümüze bin bir duvar örerek yıldırmaya çalışıyorlar.
Unuturuz belliyorlar. Yoruluruz belliyorlar. Küser vazgeçeriz
belliyorlar.
Onlara yanıldıklarını göstermek zorundayız.
Göstereceğiz.
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam