21/05/2009 | Yazar: Kerem Altıparmak

"İnsan Hakları Kurumu'nun heba edilmemesi için olabildiğince yüksek sesle muhalif olunmalı."

"İnsan Hakları Kurumu'nun heba edilmemesi için olabildiğince yüksek sesle muhalif olunmalı."

AÜ SBF İnsan Hakları Merkezi Başkanı Kerem Altıparmak yazdı...

"Bu memlekete insan hakları gerekiyorsa ve insan hakları yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?" (1)
 
Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, 18 Mayıs 2009 günlü Bakanlar Komitesi'nin ardından yaptığı basın toplantısında, Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı'nı ele aldıklarını açıkladı:(2)
 
''Bugün de Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun kurulmasına ilişkin kanun tasarısını Bakanlar Kurulu'nda kabul ettik. Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığı var. Şu an 25 kişilik bir kadroyla çalışıyor. Ancak, insan hakları çağında bu 25 kişilik kadronun çoğu başka kurumlardan burada görevlendirme suretiyle çalışıyor. Halbuki AB ilerleme raporlarında özerk bir kurumun kurulması arzu edilmektedir. Böyle bir kurumun Türkiye'de bulunmamış olması eksiklik olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla, böyle bir kurumu kurmak suretiyle insan haklarının korunmasını ve geliştirilmesini sağlamak, ulusal ve uluslararası düzeyde insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek, insan haklarıyla ilgili konularda ilgili kişileri, kurumları ve kamuoyunu bilgilendirmek, insan haklarıyla şikayet ve başvuruları incelemek, araştırmak ve sonuçlarını takip etmek, ihlaller varsa bunların önlemesiyle ilgili çalışmaları yapmak üzere böyle bir kuruluş kurulmaktadır.
Bu kuruluşun yönetim kurulunda tüzüklerinde ve programlarında insan haklarıyla ilgilenen kuruluşlar varsa onların da geniş çapta temsiline imkan veren özerk yapıda bir kuruluş kurulmuş olacaktır. Bu da hem Türkiye hem de AB süreci açısından önemlidir diye düşünüyoruz.''

Bu haberi görenler arasında başka hükümetlerin yapamadığını reformcu hükümetin yaptığını ifade edecekler olacaktır. Nitekim haberi "Hükümet'ten İnsan Hakları müjdesi"(3) olarak duyuranlar da mevcut. Ancak bu müjdeyi başka vesilelerle daha önce de alanlar için durum farklı.
 
Nereden Çıktı Bu İnsan Hakları Kurumu?

İster istemez insanın aklına geliyor; nereden çıktı bu İnsan Hakları Kurumu? Hangi ihtiyacı karşılamak için düşünüldü? Ne zaman gündeme geldi, kimler tartıştı? Başka olanaklar da değerlendirmeye alındı mı? vs. Aslında tüm bu soruların cevabı, Bakan Çiçek'in açıklamasında mevcut. Bakan, "AB ilerleme raporlarında özerk bir kurumun kurulması arzu edilmektedir. Böyle bir kurumun Türkiye'de bulunmamış olması eksiklik olarak ifade edilmiştir" diyor. Yani, yine gönülsüz yapılmış bir AB reformu ile karşı karşıyayız. Bu tür girişimlerde sıklıkla gördüğümüz üzere AB'yi tatmin edecek ama gereksiz soruna yol açmayacak bir formül aranmış. Bulunan formülü de bakan açıklıyor:
 
1.   25 geçici personel yerine daha çok sayıda kadrolu personel atanacak;
2.   Yönetim kurulunda tüzüklerinde ve programlarında insan haklarıyla ilgilenen kuruluşlar varsa onların da geniş çapta temsiline imkân veren özerk yapıda bir kuruluş kurulmuş olacak.
 
Türkiye'de Kurumsallaşamamanın Kısa Tarihçesi

Bir devlet dairesi kurmak neden bu kadar sorun oluyor diye düşünülebilir. İnsan hakları kurumunun, hükümetin algısının tersine, bir devlet dairesi olmaması bir yana; yakın siyasi tarihimiz, konu insan hakları olduğunda devlet dairesi kurmanın bile sorunlu olduğunu gösteriyor.

Hatırlanabileceği gibi, Avrupa Birliği'ne tam üyelik için müzakerelerin başlamasından hemen sonra Türkiye'de bir dizi insan hakları birimi kurulmuştur. Oluşumu ve faaliyet alanları oldukça sorunlu ve konuya ilişkin en önemli ölçüt olan Paris İlkeleri'ne (4) aykırı olan bu örgütlenmeler arasında en çok dikkati çekenler bugün de faaliyetlerini sürdüren il ve ilçe insan hakları kurulları ile hukuka aykırı bir şekilde çalışmalarına son verilen İnsan Hakları Danışma Kuruluydu. (5)
 
Türkiye'nin önde gelen insan hakları örgütleri, hiçbir güvence içermeyen il ve ilçe kurullarında yer almazken daha göz önünde olan Danışma Kurulu'na katıldılar. Ne var ki, Baskın Oran'ın ünlü azınlık raporunun yarattığı kriz sonrası bu Kurul da fiilen lağvedildi. Aslında Kurul'un 5 yıla yakın bir zamandır toplanmaması gereğini yapmayanlar açısından suç niteliğinde bir davranışa vücut veriyor ama burada bunun sadece konunun hükümet tarafından ne kadar ciddiye alındığını vurgulamakla yetinelim.
 
İlk kuşak insan hakları kurulları döneminde görülen bir önemli gelişmeye daha vurgu yapmak gerekiyor. Bu dönemde Türkiye yeni insan hakları örgütleriyle tanıştı. Daha önce adları duyulmayan ama tüzüklerinde insan hakları ibaresine yer verilen bazı örgütler çeşitli birimlerde kendilerine yer buldular.(6) Böylece bilinen insan hakları örgütleri olmadan da yeni kurulları çalıştırmanın veya onların bulunduğu kurullarda çoğunluğu elde etmenin yolları bulunmuş oldu.

Bugün olduğu gibi o tarihlerde de amaç AB'yi ikna etmekti. Söz konusu yapılanmanın ise bunu sağlamayacağı açıktı. AB'yi ikna edecek bir kurum oluşturmak lazımdı. Devletin yine kendi alternatif insan hakları örgütleriyle yola devam edip etmeyeceğini görmek için beklemek gerekiyor. Ama bütün süreç boyunca yerleşik ve muhalif gruplarla iletişime geçilmemesi bu ihtimalin yedeklendiğini gösteriyor.
 
Ulusal Kurum Girişimleri

İnsan hakları ulusal kurumu kurma yolunda yapılan ilk girişim 2004 yılı sonunda Kapadokya'da yapılan bir toplantı için o zamanki İnsan Hakları Başkanı tarafından hazırlanan bir yasa taslağıydı. İnsan hakları örgütleri emrivaki yapıldığını düşünerek görüşleri alınmadan hazırlanan bu taslağa karşı çıktılar. Herkesin varlığından haberdar olduğu taslağın mevcut olmadığı söylenerek bu ilk girişim zorunlu olarak sonlandırıldı.
 
İkinci girişim, birincisi kadar bile yol alamadı. 2005 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi tarafından düzenlenen "İnsan Hakları Ulusal Kurumları" konferansına (7) katılan Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı bir sürprizi olduğunu, ulusal kurum taslağının tamamlanmak üzere olduğunu söyledi. Toplantıda bulunan insan hakları savunucularının tepkisi benzerdi. Ulusal kurum, herhangi bir devlet dairesi olmadığına ve amacı hükümetin politikalarını nesnel bir şekilde değerlendirmek olduğuna göre böyle bir yapının ülkenin özgül sorunlarını dikkate alarak ve tüm bileşenlerin katılımıyla oluşturulması gerekmekteydi. İlk taslağın aksine ikinci taslağı bilebildiğim kadarıyla hiç gören olmadı.

Nihayet 2008 yaz sonunda yeni bir ulusal kurum söylentisi ortalıkta dolaşmaya başladı. Çünkü, Avrupa Birliği Konseyi 18 Şubat 2008'de yayımladığı Katılım Ortaklığı Belgesi'nde 1-2 yıllık süreç içerisinde gerçekleştirilmesi gereken kısa dönem öncelikler arasında Birleşmiş Milletler İlkeleri'ne uygun yeterli mali kaynağın sağlandığı bağımsız bir ulusal insan hakları kurumu kurulması da sayılmaktaydı. (8) Biz de geçtiğimiz yaz şu öngörüde bulunmuştuk:
 
"Tüm bu gelişmeler karşısında, çok kısa bir süre içerisinde ulusal kurum veya kurumların kurulacağını tahmin etmek güç değildir. Ne var ki yukarıda sözü edilen ve daha önceki teşkilatlanma sürecinde mevcut olmadığı belirtilen iradenin bu yeni süreçte canlandığına dair hiçbir ipucu ortada yoktur. Yani hükümet bu süreç içerisinde şeffaf ve açık bir tartışma sürecini henüz başlatmamış, insan hakları camiasının farklı aktörlerinin katılımını sağlama iradesini göstermemiştir. Muhtemelen kendi hazırlığını yapıp, herkesin bu modeli desteklemesini isteyecektir." (9)
 
Ancak görünen bu kez çok daha sıkı önlemler alınmıştı. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, geçtiğimiz yıl Danimarka İnsan Hakları Enstitüsü ile birlikte örgütlenen konuya ilişkin bir toplantıyı iptal etti. (10) İptal sonrası, e-posta yoluyla davetiye bile yollanan bu etkinlikle ilgili olarak Başkanlık bir ilgisinin olmadığını açıkladı. Bu hafta Ankara'da yapılacak bir toplantı bu gizemli havanın bir diğer güzel örneğini sunuyor.
 
İnsan Hakları Başkanlığı'nın kurumsal web sitesine girildiğinde "Başbakanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN'ın himayelerinde, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı tarafından düzenlenen Medeniyetler İttifakı: Uluslararası İnsan Hakları Konferansı 22 Mayıs 2009 tarihinde Ankara Dedeman Otelinde gerçekleştirilecektir" şeklinde bir duyuru ile karşılaşılıyor. (11)
 
Programı tıkladığınızda insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde insan hakları ulusal kurumları ve ombudsmanlık panel başlıklarını görüyorsunuz ama kim ne konuşacak, böyle bir toplantıya neden gerek duyuldu, Medeniyetler ittifakı ile ulusal kurumların ne ilgisi var gibi sorularınız cevapsız kalıyor. (12) Son dönemde alışkanlık edildiği üzere ilgili olabilecek kimselere toplantıdan 1-2 gün önce davetiye gönderildiği için (İnsan Hakları Merkezi'ne davetiye etkinliğin başlayacağı günden 24 saat önce ulaştı) içeriği başka bir yoldan öğrenmek de mümkün olmuyor.

İşte Bakanlar Kurulu'ndan gelen insan hakları müjdesi böyle gizemli bir sürecin meyvesi. Hiçbir unsuru; insan hakları savunucularıyla, meslek örgütleriyle, mağdurlarla, akademiyle paylaşılmayan, tartışılmayan bir taslak müjdeyle önümüze sunuluyor. Türkiye'nin özgül insan hakları sorunlarının neler olduğu tartışılmadan oluşturulan yeni taslaktan da etkin bir müdahale beklemek anlamsız. Zaten süreci bu şekilde işletenlerin, içerikte ihtiyaca uygun çözüm bulmaya çalışmaları da gerçekçi olmayacaktır.
 
Nasıl olmalı, ne yapmalı?

Ulusal insan hakları kurumlarının kurulması ihtiyacı basit bir çelişkiden doğuyor. İnsan haklarının ihlalcisi olan devlet aynı zamanda uluslararası ve ulusal hukuka göre ihlale karşı önlemleri almakla görevli olan süje. İhlalcinin aynı zamanda koruyucu olmasının mümkün olmadığı ise ortada. Bu çelişkiyi aşmak için önerilen "insan hakları ulusal kurumlarından" kastedilen herhangi bir yönetim birimi değil, belirtilen bu çelişkiyi aşacak şekilde örgütlenmiş insan hakları örgütlenmeleri. Bir başka deyişle yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen örgütlenme modelleri. Bunun ne kadar gerçekleştirilebilir bir hedef olduğu tartışmaya açık olmakla birlikte, yine de böylesi bir hedefin yönetim paradigmasını aşma konusunda, hiyerarşi içinde yapılandırılmış yönetim birimlerinden daha fazla şansa sahip olduğunu söylemek mümkün.
 
İnsan hakları ulusal kurumları kavramı altında klasik hiyerarşik birimlere alternatif olarak önerilen yeni birimler içinde iktidar bulunmayabilir ama muhalif görüş olmazsa ulusal insan hakları kurumundan bahsedilemez. Bu nedenledir ki, ulusal kurumların asgari ölçütlerini gösteren Paris İlkeleri ulusal kurumlar içerisinde çeşitli kesimlerin temsilini öngörürken idarenin temsilini ancak oy kullanma hakkı olmaması şartıyla kabul etmektedir.
 
Önümüzde geçtiğimiz yıllardakinden daha da vahim bir durum var. Bugüne kadar girişimlerde göstermelik de olsa insan hakları toplumunun görüşüne açılan taslak çok daha yukarıdan bir emrivaki olarak sunuluyor. Paris İlkeleri ve insan hakları kurumu ruhunun tamamen aykırı bir şekilde hükümet kurumun da yetkilerinin de ne olacağına kendi karar veriyor. Bunu da uluslararası katılımlı bir toplantıda sunarak, süreci daha da bulanık bir hale getirmeye çalışıyor.

Bunun bir adım sonrasını tahmin etmek güç değil, hükümet cömert insan hakları açılımını her şeye karşı çıkan muhaliflerin reddettiğini söyleyecek. Hiç önemi yok. Bir kere kurulacak ve uluslararası camianın önemli bir muhatabı haline gelecek olan İnsan Hakları Kurumu'nun heba edilmemesi için olabildiğince yüksek sesle muhalif olmak gerek...
 
[1] Eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın başlıktaki cümleyi komünizm için kullandığı rivayet edilir.
[2]http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/05/18/turkiye.insan.haklari.kurumu.kuruluyor/527099.0/index.html
[4] İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması için Ulusal Kurumlar başlıklı ve 48/134 sayılı BM Genel Kurul kararı için bkz. http://ihm.politics.ankara.edu.tr/userfiles/file/Metinler/Paris%20Ilkeleri.pdf
[5] Konuya ilişkin ayrıntılı bir değerlendirme içi bkz. Kerem Altıparmak (2007), "Türkiye'de İnsan Haklarında Kurumsallaş(ama)ma", Türkiye Barolar Birliği (yay. haz.) (2007), Bürokrasi ve İnsan Hakları, TBB Yayınları, Ankara, s. 54-111.
[6] AÜ SBF İnsan Hakları Merkezi anılan dönemde Başbakanlığa başvurarak İnsan Hakları Danışma Kurulu'na üyelerin nasıl seçildiğini öğrenmek istemiş, ilginç bir cevapla karşılaşmıştı: Bkz. http://ihm.politics.ankara.edu.tr/Belgeler/Aciklama1.doc
[7] http://ihm.politics.ankara.edu.tr/konferans/index.html
[8] Council Decision on the principles, priorities and conditions contained in the Accession Partnership with the Republic of Turkey and repealing Decision 2006/35/EC (2008/157/EC), OJ L 51/4, 26.2.2008
[9] Kerem Altıparmak/Hülya Üçpınar (2008), İşkenceyi Önlemede Ortak Akıl, (Ankara: TİHV), s. 82-83.
[10] http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/110916-basbakanlikin-insan-haklari-toplantisi-iptal-nedeni-mechul
[11] http://www.ihb.gov.tr/8.%20DETAYLI%20PROGRAM%20TURKÇE.doc
[12] Program, toplantının başlangıcından 24 saat önce ilan edilmiştir. Yollanan davetiyelerde mevcut olmayan programa, şu anda ulaşılabilmektedir. 


Etiketler: insan hakları
nefret