07/04/2011 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Eski bir Türk devlet geleneğidir! Benim çocukluğumda bile vardı.

Eski bir Türk devlet geleneğidir! Benim çocukluğumda bile vardı. Bir vali, hükümeti veya o günkü politik ortamı rahatsız mı etti? Hemen Ankara’ya alınırdı. Adına da “Merkez Valisi” denirdi – her ne demekse? Merkezde idare edilecek vilayet mi var? Aynı kader bütün büyük devlet memurları için de geçerliydi. Önemli bir devlet memuru hükümeti veya hükümetin lokal yandaşlarını kızdırdı mı; önce müfettişler gönderilir, hiçbirşey çıkmazsa, terfi etmiş gibi yapılıp ilgili bakanlıkta fonksiyonu olmayan bir işe tayini çıkardı. Gelenek galiba devam ediyor. Savcı Öz’ün başına gelen de bunun gibi bir şey galiba. İşin içyüzü hakkında laf çok; Gülen cemaati ile AKP’nin arasının iyi olmadığı spekülasyonları yapılıyor. Gerçeği bilmek mümkün değil: “Dokunan Yanar”ı henüz bilgisayarıma indirip bakmaya fırsatım olmadığı için, Şık’ın kitabında bu konuya ışık tutacak bilgiler var mı, onu da bilmiyorum.

Bildiğim ve nerdeyse 3 senedir önüme öğrenci olarak gelen avukat, savcı ve hakimler dolayısı ile ilgimi çeken şey ise; Türkiye’deki hukuk erbabının insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında ciddi bir bilgi ve birikim eksikliklerinin olduğu. Bir yanlışlığa mahal vermemek için hemen yazayım: Bu sözleri bizim üniversitenin çocukları için söylemiyorum. Bu konulara ilgi duymayan hukukçu “İnsan Hakları Master”ı yapar mı? Bu konulara kafa yoran ve bu konularda hassas olan birçok avukat, savcı ve hakimin olduğuna da eminim. Ama sistemin içinde insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi konularından bihaber hukukçu, ürkütücü bir şekilde yüksek oranda var.

2011 yılında Türkiye’de, transeksüel ve travesti arasındaki farkı bilmeyen, okuduğu şeyin hakaret içerip içermediğini anlamayan savcılar var! 2011 yılında artık bir kenara bıraktığımızı zannettiğimiz “idam cezası” tartışmalarını hortlatmaya çalışan anayasa profesörleri var! Ben sizlere Burhan Kuzu’yu daha önce de yazmıştım. Bu politikacının Türkiye’ye insan haklarına uygun, hukukun üstünlüğünü ülkeye getirecek, demokrasiyi güçlendirecek, bir anayasa için başı çekebilecek bir politikacı, hukukçu olmadığın söylemiştim.

AKP’nin tanınan isimleri arasında Bakan Aliye Kavaf’tan sonra belki de bilinen en homofobik politikacısı olan Kuzu; idam cezasına şahsen karşı olmadığını, ama Avrupa Birliği’nin kabul edilmezleri arasında olduğu için ellerinin bağlı olduğunu millete şikayet etti. Bu, seçim öncesi insanların duygularını sömürerek oy avcılığı yapmaktır. Bu köşeyi takip ettiğini bildiğim için yazıyorum, belki faydası olur:

İdam cezası; devletlerin, bireylerin en önemli hakkı olan yaşama hakkını gasp ettikleri gaddar bir cezadır. Bütün cezalardan farklı olarak nihai ve geri dönülmez olduğu için yargının bir hata yapması halinde, hiçbir şekilde bir düzeltmeye gitmek mümkün değildir. Sadece bu iki neden bile gezegenimizin üzerindeki 130 küsur ülkenin, insanları zaman zaman şok ettiren – çocuk katletmek gibi – sayıları göreceli olarak düşük sayıdaki vahşi suçları sineye çekmelerine yetmiş ve idam cezasını kaldırmışlardır. İdamın kaldırılması konusunda dünyada en büyük destek dindar insanlardan gelmekte. Kullandıkları argüman basit: “Allahın verdiği canı, devlet bile olsa kullar alamaz!” İdamın kalktığı ülkelerde zaman zaman bu cezanın geri getirilmesi konusunda çoğunluk oluşur ve vardır. Mesela İngiltere’de çocuklara karşı yapılan vahşi bir saldırı sonrası veya görevi başında öldürülen bir polis memuru olduğu zaman idam cezası taraftarları  “hiç olmazsa belirli suçlar için idamı geri getirelim” diye kamuoyu oluştururlar. Genellikle de “teröristleri de asalım” diye eklerler. Kendilerini güçlü hissettikleri birçok kez parlamentoyu da bu yönde karar almaya zorladıkları olmuştur. Bir demokrasi olan İngiltere’de milletvekilleri önce vicdanlarına, sonra da seçmenlerine hesap vermek durumunda olduklarından ve idam cezası gibi vicdani konularda grup kararı alınamayacağından; idam cezasının kaldırıldığı 1964 yılından beri birçok kere denenmesine rağmen, kısmi idam cezası için bile Birleşik Krallık parlamentosundan, bu denemelerin hiçbirinde bir çoğunluk çıkmamıştır.
 
Yıllarca dünyanın değişik platformlarında insan hakları mücadelesi veririken, memleketim hakkında yegane övünebildiğim konu idam cezasının kaldırılması oldu. Daha önceleri bir iki yazımda Burhan Kuzu’nun homofobisine dikkat çekerek, bu politikacıdan çıkacak yeni bir anayasanın modern, demokratik, insan haklarına saygılı bir anayasa olabileceğine inanmadığımı yazmıştım. Burhan Kuzu AKP Genel Başkanı tarafından “başkanlık sisteminin” tetikçiliğini AKP adına yapmak üzere yeniden milletvekili yapılacak. Bu konudaki eski kitabı da yeniden basılıyormuş. AKP kanalları ile ülkeye dağıtılacaktır zahir. Eşcinsellerin haklarını bir dahaki yüzyıla havale eden, elinden gelse idam cezasını geri getirmek isteyen, gençlerin protestolarına tahammülsüz bir insan, isterse 100 kitap yazsın; nasıl bir anayasa ve politik sistemi bu ülkeye getirmek istediği belli.

Başbakan “Halkım bu konuyu tartışsın” istiyorum demişti. Tartşmaya katkımdır: Başkanlık sistemi tabiatı icabı gücü tek elde ve o elin çevresinde konsantre eder. Burhan Kuzu’nun öncülüğündeki bir anayasa da bu ülkeyi insan haklarından, demokrasiden ve hukuk devletinden daha da uzaklaştırır. Bu insan illa yine milletvekili olacaksa, hiç olmazsa yeni anayasa yazmak işinden el çektirilmeli. Koskoca AKP’de başka hukukçu mu yok? Mesela Zafer Üskül bu konularda belli ki AKP için ve bu ülke için çok daha iyi bir hukukçu politkacı olacak.
 

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret