28/09/2021 | Yazar: Anti Mon

Hepimizin morali biraz bozulmuştu. Ama karalar da bağlamıyorduk. Çünkü HIV’in de sadece bir virüs olduğunu ve tedavisinde büyük aşama kaydedildiğini, arkadaşımın kan değerlerinin iyi olduğunu, dolayısıyla sağlığında acil bir sorunun mevcut olmadığını biliyorduk.

İkinci elden HIV deneyimi - I Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bu yazı yakın bir arkadaşımın HIV testini yaptırması, sonucun pozitif çıkması ve sonrasında doktorun tedaviye başlaması sürecini anlatmaktadır. Süreci mümkün olduğunca detaylı bir biçimde anlatmak istediğimden yazı biraz uzun oldu. Bir seferde okumanın sıkıcı olabileceğini düşünerek yazıyı iki temel başlığa ayırıyorum. Birinci Kısım, İlk Test ve Tanı başlığıyla veriliyor. Bu başlık altında, ilk testin yapılması ve tanının konulması süreci anlatılacak. İkinci Kısım ise Tedaviye Başlıyoruz başlığını taşıyacak. Burada tanıdan sonra arkadaşımın ilk ilaç dozunu alışına kadar yaşanan olayları özetleyeceğim.

Umarım HIV ile ilgili aklınızdaki bazı sorulara yanıt bulabilirsiniz.

Birinci Kısım: İlk Test Ve Tanı

Bir gün ofiste çalışıyordum. Bir kadın arkadaşım arayıp özel bir konu görüşeceğini söyleyince ofisin kapısını kapattım. Ortak bir gey arkadaşımızın, son zamanlarda birçok hastalık geçirmesi (ağızda mantar, deri döküntüsü, egzama, anal fisür, kemik ağrıları) dolayısıyla, şüphelenmeye başladığını ve HIV testi yaptırmaya karar vermiş olduğunu aktardı. Testi fazla vakit kaybetmeden yaptırmak istiyormuş. Üstelik test yapmaya yalnız gitmek istemediği için ikimizi de yanında istiyormuş. Çünkü telefonda konuşan kadın arkadaşım yıllarca hastanelerce çalışmıştı ve kan dokusu hakkında uzmanlığa varan bir bilgisi vardı. Ben de halihazırda moleküler biyoloji alanında akademik çalışmalar yapan biriydim. Dolayısıyla, bizim yanında olmamız onun doğru bilgilere erişimini kolaylaştıracağından tabii ki faydalı olabilirdi. Bunu anlıyordum.

Test yaptırmak isteyen arkadaşım başka bir şehirde yaşıyor. Telefondaki kadın arkadaşımsa başka bir şehirde. Ancak, HIV testi yaptırmak isteyen lubunumuz olası bir pozitif sonuca karşı ailesine, arkadaşlarına ve iş yerindekilere yakalanma korkusu olmadan tedavi olmak istediği için tüm süreci benim bulunduğum şehirde geçirmek istiyordu. Bunu da anlayabiliyordum.

İlk iş olarak Pozitif Yaşam Derneği’ni arayıp bulunduğum şehirde isimsiz test yaptırıp yaptıramayacağımı sordum. Maalesef ki böyle bir şansımızın olmadığını söylediler. Ya özel bir hastane ile görüşecektim ya da şehirdeki üniversite hastanesine gitmemiz gerekecekti. Üniversite hastaneleri genellikle araştırmaların da yürütüldükleri yerler olduğu için ve araştırmanın gelişmeye açıklık anlamına geldiğini bildiğimden tercihimi üniversite hastanesinden yana kullandım. Google’a girip üniversitemizdeki enfeksiyon hastalıkları bölümü hocalarını inceledim. Ardından, hangi hocanın özel randevu verdiğini sistemden kontrol ettim. Gerekli bilgileri topladıktan sonra, hocaya cep telefonundan ulaşmayı başararak Cuma günü mesai saati sonrası (özel muayeneler genelde 15.00’ten sonra başlar) test yaptırıp yaptıramayacağımızı sordum. Yaptırabileceğimizi söyledi. Bunun üzerine Cuma günü saat 16.00 için arkadaşım adına bir randevu aldım. İlgilenecek hocayı daha önceden tanımıyordum. Dolayısıyla, verdiği cevapta, yani Cuma günü mesai saati dışında HIV testi yapılması gerçeğinde, herhangi bir ahbaplık ilişkisi söz konusu değildi. Demek ki, eğer ihtiyaç duyarsanız siz de yaptırabilirsiniz. Öte yandan hocanın cep telefon numarasının bana hastane santralinden verildiğini eklemek isterim. Zannediyorum ki bazı hocalar tüm hastalarla paylaşılabilecek ek bir telefon hattı kullanıyorlar ve santrale bu telefon numarasını paylaşma izni veriyorlar.

İlgili gün geldiğinde, arkadaşlarım farklı şehirlerden geldiler ve biz hep birlikte özel randevu sürecini başlattık. Özel randevular, üniversite hastanesinin web sitesinden alınıyor. Saatiniz gelmeden, görüşeceğiniz hocanın bölümüne (bizim için bu Enfeksiyon Hastalıkları idi) gidip hasta kaydını açtırıyorsunuz. Sonrasında, hastanenin veznesinde sıraya girip para yatırıyorsunuz (Bizim gittiğimiz kurum için bu ücret 165 TL idi). Vezneye gitmeden önce, bölümde kayıt açtırmanız ÇOK önemli. Aksi halde veznede sıra size gelse dahi işlem yapılamaz. Yani boşa beklemiş olursunuz. Maalesef ki sırada bizim önümüzde olan bazı insanların bu nedenle geri gönderildiklerine tanık olduk.

Ödememizi yaptıktan sonra, hocanın (doktorun) olduğu bölüme gidip çağrılmayı bekledik. Muayeneye endişeli lubunya arkadaşımla hastane süreçlerine hakimliği belli olan cis-biseksüel kadın arkadaşım beraber girdiler. Ben dışarıda bekledim. Yaklaşık yarım saat sonra çıktıklarında bana şunları aktardılar:

Doktor ve asistanı olmak üzere odada iki kişi varmış. Doktor, kadın arkadaşıma kim olduğunu sormuş. Bu odadaki hasta bilgilerinin gizli tutulduğundan, alınacak sonuçların da hasta dışında kimseyle paylaşılmayacağından bahsetmiş. Ama hasta onay verdiği için arkadaşımın odada kalmasına izin vermişler. Doktor, arkadaşımı çırıl çıplak soydurmuş. Her tarafını dikkatle incelemiş. Endişe uyandıracak hiçbir bulguya rastlamamış. Bu sırada kilo kaybı olup olmadığını, neden bu teste ihtiyaç duyduğunu sormuş. Arkadaşım sadece 3 kilo kaybettiğini söyleyince, vücut ağırlığının %10’una denk gelemeyen kilo kayıplarının tıbbi manada kilo kaybı olarak değerlendirilmediğini ifade etmiş. Sonrasında, lubunumuza riskli bir cinsel birleşme yaşayıp yaşamadığını sorulmuş. O da “evet, yaşadım” deyince, doktor partnerin cinsiyetini bilmek istemiş ve arkadaşım da “hemcinsi” olduğunu ifade etmiş… Bu cevaba karşı doktorun tavrı sakinken, asistan hanımefendinin küçük bir şok geçirdiği gözlerden kaçmamış.

Ben olanları dinlerken bir yandan da hep birlikte kan vermeye yöneldik. Kan vermek için de önce bir yerden sıra numarası almak gerekiyordu. Arkadaşım 3 tüp kan verdi. Bunlarda birkaç kan değerine bakılacaktı; kan hücrelerinin durumu, bazı önemli enzimlerin seviyesi ve tabii ki bir de HIV’nin olup olmadığını gösteren bir test. Kanlar bu uygun testlerin yapılacağı ilgili laboratuvarlara yönlendirilirken biz de radyolojiye gittik ve arkadaşıma bir göğüs filmi çektirdik. Neyse ki her şey yolunda görünüyordu. Bu iyi bir haberdi.

Tüpleri verip hastaneden ayrıldığımızda tahmin ediyorum ki saat 17.30 civarıydı. Sohbet ettik, güldük eğlendik, yemek yedik, dolaştık derken, saat 9 civarı arkadaşım cep telefonu aracılığıyla kan testi sonuçlarına baktı. “Sonuçlar çıkmış” dediğinde hepmizin sesi kesildi. Bir süre sonra tüm kan değerlerini gördüğünü, ama HIV sonucu için “LABORATUVARLA İRTİBATA GEÇMESİ GEREKTİĞİ”ni söyleyen bir bildirim olduğunu aktardı. Hepimiz bunun Pozitif Olmak anlamına geldiğini düşünüyorduk. Telaşlanmadan, endişelenmemesi gerektiğini, önce doktoruyla görüşüp teyit almasının şart olduğunu söyledik. Bir yandan da “artık HIV’e karşı etkili tedavi yöntemleri bulunduğunu, günde bir ya da birkaç hap alarak tüm sağlıklı insanlar gibi yaşamaya devam edeceğini” hatırlattık ona. Bir süre sonra lubunumuz doktorunu aradı ve telefonda konuştular. Hoca, sonucun pozitif olduğunu ifade etti. Ancak Ankara’ya (Sağlık Bakanlığı’na) onaylama için kan gönderilmesi gerektiğini de ifade etti. Şu an alınan sonucun bir ön belirleme olduğunu, Ankara’dan sonuç gelmedikçe kesin pozitif olduğunu söylemeyeceğini, dolayısıyla tedaviye başlamayacağını ekledi. Bunun yanında, arkadaşımdaki değerin normalin 900 katı olduğunu, dolayısıyla bunun “yalancı pozitif” olma ihtimalinin düşük olduğunu, büyük ihtimalle Ankara’dan sonucun pozitif geleceğini, buna hazırlıklı olması gerektiğini söyledi.

Arkadaşımın bu süreçte yapması, dikkat etmesi gereken şeylerle ilgili sorusuna doktorun cevabı ise çok basitti: Sosyal hayatına aynen olduğu gibi devam edebilirdi. Ancak, korunmadan cinsel ilişkiye kesinlikle girmemeliydi.

Hepimizin morali biraz bozulmuştu. Ama karalar da bağlamıyorduk. Çünkü HIV’in de sadece bir virüs olduğunu ve tedavisinde büyük aşama kaydedildiğini, arkadaşımın kan değerlerinin iyi olduğunu, dolayısıyla sağlığında acil bir sorunun mevcut olmadığını biliyorduk.

Tahmin edersiniz ki gece sürekli olarak bu konudan bahsettik. Tüm cümlelerimiz dönüp dolaşıp “HASTALIĞIN KORKUTUCU OLMADIĞINA, ASIL KORKUTUCU OLANIN TOPLUMUN BU HASTALIĞA KARŞI TAVRI OLDUĞUNA” geliyordu. Arkadaşım annesini, kız kardeşini, doğmak üzere olan yeğenini, iş yerini, partnerlerini düşünüyordu. Onlar üzerine konuşuyor, duygusal öykülerden çok verilerden bahsetmeye özen gösteriyorduk. Sonuçta, konuya ne kadar hakim olursak, korkunun o denli azalacağını ve hata yapma ihtimalimizin o denli azalacağının farkındaydık.

Konuşmak bana iyi geliyordu, ama arkadaşıma eşit derecede iyi geldiğinden emin değildim. Yatağa geçtiğimizde, hiç birimizin uykusu gelmiyordu. Gülüşme, şakalaşma ve nadiren ciddileşme ile geceyi savuşturduktan sonra azıcık uykuyla nihayet sabahı etmiştik.

Cumartesi sabahı, hastaneler kraliçesi, cis, biseksüel kadın arkadaşımız uyurken, taze-tanılı lubun arkadaşım ve ben küçük bir yürüyüşe çıktık. Konu tabii ki onun durumuydu. Ama ikimiz de bu ülkede doğmuş eşcinsel erkekler olarak ayrımcılıkla baş etmeye alışkın olduğumuzu, bu süreçte insanların tüm cehaletlerine rağmen ayakta kalmayı ve mutlu olmayı becerebileceğimizi tekrar ettik. Zaten, bakıldığında, ortada üzülecek bir şey yoktu. Tedavisi var olan bir hastalık ne kadar korkunç olabilirdi ki? Üstelik bu tedavi için özel bir masrafın altına girmek bile gerekmiyordu.

Test Cuma günü yapıldığı için diğer kanları vermeye iki gün vardı. Cumartesi-Pazar’ı gezerek, kendimize iyi bakarak, eğlenerek geçirecektik.

O sabah, kraliçemiz de uyandıktan sonra, favori mekanımızda kahvaltı yaptık. Cis biseksüelimizin artık bir işi kalmadığı için şehrine dönmesi gerekiyordu. Nitekim biz de onu otobüs terminaline bırakıp başbaşa kalmış iki lubun olarak günümüze devam ettik.  Tabii ki ara ara hüzünlensek de genel olarak tam gaz gullüm modundaydık.  

Yalnızca, öğleden sonra saatlerinde, arkadaşım kız kardeşiyle görüntülü konuşurken göz yaşını tutamadı. Bunun üzerine endişelenen diğer aile üyeleri; erkek kardeşi, annesi, teyzeleri, eniştesi vs sırayla aramaya başladı. Bir saat içerisinde gerçek bir telefon yağmuruna tutuldu lubuncağız. Herkes durumunun çok kötü olduğunu düşünüyor, ve arkadaşımın onlara yalan söylüyor olabileceği ihtimaliyle deliriyordu. Tabii ki arkadaşım ailesine ve iş arkadaşlarına HIV pozitif olduğunu söylemek istemiyordu. Bunun için kısmi bir yalan uydurmuştuk. Ama gerçeğe gerçekten ÇOK yakın bir yalandı. Şöyle ki: arkadaşım sözde bağışıklık sistemiyle ilgili bir sorun yaşıyordu. Sonucun netleşmesi için Ankara’ya bir örnek gönderilmişti. O geldikten sonra tam tanı konulacak ve ek tetkiklerden sonra tedavi başlatılacaktı. Tedavi kolaydı. Günde sadece bir hapla hayatını eskisi gibi yaşayabilecekti. Endişelenecek bir şey yoktu. Ayrıca bu tedavi kilo almasına da yardımcı olacaktı. Yani, hep bildikleri gibi görünecekti. Artık ağlamayı bırakabilirlerdi.

Yukarıda yazılanların aslında yalanla ilgisi yoktu. Bunlar gerçekten olanlar ve olacak olanlardı. Yalan, hastalığın adında gizliydi.

Cumartesi ve Pazar’ımız endişeli telefonlar, ara sıra durgunlaşmalar ama genelde ‘yüksek moral’le sonlanıp Pazartesi geldiğinde artık (onaylama için) kan vermeye gidebilirdik.

O sabah ben normal çalışma saatimden daha erkenden yani 7 gibi işe gitmiştim. Saat 9 gibi arkadaşım hastaneye geçtiğini yazınca, işlerimi toparlayı yanına gittim. Ben vardığımda, o sıra numarasını almıştı ve kan vermeyi bekliyordu. Kanını verdikten sonra eline çeşit çeşit 11 tane tüp tutuşturmuşlardı. Kendim de laboratuvarda tüplerle haşır neşir olduğumdan bir tüplük ya da eldiven vermeden tüpleri öylece avucuna sıkıştırmış olmalarına çok sinirlendim. Bu sinirim arkadaşıma bir fobi gibi göründü. Daha sonra yaptığımız konuşmalarda belki de göründüğüm (iddia ettiğim) kadar “HIV-fobiden uzak” olmadığımı değerlendirdik. Oysa, ben olayı HIV özelinde değil, genel olarak bir hastane prosedürü şeklinde değerlendiriyordum. HIV’siz bir kan bile olsa hastanın ellerine böyle sorumsuzca teslim edilmemeliydi. Yine de zannediyorum ki biraz aşırı bir tepki vermiştim. Arkadaşım alınabildiğine göre, benzer bir durumda daha dikkatli olmam gerektiğini anladım.  

11 tüpün bir tanesi doktora götürüldü. Bir tanesi mikrobiyolojide bilmediğimiz bir işleme maruz bırakıldıktan sonra genetik bölümüne götürüldü. Genetik bölümüne bir başka tüp daha verildi, bu da CD4 ve CD8 (virüsün saldırarak etkisiz hale getirdiği bağışıklık sistemi hücrelerinin) değerlerini belirlemek içindi.

Tüplerin kalanını bölüm sekreterine teslim ettik. Teslim alan sekreter tüplere ihtiyatla yaklaştı. Ben bu davranışı hayli olağan bulurken sanırım arkadaşım biraz incitici buldu. Burada hasta psikolojisini anlamaktan biraz uzak olduğumu daha açık bir şekilde fark ettim. Sanırım karşıdaki kişinin ihtiyatlı davranışı, hasta için ötekileştirilme, dışlanma ve küçümsenme gibi anlamlar taşıyabiliyordu.

Arkadaşımdan biraz önceki tüp mevzusu için özür diledim ve onu kendi şehrine yolcu ettim. Artık gelecek olan sonuçları beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. İki haftadan önce sonucun çıkmasını beklemiyorlardı. Zaten doktor da yıllık izine ayrılacaktı. Hepimiz biraz endişe biraz huzur ile işimize/evimize dönerken, ben arkadaşımın destek alacağı dernekleri gözden geçirdim. Pozitifiz Derneği’ni telefonla aradım ve durumu anlattım. Arkadaşımın kendilerine ulaşabileceğini söylediler. Arkadaşıma telefon numarasını verdim ve araması için onu gazladım. Yaklaşık 15 dakika sonra; aradığını, konuşmanın kendisine çok iyi geldiğini ifade etti. Sevinmiştim. Böyle durumlarda, kişi kendisine destek olacak yabancıların varlığını bilmekten memnun olur herhalde diye düşünmekteydim.  

Bu tanı macerası böylece sona ermişti. Bundan sonra neler olduğunu, arkadaşımın tedaviye başlamak için daha ne tip hastane/sağlık sistemi prosedürlerine maruz kaldığını öğrenmek istiyorsanız bu dizinin ikinci yazısını okuyabilirsiniz...

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret