12/05/2025 | Yazar: Yıldız Tar

Nüfus politikaları adı altında cinsel politikaların hayata geçirilmesi, iktidarın merkezde daha fazla güç depolamasının aracına dönüşmüş durumda. Haliyle, ne Aile Yılı sadece nüfus ve aileyle ilgili; ne de LGBTİ+’lara dönük düşmanlık politikası sadece bir günah keçisi ilan etme girişimi…

Aile Yılı’nın sacayakları Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Dilara Açıkgöz / csgorselarsiv.org

Cezaevinde heyecanla beklediğim anlardan birisi; Diyanet’in aylık dergisinin koğuşa geldiği an. Hemen alıp hangi resimleri kesip kitap ayracı yapılabileceğine bakıyor, kaliteli kâğıt olduğu için ayraç dışında da kullanabileceğimi hesap ediyorum. Bugüne kadar hiçbir dergisini okumadım. Okuyan mahpus sayısının da çok olmadığı fikrindeyim. Ama nisan sayısındaki bir yazı ilgimi çekti. Siyah bir sayfanın solunda insan figürü, kocaman harflerle bir başlık: “Transhümanizmin İnsanlığı Sürüklediği Ahlaki ve Toplumsal Çıkmaz Cinsiyetsizleştirme”

Nispeten kısa sayılabilecek bu yazıyı belki ben yanılıyorumdur diye sindire sindire okudum. Ancak yanılmadığıma karar verdim. Yazı, yapay zekaya yazdırılmış. Yazının akışından, herhangi bir derinliğe ihtiyaç duymayan akışından ve yapay zeka destekli yazıların analitik akışından belli. Hadi bu kadar kesin konuşmayayım, eminim ama ispat edemem demekle yetineyim. Distopik bir biyoteknoloji çağından ve “yapay zekanın yönettiği yapay bir rahim” tehlikesinden bahseden bu yazının-kuvvetle muhtemel-yapay zeka marifetiyle yazılmasındaki ironiyi ise okura bırakayım.

Yazıda tartışılacak çok bir şey de yok açıkçası. Yazı özetle teknolojik gelişmelerin ilerlemesi ile “insanların beyinlerini bilgisayara yükleyerek kadın erkek farklı sanal bedenlerde yaşamayı tercih edebileceğinden”, “doku mühendisliği ile biyolojik cinsiyetin aşılabileceğine” dair bir dizi spekülasyondan bahsediyor ve fetva veriyor: “İslam’ın, transhümanistelerin cinsiyet düşüncesine karşı tutumu, açık bir reddediş ve uyarı niteliği taşır.”

Yazı, siyasal iktidarın LGBTİ+ düşmanı kampanyasındaki ideolojik argümanlardan biri olan “cinsiyetsizleştirme” kavramını komplocu bir bakışla ele alan çok sayıdaki benzerinden pek farklılaşmasa da; özellikle nitelik olarak daha düzeyli olduğunu iddia eden sözde akademik yazıdaki “transhümanizm” meselesi ayrıca değerlendirilmeyi hak ediyor. Yazar, bilinçli olarak “transhümanizm” tartışmalarını bağlamından kopartarak; esasen bu tartışmaların merkezinde yer almayan, teorik ve bir bütün olarak bu tartışmalara eklemlenmemiş LGBTİ+ hareketini uç uca eklediği kavramlarla şeytan ilan etmekten geri durmuyor.

Cinsiyeti ikiliğe hapsetmek, kadınları adeta bir tarla gibi çitlerle hapsetmek; bu ikili rejimi sürdürmek için her türlü aygıtı devreye sokmak bir ideoloji iken; bu ideolojik dayatmaya karşı çıkan LGBTİ+’ları “cinsiyet üzerinden şekillendirilen ideolojik yaklaşımlar” olarak işaretlemek, tipik bir faşizan yaklaşımdır: Hakikate el koyarak onu ters yüz etmek.

Bu yöntem mazlumun zalim olduğu yalanını sadece manipülasyon için kullanmıyor. Aynı zamanda bir tür “kurban mecazı” ile, toplumsal meşruiyet kazanmaya çalışıyor. Robert O. Paxton’ın Faşizmin Anatomisi kitabında faşizmi “beyinden çok sindirim sistemi meselesi” olarak tarif etmesi; Türkiye’de 2015’ten beri inşa edilen LGBTİ+ düşmanı siyasetin metodolojisine de ışık tutuyor. Rasyonel akılla anlaşılamayacak bir strateji ile karşı karşıyayız. Hedeflenen tam da sindirim sistemine yönelerek, zihinsel kabızlık yaratmak ve içeriden hem toplumu hem de tek tek kişileri çürütmek. Bu yolla; panik gibi ilkel dürtüleri harekete geçirmekle kalmayıp bu dürtünün toplumda LGBTİ+ düşmanlığını yaygınlaştırmak için pilot koltuğuna oturması gerekiyor.

Yaratılmak istenen bu panik dalgasını, Aile Yılı ilan edilmesinin arka planındaki tehlike olarak işaret edilen nüfus hızının azalması ile birlikte okumak gerekiyor. İktidar bir demografik krizde olduğumuzu söylüyor. Bunun gerçek olup olmaması, bana kalırsa siyasal iktidarın hedeflerini anlamamız açısından o kadar da belirleyici değil. Bu meseleye, ekolojik yıkım perspektifinden bakmak gerektiğini not düşmek isterim sadece. Ancak konumuz bakımından bu nüfus krizi anlatısı; ulusu yeniden üretme bağlamında ulus-devlet krizi;  kapitalizmin tarlaları çitlerken kadınları da bedenlerine hapseden projesinin restorasyonu ve nihayetinde meselenin günah keçisi ilan edilen LGBTİ+’lar bakımından incelenmeyi hak ediyor.

Nüfus politikaları ulus-devlet mefhumu ortaya çıktığından beri ona eşlik eden bir araç ve söylemsel güç alanı olageldi. İnsanı ürün, nüfusu ise sermaye olarak gören kapitalizmin ulus-devletler aracılığıyla bu kaba materyalist amaçlarına bir de tinsel boyut kattığını söylememiz gerek. Bu tinsel boyut, ulus-devlet teolojisinde ulusal ruhu yeni nesillerle güçlendirme anlamına geliyor. Ulusların sayısal çokluğu, adeta insan ruhundaki derin bir boşluğu kapatacak bir vecd hali sağlıyor. Haliyle, ulusun çoğalması millî bir görev olarak inşa ediliyor. AKP’nin milliyetçi-muhafazakâr amalgamında, “en az üç çocuk” tan, “Her kürtaj bir Uludere’dir” çıkışına kadar demografik projeler bu tarz bir tutkal işlevi görüyor. Aile Yılı anlatısında ulusun tehdit altında olduğu komplosu tam da böylesi bir ulus-devleti güçlendirme projesi olarak okunabilir. Bu projenin ekonomik arka planında bir tür emek kıtlığının azlığından türeyen ucuz işgücü yetiştirme hedefi ve yine son yıllarda hız kazanan silah sanayisine yatırım yatıyor olabilir.

Bu projeyi gerçekleştirirken ulus-devlet ve kapitalizm; tabii ki patriyarkayı da göreve çağırıyor. Daha doğrusu, patriyarka bu nüfus politikalarına zemin oluşturuyor. Silvia Federici, kült eseri Caliban ve Cadı’da “erkek ücretli işçiler için fabrika neyse kadınlar için de bedenin o olduğunu” söylerken bu gerçeğe ışık tutmuştu. Hakikaten, kadınların bedenlerinin farklı parçalarının farklı işlevler üstelenen bir fabrika ve yine devlet ile erkeklerin gasp ettiği ve dilediği gibi “sürdüğü” bir tarla olarak sömürü ve direnişin zemini olduğunu hatırlamamız gerek. Çünkü AKP-MHP iktidarı tam da böyle gören bir eril restorasyon projesiyle Aile Yılı’nı ilan etti. Bu hamle, yine Federici’den ödünç alarak ifade edersem; aynı anda hem bir kimlik kaynağı hem de bir hapishane olan bedeni ve özellikle kadınların bedenlerini bu sarkaçta hapishanenin ağır basacağı bir statükoya sabitlemeyi hedefliyor.

Ulus-devlete yaslanmış kapitalizm ve bunlarla iç içe geçmiş patriyarka ikilisine üçüncü sacayağı olarak heteroseksizmi eklediğimizde tablo tamamlanıyor. Aile Yılı’nda nüfusun azalmasının sorumlusu olarak “LGBT sapkınlığı ve cinsiyetsizleştirme”nin gösterilmesine “Nüfusla LGBTİ+’ların ne alakası var” kestirme yanıtını verebiliriz. Ancak bu yanıt kısmen doğru olsa da, eksik bir yanıt olacaktır. Nasıl ki 14. Yüzyıl Avrupası’nda vebanın ardından yaşanan demografik krizle birlikte “sodomi” yani özellikle erkek eşcinselliği olmak üzere üremeye yönelik olmayan her türlü cinsel faaliyetin karşılığı baskı, zulüm ve cinayet olduysa; 2025 Türkiyesi’nde de benzer bir hat örülüyor. Dönemin nüfus paniği o kadar uç noktalara varmıştı ki; Federici’den aktarırsak “Kara ölümün ardından nüfusun azalmasının sebebi olarak görülüp korkulan homoseksüelliğe çare olarak belediye genelevlerinin sayıları arttırılmıştı”. Hatta Floransa’da “oğlancıların” devlet kurumlarından çalışmasının yasaklanması ve “ahlak bürosu” adı altında bir gözetim komitesinin kurulması bile söz konusuydu. Günümüz Türkiyesi’nde ise LGBTİ+’lar cinsiyetler arasındaki farkı belirsizleştirmek suçundan yargılanıyor. TV ekranlarında, siyasi demeçlerde ve bazen de Diyanet’in dergisindeki yapay zeka destekli bir yazıda bu yargılama sürüyor. Bu yargı dağıtma mekanizması bir yandan da sınırları heteroseksüellikle çizilmiş aileler kurmayı teşvik ediyor. Nüfus politikaları adı altında cinsel politikaların hayata geçirilmesi, iktidarın merkezde daha fazla güç depolamasının aracına dönüşmüş durumda. Haliyle, ne Aile Yılı sadece nüfus ve aileyle ilgili; ne de LGBTİ+’lara dönük düşmanlık politikası sadece bir günah keçisi ilan etme girişimi…

Yıldız Tar

Marmara 5 Nolu Cezaevi

Silivri  / İstanbul 

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, kadın, aile, siyaset
İstihdam