27/01/2011 | Yazar: Şebnem K.

İfade Özgürlüğünün Sınırlarını Eşcinsellik ve İslam Tartışmaları Bağlamında Yeniden Düşünmek

İfade Özgürlüğünün Sınırlarını
Eşcinsellik ve İslam Tartışmaları Bağlamında Yeniden Düşünmek[*]
 
Şebnem Keniş
 
 
Ana-akım medyada pek yer bulamasa da 21 Ocak günü bağımsız haber ajansları sayesinde ulaşabildiğimiz bir haber[†], eşcinselliğin hastalık olduğuna dair açıklama yapan 21 örgüt aleyhine yapılan suç duyurusu hakkında ifade özgürlüğü gerekçe gösterilerek takipsizlik kararı verildiğini duyurdu. Bu yazıda, bu kararı ele alarak ifade özgürlüğünün sınırları üzerine bir tartışma yürütmeye çalışacağım. Meselenin geçmişini hatırlamakta fayda var.
 
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf 7 Mart 2010 tarihindeki bir röportajında[‡] “Eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmelidir” gibi AKP hükümetinin eşcinsellik konusunda birazdan değineceğim ayrımcı çizgisiyle gayet uyum içinde olan bir cümle sarf etmişti. LGBT ve feminist örgütler Aliye Kavaf’a tepki göstermiş, özür dileyip istifa etmesini talep etmişlerdi.[§] Hemen ardından bazı İslami örgütler Aliye Kavaf’a bir açık mektup yayınlamış[**] ve bakana desteklerini bildirmişlerdi. Eşcinselliğin bir anomali, araz ve hatta sapkınlık olduğunu belirtmiş; Müslümanların ayıp ve günah olan eşcinselliğe karşı durmalarının bir insanlık sorumluluğu olduğu söylemiş; hızlarını alamamış Müslümanları ve çeşitli bakanlıkları ve ilgili birimleriyle hükümeti “aile yapısının bozulması ve neslin imhasına” sebep olan eşcinselliğin meşrulaşmasını, doğal kabul edilmesini ve yaygınlaşmasını engellemek için göreve çağırmışlardı. Bir de Kur’an-ı Kerim’i olabilecek en homofobik şekilde yorumlayarak, “Tarihte bu tür sapkınlıklar yaşayan toplulukların, ilahi kitaplara göre ‘çirkinlik ve kötülük üzere oldukları, saptıkları’ için azap gördüklerini ve helak edildiklerini” de eklemişlerdi. Bunun üzerine Lambdaİstanbul o açıklamayı imzalayan 21 örgüte karşı suç duyurusunda bulunmuş ve “hakaret”, “suç işlemeye tahrik” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” gerekçesiyle haklarında dava açılmasını talep etmişti. Bu tartışmalar medyada da çokça yer bulmuş, İslam ve eşcinsellik meselesi üzerine çokça yazılıp çizilmişti[††].
 
Hükümetin iktidarda olduğu süre içindeki politikaları ve hükümete bağlı devlet kurumlarının icraatları düşünüldüğünde Aliye Kavaf’ın açıklaması şaşırtıcı değildi. AKP hükümetinin muhafazakar aile politikaları, trans bireylere yönelik polis şiddeti, Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa valiliklerinin Kaos-GL, Lambdaistanbul, Pembe Hayat, Siyah-Pembe-Üçgen gibi LGBT derneklerinin kapatılması için yaptıkları suç duyuruları, RTÜK’ün LGBT görünürlüğü olan her dizi ve programa yönelik sansürcü tavrı düşünüldüğünde Aliye Kavaf’ın açıklaması tüm bu hükümet çizgisiyle gayet uyum içindeydi. Ancak sarsıcı olan Aliye Kavaf’a desteklerini bildiren İslami örgütler içinde, sadece ayrımcı başörtüsü yasağına karşı değil Türkiye’deki pek çok farklı ayrımcılık eksenlerine aynı anda karşı çıkan, farklı insan hakkı ihlallerine dair aktivizm üreten Mazlum-Der, Özgür-Der gibi derneklerin de olmasıydı. Bu dernekler, Kürtlerin, engellilerin, mültecilerin, başörtülü kadınların karşılaştıkları ayrımcılıklara karşı politika üreterek Türkiye’deki insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü ihlallerine karşı bütüncül bir yaklaşıma sahip olma iddiasındayken bu derneklerin eşitlik, hak ve özgürlük gibi kavramlarının LGBT bireylere gelince nasıl da işlemez olduğunu gördük. Pek çok konuda devlet ve hükümet politikalarına muhalif tavır alırken mesele eşcinsellik olunca nasıl da iktidarın yanında mevzilenebildiklerini, iktidarla dayanışma örgütlediklerini gördük. İnsan hakları tutarlı biçimde savunulmadığı durumda, yani kendisi gibi olmayan hatta karşı olduğu yaşam, düşünce, var olma biçimlerine sahip bireylerin temel hak ve hürriyetlerini de savunacak bir kapsayıcılığa erişmediği durumda, aniden iktidarın yanına yerleşebildiğini bu örgütlerin açıklamaları bize gösterdi.
 
Yazının başında bahsettiğim takipsizlik kararına geri dönecek olursak: İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zülfikar Tekirdağ Lambdaİstanbul’un o açıklamayı imzalayan 21 örgüte karşı yaptığı suç duyurusunu incelemiş ve bu örgütlerin açıklamalarını “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirerek takipsizlik kararı vermiş. Bir Mazlum-Der yetkilisinin savunmasını dinleyerek verdiği kararı şu şekilde gerekçelendirmiş:
“Kendilerinin kimseyi küçültücü ve hakaret içeren söz ve davranışlarda bulunmadığını tamamen düşünce açıklama amaçlı samimi ve sorumlu saptamalardan ibaret açıklama olduğu, kimseyi suç işlemeye tahrik etmediği, tamamen Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selam Aliye Kavaf'a destek mahiyetinde bir açıklama olduğu beyan edilmiş. Bu nedenle müşteki dernek yetkililerinin iddiaları sadece soyut iddia olup, Türkiye'de düşünce hürriyeti de bulunması nedeniyle; düşünce eyleme dönüşmemiş olması nedeni ile şüpheli dernek yetkilileri hakkında kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte delil elde edilmemiş olmasına binaen, kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.[‡‡]
 
Eşcinselliğin anomali, araz ve sapkınlık olduğunu iddia etmek; Müslümanları ve diğer ilahi inanışlara sahip olanları ayıp ve günah olan eşcinselliğe karşı durmaya davet etmek, hatta bunun tüm Müslümanlar için bir insanlık sorumluluğu olduğu söylemek; Müslümanları ve çeşitli bakanlıkları ve ilgili birimleriyle hükümeti eşcinselliğin meşrulaşmasını, doğal kabul edilmesini ve yaygınlaşmasını engellemeye çağırmak bir ifade özgürlüğü müdür?
 
Ayşen Candaş düşünce ve ifade özgürlüğü üzerine bir yazısında[§§], ifade ve düşünce özgürlüğünün hiçbir koşulda sınırlandırılmaması gerektiğini savunan liberteryen görüşü eleştirir ve her fikrin savunulmasının her bağlamda ifade özgürlüğü kapsamında neden değerlendirilmemesi gerektiğini anlatır. “Hakların, bütün başka kurallar gibi, sosyal bir ortam içerisinde anlamlandırıldığını ve uygulandığını[***]”, dolayısıyla fikirlerin yaygınlaştırılmasının seslendirildikleri toplumsal ve siyasi koşullarda nasıl etkiler yaratacaklarına bağlı olarak sınırlanabileceğini ileri sürer.
 
Bu yaklaşımı düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarını tartışırken oldukça yararlı buluyorum. Tıpkı insan hakları savunuculuğu konusunda tutarlı bir yaklaşımın kendimiz gibi olmayanların hatta karşı olduğumuz yaşam, düşünce ve var oluş pratiklerine sahip olanların da haklarını savunmamızı gerekli kıldığı gibi, özelde ifade özgürlüğü konusu için de aynı şey geçerli. Ama bunun bazı sınırları var. Ne her fikir eşit derecede değerlidir, ne de kamusal alan her fikrin eşit derece etkiye sahip olacağı biçimde düzenlenmiştir. Bir fikrin sadece içeriğine bakarak değerlendirildiği yani “şu ya da bu içeriğe sahip olan fikirler ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez” gibi evrensel formüller yerine, bir fikri dillendirildiği bağlamdaki iktidar ilişkileri ile etkileşerek nasıl sonuçlar yaratabileceğine göre değerlendirmek daha demokratik bir toplum hedefi için daha anlamlı değil mi?  
 
Tarihsel olarak ifade özgürlüğü hegemonik olan düşüncelerden, iktidarların hakikat iddialarından farklı düşünceleri dile getirmeye çalışan toplumsal hareketlerin yüzyıllar süren mücadeleleri sonucunda kazanılmış bir özgürlük alanıdır. Ayşen Candaş 2007’de Kurtlar Vadisi dizisinin faşizan, ırkçı, ayrımcı değerleri ve şiddeti teşvik etmesi nedeniyle protestolar sonucu bir süre yayından kaldırılmasını ifade ve fikir özgürlüğünün bir ihlali olarak görenleri eleştirdiği “Fikir Özgürlüğü Kimin Hakkını ve Hangi Fikri Korumakla Yükümlüdür?” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“İfade ve fikir özgürlüğü azınlık olanın, mağdur olan ve/veya hisseden, ve nispeten güçsüz olanın ihtiyacı olan bir haktır, hatta bu yüzden adı ‘hak’tır. İhlal edilme ihtimali yüksek olmayan hiçbir özgürlük haklar statüsüne alınmaz, çünkü buna gerek yoktur. Fikir özgürlüğü bir hak statüsündeyse bu onun ifadesi popüler olmayan fikir, duygu ve düşünceleri koruma altına alma amacı ve niyeti yüzündendir. Özgürlükçülükle amaçlanan, ırkçılığı sorgulayacak olanın özgürlüğünü korumak olmalıdır; ‘bir ırkçı yayın daha sicilimize eklensin’ diye çabalamak tarafsızlık kisvesinin altında tarafını belirlemiş bir duruş değildir de nedir?[†††]
 
Türkiye’de ne yazık ki ifade özgürlüğü hegemonik olan düşüncelerden farklı düşüncelerin dile getirilebilmesine, toplumsal olarak güçsüz konumdaki grupların fikirlerini yaygınlaştırabilmelerine ve hatta devlet otoritesini ve resmi ideolojiyi sorgulamalarına olanak sağlamak için değil; aksine devletin milliyetçi, komüniteryen (cemaatçi) değerlerini ve bu değerlerle benzer çizgideki hegemonik fikirleri korumak amacına hizmet etmektedir[‡‡‡]. Anayasanın ifade özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesinde bu özgürlüğün sınırlandırılabileceği durumlar tam da bu milliyetçi, devletçi, komüniteryen değerler çerçevesinde şekillenmiş ve ifade özgürlüğünün kendisini anlamsız kılacak kadar absürttür:
“MADDE 26-Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. (…) Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması (…) amaçlarıyla sınırlanabilir.[§§§]
 
Ayşen Candaş’ın belirttiği gibi, “ifade ve fikir özgürlüğü azınlık olanın, mağdur olan ve/veya hisseden, ve nispeten güçsüz olanın ihtiyacı olan bir hak” ise heteronormativitenin eğitimden, hukuka, aileden, medyaya toplumsal alanların neredeyse tümünde egemen olduğu Türkiye bağlamında gerçekten ifade özgürlüğüne ihtiyacı olan, azınlık durumunda olan, tehdit altında olan eşcinselliğin anomali, hastalık, günah, sapkınlık ve benzeri tüm kötü şeyler olduğunu iddia eden örgütler midir, yoksa eşcinsellerin kendileri midir?
 
Temel hak ve hürriyetlerin herkes için anayasal düzeyde garanti altına alındığı, eşcinselliğin bir cinsel yönelim olduğu ve eşcinsellerin diğer tüm vatandaşlar gibi temel hak ve hürriyetlere sahip oldukları konusunda toplumun çoğunluğunun bir uzlaşı içinde olduğu bir ülkede yaşıyor olsaydık; dolayısıyla eşcinselliğin anomali, araz ya da sapkınlık olduğunu iddia etmenin marjinal kalacağını, eşcinsellere yönelik nefreti ve şiddeti teşvik edecek bir güce sahip olamayacağını bilseydik bu örgütlerin açıklaması gerçekten de ifade özgürlüğü kapsamında savunulabilirdi.
 
Ancak, Türkiye bağlamında bu durum tamamıyla farklı. Bahsedilen örgütlerin açıklaması Türkiye bağlamında hegemonik olanı temsil ediyor ve dolayısıyla eşcinsellere yönelik ayrımcılığı, şiddeti ve nefreti teşvik edici bir potansiyel taşıyor. Bu yazının ilk başında da örneklerini verdiğim gibi, AKP hükümetinin muhafazakar aile politikaları, hükümete bağlı kurumların (valiliklerin, RTÜK’ün, polisin) homofobik ve ayrımcı icraatları, hukuk pratiklerine ve toplumsal hayatın farklı alanlarında egemen olan heteronormativite düşünüldüğünde İslami örgütlerin eşcinsellik konusundaki açıklamaları tam da egemen olanın, iktidar olanın, norm olanın, güçlü olanın temsiliydi. Yani Müslümanları eşcinselliği engellemeye teşvik eden bu açıklama savcının kararında belirttiğinin aksine, “sorumlu saptamalardan ibaret bir açıklama” değildi. Savcının iddia ettiğinin aksine, kamusal alandaki etki alanı eşcinsellere yönelik ayrımcılıkları, şiddeti ve nefreti tetikleyecek ve meşrulaştıracak kadar güçlüydü. Dolayısıyla, hukuki yaptırımı olması gerekirdi.
 
İfade özgürlüğünün hegemonik olan düşünceleri korumaktan ziyade azınlıkta olan, güçsüz konumda olan kesimlerin fikirlerini kamusal alanda duyurabilmelerine imkân sağlamak için var olduğunu unutmamak gerekiyor. İfade özgürlüğünün sınırları konusunda evrensel formüller geliştirmek yerine, fikirlerin bulundukları bağlamlarda iktidar ilişkileri ile etkileşerek nasıl sonuçlar yaratabileceklerine bakmak ve ifade özgürlüğünün sınırlarını bu bağlamsal koşullar içinde belirlemek daha uygun gözüküyor. İfade özgürlüğü çerçevesinde verilen hukuki kararlardaki çifte standartların, tutarsızlıkların deşifre edilmesi hukuksal alanda yürütülen mücadeleler için hâlâ önemini koruyor.
Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Araştırma Görevlisi
 


[*] Bu yazı www.feminisite.net’ten alınmıştır. 
[†] “Eşcinsellik Hastalıktır Sözü Düşünce Özgürlüğüymüş!”, Ruken Adalı, Fırat Haber Ajansı, 21.01.2011, http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=39305
[‡] “Eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmeli”, Faruk Bildirici, 07.03.2010, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=14031207
[§]Bakan Kavaf Derhal Özür Dilesin, İstifa Etsin!”, 16.03.2010, http://www.lambdaistanbul.org/php/main.php?menuID=5&altMenuID=5&icerikID=8785
[**]Kadın Ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı,Sayın Selma Aliye Kavaf’aAçık Mektup”, 20.03.2010, http://escinsellikhastaliktir.blogspot.com/
[††] Bu tartışmalardan bu yazının sınırları dahilinde olmadıkları ve başka bir yazıda detaylı biçimde ele alınmaya değer oldukları için bahsetmiyorum. Ancak birkaç şeye değinmeden geçemeyeceğim. İslam ve eşcinsellik üzerine medyada dönen tartışmalar dindar yazarlar/entelektüellerin kesinlikle homojen olmadıklarını ve aralarındaki ayrışmaları görmek açısından oldukça ilginçti. Örneğin büyük kısmı eşcinselliğin kamusal görünürlüğüne dahi karşı çıkarken, Hidayet Tuksal ve Ayhan Bilgen gibi dindar entelektüellerin çoğulcu bir İslami yorumu sahiplenerek eşcinselliği temel hak ve hürriyetler bağlamında ele aldıklarını ve bu anlamda tutarlı bir insan hakları savunuculuğu pratiği sergilediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hidayet Tuksal ve Ayhan Bilgen gibi değerli entelektüel/aktivistlerin varlığı LGBT hareketi ve İslami hareketler arasında kurulabilecek ittifaklar için umut taşımamıza yardımcı oluyor. 
[‡‡] “Eşcinsellik Hastalıktır Sözü Düşünce Özgürlüğüymüş!”, Ruken Adalı, Fırat Haber Ajansı, 21.01.2011, http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=39305
[§§] Ayşen Candaş, “Muhalefet ve Demokrasi: Hem Politik Hem de Liberal Bir Hak Olarak Düşünce ve İfade Özgürlüğü”, Türkiye’de İfade Özgürlüğü, Der. Taner Koçak, Taylan Doğan, Zeynep Kutluata, BGST yayınları, 2009.
[***] A.g.e., s.86.
[†††] Ayşen Candaş, “Fikir Özgürlüğü Kimin Hakkını ve Hangi Fikri Korumakla Yükümlüdür?”, Mayıs 2007, Feminisite. http://www.feminisite.net/news.php?act=details&nid=289.
[‡‡‡] Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamaların farklı örneklerle ele alındığı oldukça kapsamlı bir derleme-kitap Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) Yayınları tarafından 2009 yılında yayımlandı. Bknz: Türkiye’de İfade Özgürlüğü, Der. Taner Koçak, Taylan Doğan, Zeynep Kutluata, BGST yayınları, 2009. http://www.bgst.org/bgst/yayin/IfadeOzgurlugu.asp


Etiketler: kadın
İstihdam