08/10/2021 | Yazar: Anti Mon

Ne olursa olsun, korkulacak bir şey olmadığını, erken tanının hayat kurtarabileceğini, HIV’den değil HIV-fobiden ölünebileceğini bir kez daha anlamış olduk. Ayrıca, hastane ve eczane çalışanlarının HIV konusunda ÇOK daha iyi bir eğitimden geçmeleri ŞART, bunu da tecrübe ettik.

İkinci elden HIV deneyimi - II Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bu yazı yakın bir arkadaşımın HIV testini yaptırması, sonucun pozitif çıkması ve sonrasında doktorun tedaviye başlaması sürecini anlatmaktadır. Süreci mümkün olduğunca detaylı bir biçimde anlatmak istediğimden yazı biraz uzun oldu. Bir seferde okumanın sıkıcı olabileceğini düşünerek yazıyı iki temel başlıka ayırıyorum. Birinci Kısım, İlk Test ve Tanı başlığıyla veriliyor. Bu başlık altında, ilk testin yapılması ve tanının konulması süreci anlatılacak. İkinci Kısım ise Tedaviye Başlıyoruz başlığını taşıyacak. Burada tanıdan sonra arkadaşımın ilk ilaç dozunu alıncaya kadar yaşanan olayları özetleyeceğim.

Umarım HIV ile ilgili aklınızdaki bazı sorulara yanıt bulabilirsiniz.

İkinci Kısım: Tedaviye Başlıyoruz

Tanının konulduğu Cuma akabindeki Pazartesi günü verilen kanlara ilişkin haberi iki hafta sabırla bekledik. Üçüncü hafta da tüm heyecanımız ve ha-bugün ha-yarın söylemlerimize rağmen habersiz geçince, bir sonraki haftanın Pazartesi günü arkadaşım doktoruna ulaştı ve sonucunu sordu. Doktor “Sonucun çıkmış, yarın gel tedaviye başlayalım” demiş. Ben kızdım tabii. Arkadaşım arayıp sormasa doktorun haber vereceği yok, bu ne rahatlık? diye düşündüm. Hasta tedavim başlasın diye gün sayarken, doktor, kimbilir kaç gün önce gelmiş sonucu ancak rica üzerine açtı, okudu. Haksızlık yani. Neyse ki arkadaşım benim kadar olumsuz düşünmüyor. O, doktoruna güveniyor. Tatilde olduğu için bakmadığına inandırdı kendini.

Neyse, tedavi heyecanıyla yanıp tutuşan lubunumuz, doktorla yaptığı bu telefon görüşmesinden sonra tek bir dakika kaybetmedi ve arabasına atladığı gibi yanıma geldi. Ertesi gün hastaneye gidecek, ve tüm tetkikleri Tak! Tak! geçecekti. İlacını aldıktan sonra da ondan mutlusu olmayacaktı. Olmayacaktı da, bu tetkik süreci hiç de kolay geçmedi maalesef.

Başlangıç olarak, 3 hafta önce “ihtiyatlı” sekretere verilen (hani şu aramızda gerginliğe neden olan)  tüplerin KAYBOLDUĞUNU, bunun için yeniden kan vermesi gerektiğini öğrendik. Delirtici bir sorumsuzluk. Maalesef ki hasta olduğunuzda ve tedaviye muhtaç kaldığınızda sağlık sisteminin tüm çürümüşlüğüne ilişkin veryansınlarınızı ertelemeniz gerekiyor. Çünkü moralsizlik ve ağız dalaşı işleri sadece zorlaştırır. Oysa biz mantıklı lubunlarız. Şu hastaneden alacağımızı alalım da, sonra, bir fırsat çıkarsa, yapıştırırız serzenişimizi.

Kan verme işi yarın yapılacak. Oysa bugün arkadaşım göğüs hastalıklarına, kardiyolojiye, endokrinolojiye, nörolojiye, göze gitmeli ve ne deniyorsa yapmalıydı. Yapmakta sorun yok da, öncesinde beklemek, muayene eden kişilerin tanısını sormaları, tanıyı duyan bazı cahillerin abuk sabuk tepkileri, hatta bazı doktorların utanmazca özele girmeleri arkadaşımı hayli yıprattı.

Bu bölümlerde aşağıda yazabildiğimden daha çok şey yaşandığını sanırım tahmin edersiniz. Ben, burada, hatırda kalabilecek denli önemli olanları sıralamaya çalışacağım.

Öncelikle Göğüs Hastalıkları servisine gittik. Bir kapıdan diğerine yönlendirildik. Bu diğer kapıda arkadaşımın daha önce tüberküloz geçirip geçirmediğine ilişkin bir test yapılacakmış. İçeride hasta varmış o yüzden dışarıda bekledik. Yaklaşık 5 dakika sonra arkadaşımı içeri aldılar. Çıktığında koluna kırmızı bir oval çizmişlerdi. O bölgeye Üç gün boyunca su değmemesi gerekiyormuş. Yıkanmak güzel şey tabii, üzüldük bu habere; ama işte gerektiğinde ödün vermek gerekiyor bazı iyi alışkanlıklardan.

İkinci durağımız göz oldu. Gözde yapılan ölçüm için gözüne ‘yakan’ bir şeyler damlattılar. Bu damladan sonra arkadaşım yaklaşık 30 dakika kör gibi dolaştı. İşin kötüsü, damlayı yapan kişi onun bir süre görme zorluğu yaşatacağını, bu sürede araba vs kullanmaması gerektiğini söylememiş. Çıktığında dengesiz yürüyüşünden anladım gözünde bir sorun olduğunu. Maalesef ki, benim önemli bir toplantım olduğu için onu bu halde yalnız bırakmak zorunda kaldım. Geldiğimde kalan bilgileri de aldım tabii: Göz bölümünde doktor tanınız ne diye sormuş. Arkadaşım HIV deyince anlamamış bile. O ne falan diye düşünürken, sonra nihayet AIDS diye bağırmış. Yanındaki genç iki asistan çığlıkla uzaklaşmışlar arkadaşımın yanından. Bu insanlar doktor güya. Yani hastalıkla mücadele için eğitilmişler. Hastalıktan kaçmayı biliyor sadece gibi geliyor kulağa. Neyse, göz bölümü öğleden sonra OCT testi yapması için arkadaşımı yönlendirmiş. Ama kendi yaptıkları testlerde olumsuz bir şeye rastlamamışlar çok şükür.

Göz olaylarından sonra, öğleden sonra başlayan mesaide ilk olarak kardiyolojiye gitmiş arkadaşım. Bu bölümde EKG ölçümleri yapılmış. EKG kalp ritminin düzenini değerlendirir. Neyse ki kalbinde de bir sorun yokmuş.

Bu aşamada ben de tekrar katıldım arkadaşıma. Göz polikliniğinin yönlendirdiği OCT testini yaptırmaya gittik. Ben testi daha önce duymamıştım. Meğer retina dokusunun detaylı incelenmesi için kullanılan bir tür tomografiymiş. Çok şükür ki arkadaşımın retinası da tertemizdi.

Sonrasında nöroloji bölümüne gittik. Buradan çıktığında arkadaşım hayli irite olmuştu. Zaten muayene uzun sürünce ben de biraz şüphelenmiştim. Meğer nöroloji doktoru haddini bir hayli aşarak arakadaşıma son derece mahrem sorular sormuş: HIV’i nasıl kapmış? Yoksa yurt dışında biriyle mi yatmış? Yattığı kişinin cinsiyeti neymiş? Burada şunu da hatırlatmak isterim ki ilgili muayenelerde arkadaşım hiçbir zaman odadaki tek hasta olmadı. Her zaman yanında ötesinde bir başka hasta bekliyordu. Dolayısıyla, sorulan tüm bu soruların cevapları sadece doktor tarafından değil diğer hasta/lar tarafından da duyuluyordu.

Akşam olduğunda lubunişkomuz yorgunluktan bitmiş vaziyetteydi. Çıkmadan hemen önce doktoruyla yaptığı görüşmede, yarın endokrinoloji bölümünden bir D vitamini testi alması gerektiğini öğrenmişti. Ama öte yandan doktor, artık, daha fazla beklemerine gerek kalmadığını yarın reçetesinin oluşturulacağını da müjdelemişti.

Akşamı yemek, tarçınlı-karanfilli çay, loş ışık ve sakin sohbetlerle noktalayıp erkenden uyuduk. Ertesi sabah ben işe geldim, o ise hastaneye gitti. Saat 10 gibi işlerimi toparlayıp yanına koştuğumda kan veriyordu. Kayıp olan kanlar için... D vitamini için kan vermesine gerek kalmamıştı. Çünkü sistem 3 ay içerisinde bir kere D vitamini testine izin veriyordu ve arkadaşım geçtiğimiz ay, özel bir hastanenin talebiyle bu testi yaptırmıştı. D vitamini verisi doktorun hizmetindeydi.

Verilen kanları teslim ettik ve kampüs içerisinde bir kahveciye oturup sohbete başladık. Bugünkü test sayısı az olduğundan ikimizin de morali iyiydi. Gülüşüp eğleşirken arkadaşımı bulunduğumuz şehrin alan koduna sahip sabit bir numara aradı. Akış sitometrisine Cd4 ve CD8 pozitif T hücrelerinin ölçümü için ulaşması gereken kan ULAŞMAMIŞ. Bizim teslim ettiğimiz belgeler dışında bir şey gelmemiş. Doktor ve kan alma bölümü arasında dokuğumuz mekikten sonra anlaşıldı ki genetiğe gönderilmesi gereken kan “laboratuvar” dediklere bir yere gönderilmiş. Bu laboratuvarda arkadaşım adına talep oluşturulmamış olduğu için tüp ÇÖPE atılmış! Yani arkadaşımın bir tüp kanı daha boşa harcandı. İnanılır gibi değil, demek istedim. Ancak, söz konusu ülkemiz olunca böyle olaylar neredeyse “beklendik” oluyor.

Bu arada, bu kan alımlarına ek olarak idrar verdiğini yazmayı unuttum. Tabii ben hastanede, alınan her biyolojik materyal ile ne tür testleri yaptıklarını tam bilmediğimden bu konuda fazla yorum yapamayacağım. Ancak, kaybedilen kan tüplerinin yenisini verirken idrarı da yenilediğimizi ve bu idrarı Biyokimya laboratuvarına ulaştırdığımızı eklemek isterim.

Bu işler de bitince hastanenin MR (emar) bölümüne gidip beyin MR’ı çektirmek istediğimizi belirttik. Sekreter, en erken bugün 17.00’ye randevu vereceğini söyledi. Tabii ki ‘amenna’ demekten başka şansımız yoktu. Artık o saate kadar yapılacak bir şey kalmadığından arkadaşımı eve bıraktım ve işe döndüm. O ise bir süre sonra bana mesaj atıp kendisine “Reçetenin hazır olduğunu bildiren” bir mesaj geldiğini söyledi. Reçete numarası da verilmişti. Bu harika bir haberdi. Çünkü hepimiz, tek bir gün daha gecikmeden tedaviye başlanmasını istiyorduk.

Bu mutlu haberin etkisiyle akşam 5 civarı beyin MR’ının çekileceği servise oynaya oynaya gittik. Bize verilen randevu kağıdını servis sorumlusuna teslim edip sıraya girmiş olduk. Servis kapısının tam karşısındaki oturaklarda sıramızı beklerken  birazdan eczanelerin kapanabileceğini hatırladım ve arkadaşımın reçete bilgilerini alarak dışarı koştum.  Eczaneye reçete numarası dışında arkadaşımın kimlik numarasını da vermem gerekti. Yani eczacı arkadaşımın ismini vs gördü. Bu durum hoşuma gitmedi. Söylediğimde arkadaşım da memnun olmadı bu zorunlu açılmadan. Ama ilacı almak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdık. Yani içimize atmaktan ve belki uygun mücadele alanlarında bunu ifade etmekten başka seçeneğimiz yoktu.  İlacın bana elden teslim edilmesini beklerken, eczacı, bu ilacın hiçbir eczanede hazır olarak bulunmayacağını, ancak istersek getirtebileceklerini, yarın sabah 9-10 gibi gelip teslim alabileceğimizi söyledi. Tabii ki “Tamam” dedim. Ertesi gün 9’da almak üzere eczaneden çıktım. Arkadaşımın MR’ı bitmişti. İyi geçmişti.

O akşam  keyifle yediğimiz bir yemek ve birkaç bölümlük diziden sonra uyuduk. Ertesi sabah 8.30 civarında arkadaşım eczaneyi aramış ve ilacın ulaştığı bilgisini edinmişti. 9 gibi gitmiş ve ilacını almış.  Saat 11’de, kahvaltısını ettikten sonra ilk dozunu kullandı. Artık tedaviye RESMEN VE FİİLEN başlamış vaziyetteydi. Öyle mutluydu ki öğleden sonrasını en sevdiği kahvecide kitap okuyarak ve telefonda dırdır yaparak geçirdi. Akşam ben geldiğimde bu mutluluğa devam ettik. Yemek yedik, sohbet ettik ve önceki iki güne kıyasla biraz daha geç uyuduk.

Ertesi sabah artık hastanedeki son işimizi gerçekleştirdik: kolundaki tüberküloz testinin sonucunu almak. Lubunumuz çizilen bölgeye su değirmemek konusunda müthiş bir başarı göstermişti ve artık bol köpüklü bir banyo yapmak için sabırsızlanıyordu. İlgili bölüme gittik ve doktora hanımın bir bakışı ve hafif bir dokunuşuyla sonucu aldık: arkadaşımın tüberküloz geçmişi yoktu.

Böylece bu koşuşturmalar bitmişti. Artık ggünün geri kalan kısmını keyif yaparak geçirebilirdik. Tabii, aslında bu daha çok arkadaşım için geçerliydi. Çünkü benim iş yerine dönmem ve çalışmam gerekliydi. Ama yine de akşam erken çıkmayı başardım ve biz iki arkadaş o geceyi neşe ve huzur içinde geçirebildik.

Doktor arkadaşıma en yeni ilaçlardan birini vermiş. Günde tek bir hap. Her gün aynı saatte alması öneriliyor. Arkadaşımda (henüz) hiçbir yan etki gözlenmedi. Zaten doktor da kullandığı hiçbir hastadan yan etkiyle ilgili bir şikayet almamış. Oldukça etkili bir ilaçmış. Doktor, eğer onu telefonda yanlış anlamadıysak, arkadaşımın virüs yükünün bir hafta içerisinde sıfıra yaklaşacağını ima etti. Tabii ki biz bunu lubunumuzun gelecek ayki kontrolüne kadar bilemeyeceğiz. Ama onun nihayet tedavi alıyor olması harika.

Şu anda arkadaşımın yaşadığı en büyük endişe, ilacı saklamakla ilgili. Ailesiyle yaşıyor ve bu ailenin üyeleri oldukça meraklılar. Annesi olmasa da kızkardeşinin bir yolunu bulup ilacı ve içeriğini öğrenmeye çaışacağını düşünüyorum/z. Bir an sahte bir etiket yapıp kutunun üzerine yapıştırmayı düşündük. Ama biz yaparsak çok sahte görünecekti, bunu biliyoruz. Profesyonel yardım alırsak da resmen yasa dışı iş yapıyor olacaktık. O yüzden şimdilik, ilacı bilmekle ilgili temennileri  “tamam sonra bakarız”, “peki bi ara gösteririm” gibi savuşturmalarla bastırabileceğimizi umuyoruz.

Ne olursa olsun, korkulacak bir şey olmadığını, erken tanının hayat kurtarabileceğini, HIV’den değil HIV-fobiden ölünebileceğini bir kez daha anlamış olduk. Ayrıca, hastane ve eczane çalışanlarının HIV konusunda ÇOK daha iyi bir eğitimden geçmeleri ŞART, bunu da tecrübe ettik.

Umarız ki pek yakında dünyanın her yerinde ücretsiz ve anonim HIV test merkezleri oluşturulur, insanlar bilinçlenir ve HIV de şeker hastalığı ya da yüksek tansiyon gibi kolayca ifade edebileceğimiz bir tanı grubuna girer. Hatta daha iyisi; çok daha hızlı ve güçlü tedaviler, dolayısıyla her gün alınmak zorunda olunmayan ilaçlar mümkün olur. Neden olmasın? Bunca şeyi başarmış teknoloji, bunu neden yapamasın? Benim hep umudum var.

Çok daha güzel günlerde görüşmek dileğiyle...

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam