20/07/2022 | Yazar: Bahar Yavuz

Engelli kadın kimliği hem kadın bedenine atfedilen anlamlardan ve görünüş kriterlerinden, hem sakat bedenler aracılığıyla üretilen çağrışımların toplamından daha farklı bir şeye işaret ediyor. Eğer ikilikler bize engelli kadın olmakla ilgili mutluluk verici bir imge yaratmakta yardımcı olabilseydi belki benim için bu sorgulama alanı hiç açılmayacaktı. Zira ihtiyaçlarımı ve nerde olmak istediğimi bu normların düzenlediği yaşam alanında bulabilecektim.

İkiliklerden akışkanlığa bir giriş: Engelli kadın kesişimselliği Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Normatif olanın ne olduğu ve herkesin bu normativite içinde nerede konumlandığı meselesi problematik bir noktaya işaret eder. Çünkü norm olan şeyin karşısında bir de norm dışılığa yüklenmiş sıfatlar vardır. Çoğunlukla bir şekilde genele, kabule uymayan şeyler ya da kişiler bu karşıt tanımlama içinde sınıflandırılmaya çalışılır. Örneğin norm sağlam olmaksa anormal olan sakatlık, norm heteroseksüellikse anormal olan eşcinselliktir. Normatif olan ikilikler üzerinden inşa edilir. Haliyle bu ikiliklerin birer farklı ucu temsil etmesi doğaldır. Üstelik kimlikler açısından düşünmeye devam edersek, örneğin kadın erkek ikiliği üzerinden tüm ilişkilenmeleri açıklamak gibi, bu uçlardan gelen belli rolleri üstlenmesi gereken atanmış tanımlamalar kurulmaya başlayabiliyor. Nitekim bu ikiliklerde hem geçiş hem esneklik hem de akışkanlığa yer olmuyor. Belki de bu noktaya kadar kimilerine göre işlevsel olan bu sınıflandırmalara dair sorun yaşamaya başlıyoruz. Tüm bu ikiliklerden kurulu kimlik tanımlamalarının içine birden fazla ikilikte norma uymayan uçta etiketlenmek payımıza düşmüşse, anormalliğimiz katlanıyor. Ek olarak kesişimselliklerin getirdiği katlanan norm dışı olmanın bedellerini öderken bulabiliyoruz kendimizi.

Aslında normlarımızı şekillendiren sınıflandırmalarımızı ikilikler üstünden hatırlatmamın sebebi, kesişimsel kimliklerin hem normatif düzende inşası hem de kendini var ederken ortaya çıkan durumlarda bu etiketleme stratejisinin nasıl tuhaf bir rolünün olduğunu göstermek. Kategorilerin hayatın birçok alanında işimize ne kadar yaradığını savunup dururuz. Kendi kimliğimiz ve yaşam pratiklerimiz üstünde konuşurken bu kadar net kategoriler ve etiketler koymaktan kaçınsak da konu toplumsal düzeni temsil eden her türlü bağlama geldiğinde normatif olanın konforlu kucağı bizi hemen karşılar.

Benim bu yazı boyunca kesişimsel bir kimlik olarak irdelemek istediğim engelli kadın olma hali, iki normatif rol örgüsünden gelen bir çoklu kimlik: biri sağlamcılık, bir diğer toplumsal cinsiyet. Her ikisi birbirinden çok ayrı kategoriler gibi görünseler de aslında aynı sınıflandırma sisteminin önceliklendirdiği kardeş kriterler vasıtasıyla var olabiliyorlar. Bunlardan bazıları bedeni merkeze alan kurgular, tanımlara bu ikili uçluluğun yardımıyla atanan roller, bu kimliklerle etiketlenen ya da kendini o şekilde konumlandıran kişilerin giymekle yükümlü olduğu bir makbullük giysisi.

Engelli kadın kimliği hem kadın bedenine atfedilen anlamlardan ve görünüş kriterlerinden, hem sakat bedenler aracılığıyla üretilen çağrışımların toplamından daha farklı bir şeye işaret ediyor. Eğer ikilikler bize engelli kadın olmakla ilgili mutluluk verici bir imge yaratmakta yardımcı olabilseydi belki benim için bu sorgulama alanı hiç açılmayacaktı. Zira ihtiyaçlarımı ve nerde olmak istediğimi bu normların düzenlediği yaşam alanında bulabilecektim. Oysa ki normatif olan tam da sınıflandırdığı kimliklere hizmet etmediği için, otobüste tacize uğradığımda bir adam "Olur mu öyle şey, sen benim bacımsın!" ya da arkadaş arasında giyimle ilgili tüm yorumları rahatlıkla yapan bir kadın arkadaş bana dönüp "Benden bile uyumlu giyiniyorsun. Kim alıyor kıyafetlerini?" dediğinde kendimi şaşkın ve anlam verememiş bir halde bulabiliyorum. Benim normlarla kurulu toplumsal hayatta daha iyi yaşamama hizmet edebilecek rolleri ve makbul giysimi giymem, kesişimsel kimlikte yeni bir norm dışılıkla karşı karşıya kalmama neden olabiliyor. Burada belki tek tek kimliklerde kendimizi hissettiğimiz halleri anlatmak daha basit bir netlik sunabilir. Fakat sanıyorum bunu tek ikilikler üzerinden günlük hayatta bolca pratik ediyoruz. Herhangi bir tecrübemizin, isteğimizin, hayalimizin yaratılan sınıflandırmalarda biçilen rollerin ve makbul oluşların hiçbirine tekabül etmediğini deneyimliyoruz. Bazen de he nedense yeni bir kategorinin inşasına, varlığını özgürce ifade etmek için çırpınan varoluşumuza uygun bir isim koymaya çalışıyoruz. Tabii şanslıysak. Çünkü öteki durumda, birileri bizim norm dışılığımızı ve kategorizasyon sorunumuzu görüp çoktan etiketi yapıştırmış olabiliyor.

Burada sağlamcılığı açmadan önce; engelliliğin, sakat kişilerin toplumsal düzenlemeler nedeniyle hayata tam ve etkin katılmaktan alı konma durumlarında ortaya çıkan bir hal olduğunu, bu yüzden nasıl ki toplumsal cinsiyetin toplumsal olarak inşa edildiğini söylüyorsak, engelliliğin de toplumsal bir inşadan ileri geldiğini hatırlamak yerinde olacaktır. Bu nedenle kendi halinde var olan sakat beden sağlamcı kurallarla, yapılarla inşa edilen toplumda, ilişkilerde engellilik giysisini kaçınılmaz olarak giymek zorunda kalıyor. Bu sayede de nasıl ki "Bir kadın toplum içinde kahkaha atmamalı." deniyorsa "Engelliler yanında akrabaları, bakıcısı, kimi kimsesi olmadan dışarı çıkmamalıdır." da denebiliyor. Yine "Gece tek çıkmışsın, hem de bu halde. Hak etmişsin!" gibi bir açıklamayla kadına karşı her türlü şiddet meşrulaştırılıyorsa, engelli için de "Tek başına yaşamak istersen böyle zorlanırsın işte. Ben olmasam kim yardım edecekti sana?" tarzı bir yaklaşımla zor zamanlarda dünya başa dar edilebiliyor. Dolayısıyla engelli olarak etiketlenen herkes; kadın, göçmen, LGBTİ+, azınlıktaki bir dinden ve etnisiteden kişiler gibi müteşekkirliği, sessiz olmayı, tamah etmeyi, zaman zaman duygusal/sosyal/ekonomik/fiziksel zayıflığı kimliğine yedirmeli, böyle makbul olacağını içselleştirmelidir.

Sağlamcılık kimin nasıl görüneceğinden ne yapabileceğine kadar her şeye dair sınırları çizer. Yalnız rolleri dağıtmakla kalmaz, sakatlığın tamir edilip iyileştirilmesi gereken bir bozukluk olduğu öğretisi üstüne kurulu medikal bakıştan aldığı mirasla engellilerin tam, bütün ve kabil olmak için çabalamaları gerektiğini pompalar. Bunu da ne kadar az sakat olduğumu kanıtlayarak yapabilirim. Sağlamcılık, ekseriya dilde kurduğu aşağılama yoluyla kendini daima eksik hissettirme kozuyla engellilere "Ya düzelirsin ya da geçiş yok. Burası sağlamların dünyası." mesajını verir. Sağlamcı dilin işlevsel araçlarından biri mikro-agresyonlardır diyebiliriz. Bunu özellikle kesişimsel kimlik özelinde başka bir zaman ele almanın daha anlamlı olacağını düşünüyorum.

Sağlamcı ve heteronormatif bir engelli kadına yakından baktığımızda mağdur, aciz, ilgi ve korumaya muhtaç, kandırılmaya ve istismara açık bir imge karşımıza çıkar. Belki de normatif düzenin en nihayetinde hem hayal ederek hem inşa ederek ulaşmaya çalıştığı kimlik temsillerimiz aşağı yukarı böyle. Bunlar da kontrol edilebilirliğimizi, uyum sağlamamızı, beklentileri karşılamamızı kuşkusuz daha mümkün kılacak özellikler. Öte yandan engelli kadınların sorunlarını, haklarını, ihtiyaçlarını ve beklentilerini dile getirirken önümüzdeki ekranda en iyi ihtimalle engelli olmayan bir kadının ya da engelli bir adamın konuştuğunu görürüz. Yani temsiliyet ve görünürlük için de bir makbul kriteri söz konusu. Bu tabloyu biraz sosyal medya karıştırarak teyit etmek mümkün. Ek olarak hepsi bir iktidar ilişkisinin -yine ikilik perspektifinden bakarsak- tabi olan ucuna tekabül eden sıfatlar olduğundan, güçlenmeye ve dayanışmaya dair de bir yol sunan ifşa kültürünün engelli kadınlar için pek de gündemde olmadığını söyleyebiliriz. Yine ifşanın engelli kadın kesişimselliği üzerinden irdelenmesi de başka bir yazının konusu olabilir. Bu anlamda yazmak isteyen engelli kız kardeşlerimi davet etmiş olayım.

Gerek ikili gerek çoklu sınıflandırmadan geliyor olsun, belli tanımların varlığının yalnızca yukarıda ifade ettiğim kapsamları değil, aynı zamanda birbirimizle konuşurken ortaklaşabilmek, görünürlüğü arttırmak, kişilere yaşam alanı sağlamak için temsiliyeti var etmek gibi işlemleri de var. Belki de bu yanlar bizim kendimizi ister istemez belli kategoriler üzerinden isimlendirmemize neden oluyor. "ama" sözcüğünü ekleyerek tabii. Çünkü hala o kalıpların imgesinden kendimizi bir heykel için taşı yontar gibi çıkartabilmemiz için "ama"larla, "bir de"lerle bir şeyler ekleyip başarmamız gerekiyor. Böylece tüm zamanların en vazgeçilmez dürtülerinden biri olan insanın kendini anlatma ihtiyacı bir karşılık bulabiliyor. Yaşam pratiklerimizi, zorlanmalarımızı, maruz kaldıklarımızı, yardım taleplerimizi karşıya bir miktar geçirebiliyoruz. Fakat hâlâ köşeliyiz, hâlâ normativitenin malzemesiyle, belki de kendimizi anlatmak için harcayacağımız enerjiyi kimlik yontmaya tüketiyoruz.

Peki bu umarsız dilemmanın içinde daha fazla yorulmadan kendimizi var etmenin, anlatmanın başka bir yolu yok mudur? Normatif kategorilerden sıyrılmayı bir tür akışkanlık sayarsak, burada kendimizi norma göre çelişkilerimizle, sağlamlığı sakatlıkta var ettiğimiz yanlarımızla, olduğumuz gibi tarif edebilir miyiz? Belki tarif için şu an hazır değilsek bile, kendimizi tanımayı normun diliyle yapmaktan vazgeçebilir miyiz? Böylece hiçbir yere uymayan yanlarımızla daha çok bütünleşebilir; maruz kaldıklarımıza dair ses çıkartırken hiçbir kategoriye sığdıramadığımız rahatsızlıklarla tek başımıza mücadele etmek zorunda kalmayız. Dahası bize iyi geleni de acı vereni de kimlik ya da kesişimselliğimizden beklenen şekilde yaşamaz, göstermez; daha insani olarak genelleştirebileceğimiz duygu ve düşüncelerle eşleştirebiliriz. Bu da illa bir aktarım gerekiyorsa, anlaşılmak ihtiyacı varsa bunu duygu ve düşüncelerin daha akışkan ve esnek, daha biricik bir yolla açtığı daha açık anlatım biçimlerini kurarak, takip ederek yapabiliriz. Ben kadınların fiziksel özelliklerine göre seçildiği bir pozisyona engelli bir kadın olarak alınmadığımda örneğin, meseleyi ne engelli olduğum için ayrımcılığa uğradığım ne de kadın bedeninin metalaştırılmasına sıkıştırmam. Çünkü burada katmanlaşan normların yarattığı durum, farklı politik eleştirilerin hâlâ kategoriler üzerinden yaptığı bir analizi aşan bir hali deneyimliyorum. Bir engelli kadın olarak bu tarz durumlarla oldukça sık karşılaşıyor olmamdan ötürü, insanlara durumu anlatırken sürekli farklı kimliklerin normatif yükleri üzerinden referans vermenin çoğu zaman işe yaramadığını fark ediyorum. Bu yüzden sakatlık halimi, kendimi hangi kelimelerle tanımlamak istediğimi alarak, yaşadığım deneyimin benim için ne demek olduğunu tarif ediyorum. Bu insanlarda her şeyin kendi beklenti ve yorumlarına göre olmadığı mesajını gönderiyor. Belki de aynı zamanda normativitenin gölgelerini bana benzer kurmadığı başka birisi de aynı yaşantının benzer etkisinden mustarip ve biz zamanla 2 kişiden fazla olarak harekete geçebiliyoruz. Bu sağlamcı bir feminist kadına ya da cinsiyetçi bir sakata kendimi ifade etmeye uğraşmaktan ya da daha fenası kendim gibi birini kategoriler üstünden arayıp durmaktan daha talihsiz bir tablo sunabiliyor. Bu yüzden normu ve ikilikleri bozmak için kendimi olduğum gibi var edebileceğim bir ortama ihtiyacım var. Tam da şu an bunu Kaos GL’nin bu sayısında kurmaya çalışıyor olabilirim.

Bizi kuşatan, tanımlayan, bu yolla normatif toplumda var eden ikili uçta kimliklerimize hapsedilmiş durumdayız. Bu hâl yalnızca kontrol ve denetimimizin kolaylığını sağlamıyor, aynı zamanda anlaşılma ihtiyacımıza da cevap veriyor. Oysaki benim bugün engelli kadın olma hali üzerinden düşündüğüm gibi kesişimsel kimliklerin bu kategoriler dünyasında itilip kakılmak dışında bir kaderi yok. Gittiği bir davette hiçbir yere oturamayan, bazen ayakta bile kalamayan fazlalıklar gibiyiz. Bu konuda yalnız olmadığımızı düşündüğümden sakat kadınlar, sakat LGBTİ+’lar, mülteci sakat LGBTİ+’lar... ve daha birçok tanımlanmış ya da tanımlanacak kombinasyonlar olarak nefes alabileceğimiz, hareket edip kendimizi var edebileceğimiz, anlaşılıp anlayabileceğimiz bir alana ihtiyacımız var. Burası öyle bir yer ki bizi en iyi anlayacağını düşündüğümüz bir kimliğe koşmaktansa enerjimizi ve motivasyonumuzu diyaloglara harcayabilelim. Medyada, politikada, sokakta ve evde üretilen sağlamcı, cinsiyetçi, heteronormatif söylemlerden ve baskılarından sıyrılıp en az normatif uçlar kadar kendi bakışımızı iletebilelim, işgalci olmayan bir şekilde ulaştırabilelim. İşte bunun için her kimsek, neysek, neredeysek, ne dersek birbirimiz varız. Bunu kullanmaktan öte yol gelmiyor aklıma.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Kesişimsel Aktivizm dosya konulu 182. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 

Destekleyici Okumalar:

McRuer, Robert. "As good as it gets: Queer theory and critical disability." GLQ: A Journal of Lesbian and Gay Studies 9.1 (2003): 79-105.

Price, Janet E. "Engaging disability." Feminist Theory 8.1 (2007): 77-89.

Döke, Deniz Aydemir. “Mikro Saldırılarda İkinci Perde”: https://eeeh.engelsizerisim.com/yazi/36/mikro_saldirilarda_ikinci_perde


Etiketler: yaşam
İstihdam