12/12/2024 | Yazar: İlgi Kahraman

Bildiğim tüm sınırları, başka türlü bir hayat umuduyla sorgulattı. Hem de öyle bağır çağır değil, bir deniz meltemi yumuşaklığında, olduğu yerden emin, feminizmin benim için bir dalgası kesinlikle Hülya’ydı.

Hülya Ha’ya: Feminist yoldaşlığa ve kız kardeşliğe dair Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

"Vişne bahçeleriyle dolu neşeli bir şehre benzerdi senin sesin"

Didem Madak, Grapon Kağıtları

Geçen sabah aniden, Hülya ile uyandım[1]. Gerçi, birlikte geçtiğimiz sokaklarda, sevdiği şarkılar çaldığında, hararetli kuir tartışmalarda zaten hep aklımda. Zihnimin, kalbimin bir köşesinde, çoğunlukla farkında olmaksızın Hülya ile yaşamaya devam ediyorum. Gülüşü, zarafeti, özgürlüğe tutkunluğu ile canım Hülyacım, Ankara hâlâ çok sen, sen de bana çok neşesin hâlâ, hayat gibisin.

Biz 2013’te Kuğulu Park’ta tanıştık. Geziydi. Aynı kilimin köşesinde otururken ilk kez görmüştüm Hülya’yı. Çok güzeldi, o yüzden dikkatimi çekmişti, öylece bakmak istemiştim. Hülya oturduğumuz yerde ısrarla onunla konuşmaya çalışan adamdan kaçmaya çalışıyordu, flört ile musallatlığın arasındaki farkı tarihsel olarak inkarda direnen bu adamsa, “Almancam çok iyidir” cümlesiyle başlayan, iyi olduğu şeyleri sıraladığı monoloğuna arsızca devam ediyordu. Hülya ile bakışıp gülümsedik, bu monologlara adımız kadar aşinaydık… Adamı birlikte geri püskürttükten sonra gülmeye devam ettik. O haziran ve temmuz ayında bolca buluştuk, aynı okuldaydık, Hülya Ankara Siyasal’da İnsan Hakları alanında yüksek lisans programındaydı, evlerimiz çok yakındı, ortak arkadaşlarımız vardı. Bu karşılaşma kısa zamanda hayatlarımızın kesiştiği, iç içe geçtiği bir çembere dönüştü.

Tanıştıktan kısa süre sonra ev arkadaşı olduk, Hülya bana taşındı. Evimiz çok güneş alırdı. Elbette dostum olan kadınlar, feministler vardı ama birlikte, dayanışmayla ortak bir yaşam nasıl kurulur pek bilmiyordum. İnandıklarımla yaşadıklarım arasındaki farkı kapatmaya dair gücümü biraz da Hülya ile yaşamaktan aldım. İnsanın nasıl yaşayacağını öğrenmesi zaman alıyor. Hülya’nın yeteneği inandığı biçimde yaşamak işindeydi. Her türden iktidarla baştan mesafeliydi, çok iyi bir gözlemciydi. Yaşamla kurduğu incelikli bağlar nasılsa politikayla da öyle bağları vardı. Bir durum veya ilişki tahayyülündeki yaşama uymadığında usulca başka bir yere akar, orda inandığı biçimde çoğalmaya devam ederdi, yeniden başlardı. Yaşamak kudretine hep hayran kaldım, bacım adeta feminizmin praksisiydi. :)

Aramızdaki dostluk ve sevgi samimiyetle kuruldu. Onun kadar samimi bir insanı pek az tanıdım. Birbirimizi önceden tanıyor gibiydik, biraz benziyorduk evet. Naifliği seviyorduk, incelikli şeyler hoşumuza gidiyordu, teslim olmak da istemiyorduk, patriyarka gibi kavga ettiğimiz şeylerden çok emindik. Dünyaya yavaş yavaş yerleştiğimizi biliyorduk. Hep hüzünlü hep çok neşeliydik. Üzüldüğümüz şeyleri gülünecek hale getirme marifetimizde ortaktık. Çok sarılır çok kahkaha atardık, hiç olmadı taklidini yapacak şeyler bulurduk. Akşamüstleri, güneş batarken evimizin mutfak masasında otururduk. O anların sanki bir melodisi var, sepya bir ışıkta hala çalıyor zihnimde: Yeni Türkü’den bir şarkı, Rebetiko belki... Hülya salata yapmayı çok severdi. Dakikalarca maydanozları, rokaları, naneleri özenle ayıklardı. Bayılıyordum bu salata yapışındaki özeni izlemeye, benim gibi sabırsız bir insan için büyülü anlardı. Ayrıca reyhanı çok severdi.

Bir gün yine mutfaktaydık, makarna pişiriyorduk, gülünecek bir şeylerimiz vardı, kahkaha atıyorduk. Karşı apartmandan bir adam cama çıkıp bize bağırmaya başladı “Orospular, gidin pavyonda gülün!”. Önce moralimiz bozulmuştu tabi. Gezideki umudun korkuya dönüştüğü günlerdi, “kızlı erkekli evler” falan konuşuluyordu. Bir şekilde sokağın, hayatın daraldığını biliyorduk. Camı açıp biz de adama bağırdık: “Terbiyesiz adam, sen kim oluyorsun da bize karışıyorsun!”  Şimdi olsa ne derdik acaba? Bence daha da çok gülerdik, istifimize halel gelmesine asla izin vermezdik! “Ayol kıskanma sen de gül!” falan derdik belki. Neşenin, bizim var oluşumuzdaki, dolayısıyla politikamızdaki yerinin adını henüz koymamıştık. Ümidimizin hep sevgide olduğunu iyi biliyorduk ama. Dünyanın tüm iktidarlarıyla kavgamız, sevgiye dair bu umuttan geliyordu bence. 

Kendimize ait bir hayat edinmek kaygılarımız vardı. Filmdeki Frances’i çok sevişi boşuna değildi. Tezini yazıyordu, binbir emekle, özenle saatlerini masasında geçiriyordu.[2] Uzun uzun yazdıklarını anlatırdı, interseks aktivizmin nasıl doğduğundan bahsederdi, henüz Türkiye’de interseks alanına dair yazılmış bir şey yoktu. Doktorada saha çalışmasıyla bu alanda yazmaya, araştırmaya devam etmek istiyordu. Daha o zamanlarda, saha çalışması için görüşebileceği kişilerle bağ kurmaya başlamıştı. Benim o vakitler kuirim biraz eksikti. Bazı tartışmalarda bazen Hülya’yı sinir ederdim.  Misal, ev işçisi kadınlara ücret ödenmesine dair tartışma yeni başlamıştı, ücretin ev işlerini kadınların yapmasını pekiştireceğini savunup karşı çıkmış, ısrar etmiştim. Bildiğim tüm sınırları, başka türlü bir hayat umuduyla sorgulattı. Hem de öyle bağır çağır değil, bir deniz meltemi yumuşaklığında, olduğu yerden emin, feminizmin benim için bir dalgası kesinlikle Hülya’ydı.

Atanmış/seçilmiş aile tartışmaları henüz yoktu. Aileyle genel olarak kavgalıydık, ama tek başına nasıl yaşanır, nasıl dayanışmaya dayanan bir yaşam kurulur, nasıl kadınlarla yoldaş olunur çok iyi biliyordu. O zamanlar Yüksel Caddesinin üstünde, okulun hemen karşı köşesindeki reklam panosunda “Aile Çöptür” yazılaması vardı, yıllarca orada kaldı. Bunu ve diğer sokak yazılarını çok severdik. Anarşistlerin Dikimevi sokaklarındaki yazılamaları bizi neşelendirirdi: “Rahat Rahat Sevişmek İstiyoruz!” Gördüğümüz sokak yazılamalarında fotoğraf çekilmeyi adet edinmiştik. O zamanlar Kuğulu Parkta kocaman bir barış işareti vardı, duvarlar sözlerle doluydu, tekrar tekrar boyadılar, insanların sözlerini tek renkle boğdular. Çok bunaldığımız bazı akşamlar Kuğulu’ya yürürdük. O benim seçilmiş ailemmiş, ya da biriyle sevgiyle bir hayat nasıl yaşanırsa öyleymiş Hülya ile yaşamak. Bazen hırçındım; dostluğa, yoldaşlığa, dayanışmaya dair öğrenmem gereken şeyler vardı. Bu yüzden onu yorduğum da oldu. Şimdi Hülya’yı düşünürken, fotoğraflardaki mutluluğumuzu gördükçe dostluk/yoldaşlık/sevginin birbirine ne kadar yakın olduğunu anlayabiliyorum. Hülya’dan sonra hep bu yakınlığın peşine adandım.

Neşelenecek bir meşgalemiz mutlaka vardı. Kara Kitap’ı birbirimize, bölüm bölüm sesli okumuştuk. Romanın bazı yerlerinde çok gülmüştük. Rilke’nin “Dedem bu topluluğa aile adını veriyordu” alıntısı ile başlayan “Rüya’ya Selam Söyle” bölümünü çok sevmiştik. Kitapta, Galip’in sığamadığı aile masaları bizim için çok tanıdıktı, masadaki iktidara dair bütün cümlelerin hevesle altını çizmiştik. Melankoliyi sevdiğimizden Galip’i de sevmiştik. Romandan sonra, kediciğimizin ismini Galip koymuştuk. Galip, gerçekten de Kara Kitap kahramanı gibi âşıkane bir kedicikti, adının hakkını verdi. Pek çok kez denesem de kimseyle bir kitabı tekrar paylaşamadım. Sabır istiyor sanırım bu iş, yaşamakla ilgili ortak bir dert edinmeyi gerektiriyor.

Kalan zamanlarımızda ya insanlarla sokaktaydık ya evimiz kalabalıktı ya da geceleri birlikte paylaşırdık. Çalışmaktan kalan zamanımızda mutfak masasında, salonda hayatımıza dönüp dönüp cesaretle baktığımız sohbetler ederdik. Çocukluk anılarından başlayan bu geri bakış, aşklara, arkadaşlıklara, politikaya, okuduğumuz metinlere, başımıza gelen komik şeylere dayanırdı. Çok dertlendiğimiz bazı geceler Cebeci’de Siyasalın merdivenlerinde oturur caddeyi izlerdik veya yürürdük ya da çimlere uzanırdık. Hep hayatla yeniden bağ kuracak bir şey buluverirdi Hülya. Yani Hülyacım çok hayattı, çok inatçıydı, varlığıyla bir direnişti. Didem Madak’ın şiirlerini iyi bilirdi. Ben şairin Hülya’ya benzediğini düşünürdüm, çünkü şiirlerinde hüznüne neşeyle bakabilme kabiliyeti ve yaşamak ısrarı görürdüm, tıpkı onun gibi.

Evimiz tren yoluna bakıyordu. Kocaman bir balkonu vardı, acaba neden hiç çiçeğimiz yoktu hatırlamıyorum. Şimdi şu halimdeki İlgi iken kadınları daha çok seviyor, kedilere daha iyi bakıyor, çiçekleri çoğaltıyorsam, salatayı çok seviyor ve reyhan kurutuyorsam, en sevdiğim roman Kara Kitapsa, Hülya’dandır.

Tatlı sesine, neşesine, gülüşüne özlemle…

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.



[1]Cesaret verici yorumları ve katkılarından dolayı Hülya’nın sevgili dostu Cevahir’e teşekkür ederim :)

[2] Hülya’nın Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İnsan Hakları Anabilim Dalı’nda hazırladığı “İnterseks Çocuklara Yönelik Tıbbi Müdahale Sorunu Bağlamında Toplumsal Cinsiyet ve Beden”

başlıklı yüksek lisans tezi, onu 10.07.2019 tarihinde kaybetmemizin ardından KAOS GL tarafından basıldı. Alev Özkazanç’ın önsöz yazdığı bu çalışmaya erişmek için: https://kaosgldernegi.org/images/library/2019interseks-ocuklara-ynelik-tibbi-mudahale-web.pdf

Hülya tezinde belirttiği gibi, “interseks çocuklara yönelik tıbbi müdahale pratikleri çocuğun toplumsal cinsiyetli bir özne olarak toplumda tanınması için doktorlar ve ebeveynler aracılığıyla çocuğun bedeninin disipline edilmesi ve yeniden biçimlendirilmesi işlevini” üstlendiğini savunuyordu. Bu durum onun için aynı zamanda “insan hakları normlarının ve insan algımızın toplumsal cinsiyet açısından içerdiği hiyerarşi ve dışlayıcılığı gösteren bir olgu” idi.


Etiketler: yaşam, tarihimizden, yorum
2024