01/10/2019 | Yazar: Hayat Çelik

Bu ülkede, adaleti arayan trans bir kadın olarak, hem istihdam alanında hem de sağlık alanında maruz kaldığım ayrımcılığa karşı, hukuki mücadele deneyimlerimi ve bu davalara ilişkin örgüt deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

İh(ti)maller denizinde savrulan bir ayrımcılık davasının anatomisi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bu ülkede, adaleti arayan trans bir kadın olarak, hem istihdam alanında hem de sağlık alanında maruz kaldığım ayrımcılığa karşı, hukuki mücadele deneyimlerimi ve bu davalara ilişkin örgüt deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Dava sürecinde, bana kendimi kötü hissettiren bütün deneyimlerim, aynı zamanda LGBTİ+ hak mücadelesinde görmüş̧ olduğum, madalyonun diğer yüzündeki, kara bir çıbandır. O çıbanı patlatacağım bu yazıda. İltihabın nedenlerine dair sizleri kafa yormaya sevk edebilirsem, bu nedenleri ortaya koyabilirsem; iltihabın bir daha oluşmaması için iyileştirici bir etki de sağlayabilirim diye umut ediyorum. Biz transların yeteri kadar can kırıkları var; dilerim, bir daha hiç̧bir trans, böyle bir hayal kırıklığına maruz kalmaz.

Yakın zamanda Cerrahpaşa’ya karşı açılan davada, yüzümüzü güldüren Emirhan Deniz Çelebi gibi, ben savunuculuğun başarılarına methiyeler dizemeyeceğim. Kötü haberlerim var çünkü!

Dilerim bu yazı, LGBTİ+ hak savunuculuğu alanında çalışmalarda bulunan kişi ve kurumların, kendilerine yönelik bir özeleştiri kültürü̈ geliştirmelerine vesile olur. Ki bu yazı, aynı zamanda onlar için de, bir deneyim aktarımıdır. Kim bilir, belki de yazdıklarım, bu alandaki yaşanılan sorunların bir kara kutusudur. Bu yazıyı okuduğunuzda, bir gün ben de bunları yasayabilirim deyip, belki bulunduğunuz örgüte, verdiğiniz mücadeleye yeni bir pencereden bakma ihtiyacı duyarsınız. Belki bulunduğunuz örgütün bu alandaki eksiğini tamamlarsınız.

Ne olmuştu?

12 Şubat 2014’te, geçiş̧ sürecim kapsamında, mahkeme kararıyla genital dönüştürme ameliyatı olmuş̧, tedavi sürecinde, bir devlet hastanesi olan, İstanbul Beyoğlu’ndaki Prof.Dr. Reşat Belger Göz Eğitim Araştırma Hastanesi’ne başvurmuştum.
31 Mart 2014’te Sabah 11.30 dolaylarında Beyoğlu İlçesi Prof.Dr. Reşat Belger Göz Eğitim Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ünitesi’nin yönlendirmesi ile jinekoloji bölümüne başvurmuş, cinsel kimliğimden dolayı ayrımcılığa uğramış ve sağlık hakkına erişimim doktor tarafından engellenmişti.

Kadın Doğum Uzmanı Dr. F.H., “Siz bir erkeksiniz… Durumunuzu tasvip etmiyorum. Yanlış̧ bir yola girmişsiniz ve bu yanlışınıza ortak olmak istemiyorum” şeklinde ayrımcı, transfobik bir dil kullanarak, ötekileştirici bir tutumla, muayene ve ilaç̧ talebimi geri çevirmişti.

Aynı gün öğleden sonra, o dönem bordrolu bir çalışanı olduğum ve aynı zamanda örgütlendiğim LGBTİ derneğinden iş arkadaşımla tekrar hastaneye başvurup, doktorun ayrımcı söz ve tavırlarına arkadaşımın tanıklığında tekrar maruz kalmıştım.

LGBTİ+ alanında hak savunuculuğu yürüten, çalıştığım ve örgütlendiğim dernek, davamı sahiplenip kampanya bir dava olarak takipçisi olmuştu. Doktorun ayrımcı söz ve tavırlarına ilişkin hastanenin başhekimliğine 31.03.2014 tarihli bir şikayet tutanağı sunmuştuk. Başhekimliğe sunulan şikayet dilekçemin akıbeti konusunda hiçbir bilgi alamamıştık. Olaydan 15 gün sonra, 15.09.2014’te, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına; Dr. F.H. hakkında, suç̧ duyurusunda bulunmuştuk.

Olaydan bir yıl sonra, 17.02.2015’te İstanbul Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü, 4483 sayılı kanuna göre verilen karar uyarınca, Uzm. Doktor F.H. hakkında “disiplin cezası kapsamında kalan” ancak ayrımcılık suçu kanıtlanamadığı gerekçesiyle, “ soruşturma izni verilmemesi” kararı vermişti. Doktor hakkındaki disiplin soruşturmasının akıbeti konusunda, yine tarafımıza hiçbir bilgi verilmemişti.

10.04 2015’te tarafımıza tebliğ edilen karara karşı, 20.04.2015’te İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığı’na itiraz etmiştik. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığı’na yaptığımız itiraz; iki çoğunluk oyuna karşı bir muhalif oy sonucuyla 30.06.2015 tarihinde reddedilmişti.

Takipsizlik kararına karşı, 06.11.2015’te itiraz etmiş̧ ve İstanbul 1.Sulh Ceza Hakimliği, 24.11.2015 tarihli kararıyla, tüm itirazlarımızı gerekçesiz bir şekilde reddetmişti.İstanbul Cumhuriyet Savcılığına sunduğumuz şikâyet soruşturması hakkında ise, “Şikâyet edilen hakkında soruşturma izni şartı gerçekleşmediğinden“ kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmişti. Gerekçesiz reddedilen itirazlarımız, tarafımıza 03.12.2015’te tebliğ̆ edilmişti. Böylelikle 03.12.2015’ten itibaren Anayasa Mahkemesine başvurulması için gereken bir aylık sürenin geri sayımına başlanmıştı. Yani, 03.01.2016 tarihine kadar Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerekiyordu.

Bahsettiğim dernek, aidiyet bağlarımın da güçlü olduğu bir dernekti. Geçiş̧ sürecimin en sancılı döneminde, biyolojik ailemle yoğun sorunlar yaşadığım, toplumun transfobisini üzerimde yoğun şekilde hissettiğim bir dönemde, adeta bir can simidi gibi, beni boğulmaktan kurtaran ve bu açıdan benim için yaşamsal bir anlamı olan yerdi.

Derneğimizin sorunlarını o dönem içeriden gören birisi olarak, dönem dönem kendi içimizdeki toplantılarda dinlendirdim. Bu sorunlardan sadece, bu yazıda ele aldığım davamla ilgili olanından bahsedeceğim. Ancak, dava süreci, derneğin kurumsal/yönetimsel/yapılanma sorunlarıyla iç içe geçtiği için, dernekteki örgütlülük geçmişimle de yüzleşmek zorunda kaldım.

Dernek, ülke çapında yürüttüğü, toplumsal dönüşüme büyük katkı sunduğu projeleriyle, kuruluşunun 5’inci yılından itibaren dışarıdan, adeta bir devlet, kendi başına bir cumhuriyet gibi görünmeye başlamıştı. Öyle bir imaj oluşmuştu ki, attığı demir kendinden ağır bir gemi gibi, bu büyük imajın ağırlığıyla su almaya başlamıştı. Öyle ki, her yeni bir projeyle yeni bir rotaya doğru harekete geçmese dahi, LGBTİ+ hareketin dış̧ tehditlerinin bertaraf edildiği kendi limanında bile su almaya devam ediyordu. İnsan kaynağı sınırlı bir iş gücüne dayanan örgüt, kapasitesini aşan bir iş yükü̈ ve kötü bir yönetim altında savrulmaya başlamıştı.

Derneğin çalışma alanlarından birisi olan, Hukuk ve Adalete Erişim Alanı, bu kapasitenin aşıldığı alanlardan biriydi. 5 kampanya davayı omuzlayan derneğin, davalarından ikisi; biri benim iş hayatında yaşadığım ayrımcılık davası ve diğeri, sağlık alanında yaşadığım bu yazıda detaylı ele aldığım ayrımcı jinekolog davasıydı.

2011 senesinde Medya Takip Merkezi’nde işe alım esnasında yaşadığım ayrımcılık davasını bir kampanya dava olarak sahiplenen dernekle de, bu vesileyle tanışmıştım. Ancak ilerleyen yıllarda, bu davam, iç hukuk yolları tüketilmeden, takipsizlikten akıbeti meçhul bir dava olarak, unutulup gitti. Hatta ben hatırlatmasam, örgütüm, bu alandaki hafızasızlığından dolayı, ilerleyen yıllarda az daha kendi çalışanı bir transa, ayrımcılık uygulayan Medya Takip Merkezi'yle ortak iş yapacaktı. Bu dava süreci, örgütümde yaşadığım ilk hayal kırıklığıydı. O dönem ben de örgütün bir parçası olduğum için, bu hatanın kendi örgütümde bir daha yaşanmaması için, ara ara bu konuda serzenişlerde bulunuyordum. Çünkü hukuk ve adalete erişim alanı, hak savunuculuğu yürüten bir derneğin en temel alanıdır. Bu alandaki herhangi bir ihmal, doğrudan hukuki bir sonuç doğurduğu gibi, ayrımcılığa uğrayan kişiyi de ruhsal olarak yaralayan bir sonuca yol açar.

İlk davamdaki hayal kırıklığını, örgütün insan kaynağı ve maddi kapasitesine bağlı bir sorun olarak değerlendirip, kayıplarımı kendi içime gömdüm. Sonuçta ben bu dernekte çalışıyordum ve bir daha böylesine bir olayın yaşanmasının önüne geçebilirdim. Ara ara bu yönde mailler atarak, ekipteki ilgili kişilerin bu yönde teyakkuzda olması için uyarılarda bulunuyordum.

Bunlardan bir tanesini, 8 Ağustos 2016 tarihli mailimde: “Dernek olarak kampanya davalar konusunda kendimize bir özeleştiri getirmemiz gerektiğini düşünüyorum ve bir daha altından kalkamayacağımız, kapasitemizi aşan davaların altına girmememiz gerektiğini düşünüyorum.” şeklinde yönetime sunmuştum.

İlerleyen yıllarda dernek, ayrımcı jinekolog davamı kampanyalaştırarak, takipçisi olacağının sözünü̈, bana ve tüm kamuoyuna vermiş̧ oldu.Anayasa Mahkemesi başvuru sürecine kadar, hukuki mücadele süreci devam etti. 03.12.2015 tarihinden itibaren bir aylık süre zarfında Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerekiyordu. Yani, 03.01.2016 tarihine kadar Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerekiyordu.

Davamın avukatı, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru süresinin bitiminin son haftası ilgili mailinde; “3 Ocak günü Anayasa Mahkemesine başvuru süremizin son günü. Ben başvuruyu hazırlıyorum…” şeklinde, başvuru sürecine dair bir bilgi paylaşmıştı. Ancak 3 Ocak 2016 Pazar gününe denk geldiği için, davamın avukatı, Anayasa Mahkemesi’ne, 4 Ocak Pazartesi günü̈ (04.01.2016) başvurmuş.

Anayasa Mahkemesi’ne başvurulduktan sonraki yıl, 2017 Kasım ayında dernek, örgüt olarak sonbaharını yaşıyordu. Ben de bu süreçte, örgüt içerisinde cereyan eden psikolojik şiddet ortamının tam ortasında kalıp, bu şiddete dayanacak gücümün kalmaması ve derneğin olağanüstü̈ genel kurul sürecinin akabinde de, bu şiddetin üzerimdeki fiziksel ve ruhsal yıkımına dair bir çözüm sunulmadığı için, istifa ederek ayrılmak zorunda kaldım. Bu kaotik süreçte yönetimi devralan ekip, transların ne denli istihdam sorunu yaşadığı gerçeğini de göz ardı ederek; bir transın, devletin ödeyeceği işsizlik maaşından yararlanmasına bile, imkan tanıyacak inisiyatifi almaktan acizdi. Davamın avukatı da, Kasım 2017 kriziyle, hem dernek yönetiminden hem de dernekten uzaklaşan isimler arasındaydı.

Anayasa Mahkemesi’nden Ayrımcı Jinekolog Davasında “Kabul Edilemezlik” Kararı

Anayasa Mahkemesi’ne başvurduktan sonraki yıllarda, dernekte tüm bunlar yaşanırken; aradan geçen üç̧ buçuk yıl sonra, Haziran 2019’da E-devlet üzerinden, Anayasa Mahkemesi’nin başvurumuzla ilgili kararını öğrendim. Karar gerekçesinde sadece “ Kabul Edilemezlik” yazıyordu. Öğrenir öğrenmez o gün şu videoyu hazırladım ve karara ilişkin değerlendirmemi LGBTİ+ dernek ve kişilerin yer aldığı bir mail listesi üzerinden kamuoyuyla paylaştım.


Daha sonrasında, davamın avukatına kararı ilettim. (Kendisinin haberi olduğu halde, bir aya yakın süre boyunca, neden benimle paylaş(a)madığı bir soru olarak burada kalsın?) Kendisi bana randevu verdi ve ofisine davet etti. Ofisinde kendisiyle buluştuğumda, Anayasa Mahkemesi’nin davamızı neden kabul edilemez bulduğuna dair benim hiçbir bilgim yoktu. Orada gerekçenin, “Başvurunun, 30 günlük başvuru süresi geçtikten sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.” şeklinde olduğunu kendisinden öğrendim.

Bu kararı öğrendiğim an, bir mayına basmış̧ gibi hissettim. Bağırmak, isyan etmek, oradan uzaklaşmak istiyordum ama o mayın benim ayağımın altındaydı ve en çok ben yara alacaktım. Sakin bir şekilde, avukatımdan, bu mayının, AİHM süreci umudumu da, benden alıp almayacağını sordum. Avukatım, bana bu kararın, AİHM sürecimizi olumsuz etkilemeyeceğini iletti. Bunu duyduğum an biraz rahatladım ve kendimi teselli etmeye çalıştım bu bilgiyle.

Avukatlar, çok önemsediği bir davayı son güne mi bırakır?

Yıllar boyu örgütten arkadaşım olarak gördüğüm, tanıdığım, güvendiğim, yoldaşlık ettiğim bir insan vardı karşımda ve bu olumsuz kararla ilgili beni teselli etmeye çalışıyordu. Bu davayı çok önemsediğini, tamamen bir parmak hesabı oyunuyla, Anayasa Mahkemesi’nin kararı aleyhimize çevirdiklerini söylüyordu. Kendisine inanmayı istemekle birlikte, içimden bir ses yüzüne haykırmak istiyordu: Peki çok önemsediğini söylüyorsun ama, o zaman en iyi ihtimalle, Anayasa Mahkemesi’nin aleyhimize bir karar almaya meyilli olduğunu bildiğin halde, neden son günü başvurdun? Avukatlar, çok önemsediği bir davayı son güne mi bırakır?

Damarlarıma sanki bir zehir enjekte edilip, ayrılmıştım oradan. Günden güne zehirleniyordum bu haberle, acı çekiyordum, isyan ediyordum umudumu yitirmemeye çalışıyordum bir yandan. Ancak içime bir kurt düşmüştü artık. En sonunda bir karara vardım ve dava dosyamı avukattan aldım. Kararımı kendisine ilettim ve dosyamın fotokopisini alıp, bana destek olabileceğini düşündüğüm, bir insan hakları derneğine başvurdum.

İlgili dernek beni bir avukatına yönlendirdi. Randevu alıp iki arkadaşımla birlikte ofisine gittik. İlgili avukata, Anayasa Mahkemesi’nin davamla ilgili, kabul edilemezlik kararı verdiğini ve karara ilişkin gerekçenin, 30 günlük süre içerisinde başvurulmadığı yönünde olduğunu sözlü olarak ilettim. Kendisi bunu öğrenince hayıflanarak, “AİHM’den olumlu bir karar çıkması çok muhtemel bir davaymış, yazık olmuş, usulen iç hukuk yolları tüketilemediğinden, AİHM şansının da kalmadığını” söyledi. AİHM’e başvursak bile, bu gibi durumlarda bugüne kadar davaya esastan hiç bakmadıkları yönünde görüş bildirdi. Üstelik ilerleyen günlerde görüşüne başvurduğum başka bir avukat daha, bu görüşü teyit etti.

Başımdan kaynar sular dökülmüş gibi yıkıldım o an. Bir şok daha yaşamıştım bu haberle, çünkü avukatım, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının, AİHM sürecimize olumsuz hiçbir etkisinin olmayacağını söylemişti bana.

Sonra aklımda deli sorular birbirini kovaladı. AİHM sürecimizi bloke eden bu kadar kesin bir bilgiyi bilmiyor olamazdı. AİHM başvurusu için dayanışma çağrısına çıkıp, sürecin masrafını karşılayacağımı, bana gereken masrafı bildirmesini istemiştim. Tüm bunlara rağmen işsiz de olduğumu bildiği halde, AİHM’e başvuru için bana 5 bin TL masraf+ücret çıkardı. Üstelik benden yardım da talep ediyordu. Ardı arkası kesilmeyen sorularla, kendi içimde bir fırtınaya karşı direnmeye çalışıyordum. LGBTİ+ Türkiye’ye dair, bütün anlam eksenim yerinden kaydı. Beni dibe doğru çeken bir girdaba kapılmıştım ki, yazarak bu satırlara tutunmaya karar verdim.

Her şeyi en başından sonuna kadar sorgulamaya başladım. Bu sorgulama sürecinde, dernekle olan bütün travmatik geçmişimle de yüzleşmek zorunda kaldım. Davanın takipçisi olacağını söyleyen dernek, davanın varlığından bile bihaberdi. İnsanlık hali, unutulmuş̧ olabilir deyip geçilebilecek bir konu hiç̧ değildi. LGBTİ+ hareketin kurumsal bir öznesi olmak, konuya daha profesyonel bir yerden, ciddiyetle eğilmeyi gerektirir. Hafızasını yitirmiş̧ bir dernek, bir hareket; önünü nasıl görebilir ki? Kurdunu içinde taşıyan bir ağaç̧ gibi, kurumaya mahkumdur.

Sağlık alanında bir transa yönelik uygulanan ayrımcılığa karşı verilen hukuki mücadeleden elde edilebilecek bir kazanım, bütün transları ilgilendiren bir kazanım olduğuna göre, bu ihmal yüzünden ortaya çıkan kayıp da, bütün transların kaybıdır. Dolayısıyla bu kayıp, LGBTİ+ hareketin kurumsal ve kişisel bütün öznelerini ilgilendiriyor. Belki de LGBTİ+ hareketin, bugüne kadar hiç karşı karşıya kalıp, muhakeme yapmadığı bir konudur. Ayrımcılığa karşı politikamız net, ya peki meslek ihmaline karşı?

Bu yazının editoryal süreci içinde, Kaos GL Avukat Ağı, AYM’nin yasal süreyi, bizim son başvurumuzdan çok önce başlatmış olabileceğini, ancak davayı açtığımız dönem itibariyle, aslında AYM'nin böyle bir değerlendirme yapmasının hukuken mümkün olmadığını iletti.

Kişisel olarak bir talebim olmamakla birlikte, politik olarak; bu sonuca neden olan kişi ve kurumların bir açıklama yapıp, bütün LGBTİ+ kamuoyuna, özeleştiri vermeleri gerektiğini düşünüyorum.

Bu nedenle de, bu yazı yayınlanmadan önce, davamın takipçisi derneğe, kurumsal öz eleştiri talebinde bulunmuştum. İlgili derneğin şu anki yönetim kurulu, talebime olumlu dönüş yaptı ve ilerleyen süreçte, hukuk alanında yürüteceği bir çalışma üzerinden, kamuoyuna öz eleştiri vermeyi kabul etti. Ben de, çözüme dair planladıkları çalışmaya katkı sunmayı kabul ettim.

LGBTİ+ hareket içinde, bildiğim kadarıyla bu bir ilk olmakla birlikte, bu tutumun hem harekete iyi bir örnek olacağını, hem de kamuoyu nezdinde, ilgili derneğe, olumlu yansıyacağını düşünüyorum. Bu karara katkı sunan dernek yönetim kurulu üyelerini, sorunla yüzleşmekten kaçmadıkları için, cesaretlerinden dolayı takdir ediyorum. Çünkü öz eleştiri kültürünü çok önemsiyorum ve bunu harekete kazandırmamız gerekiyor. Özeleştiri vermekten kaçan, eleştiriye kapalı örgütlerin var edeceği bir hareketin, tabanı olmayacağını düşünüyorum. Böylesine taşlı, dikenli bir yolda, tabansız yürümeyi tercih eden örgütlerin, balon gibi havalanıp, LGBTİ+ atmosferin dışına savrulması kaçınılmaz.

Ortada bir ihmal söz konusu olduğu gibi, öte yandan Anayasa Mahkemesi’nin kararı da oldukça tartışmalı. Dava dosyası için, AİHM’e de geçtiğimiz günlerde başvuruldu ancak AİHM’in bu davayı kabul edip etmeyeceği ve nasıl sonuçlanabileceği konusunda hukukçular farklı görüşlere sahip. Bekleyip göreceğiz artık.

Ayrımcılık Değil, İhmal Değil, Adalet İstiyoruz!

Son olarak; LGBTİ+ sivil toplum alanında, akademisyen, avukat, uzman, profesyonel, aktivist vb sıfatlarla görev alan genele dair bir şeyler söylemek istiyorum.

Bir trans olduğu için; toplumun eğitim, istihdam gibi, bireyi güçlendirici alanlarında dezavantajlı konuma sürüklediği ve bu sebeple de, kariyerinizde yolunuza çıkamayacak konumda gördüğünüz, ihmal ettiğiniz, kaale almadığınız, yalnızlaştırdığınız bütün transları artık kaale almanız, tutarlı olmanız, samimi olmanız için de dilerim bir başlangıç olur bu çağrım. Evet, acı konuşuyorum, çünkü gerçekler acı ve şimdi gerçeklerle yüzleşme vakti.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, sağlık, sağlık hakkı
İstihdam