11/06/2011 | Yazar:
ÇöldeBir yaratık gördüm, çıplak, vahşiÇömelmiş oturuyorYüreğini ellerinde tutuyor
Çölde
Bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi
Çömelmiş oturuyor
Yüreğini ellerinde tutuyor
Yiyordu.
Dedim ki: “Tadı güzel mi dostum?”
“Acı, acı” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim” H. Crane/ “Kalp Yiyen”, ‘İkinci Yarısı’
Ece Temelkuran; gazeteci, romancı, denemeci, şair, televizyoncu, avukat, akademisyen (Ortadoğu uzmanı), köşe yazarı, nevi şahsına münhasır ‘insan yorumcusu’ ve öykücüsü. Tek yürekte bir sürü gönül ve emek işi. ‘Ağrı’nın (Ararat’ın) Derinliği’ ve ‘Muz Sesleri’ ile uçsuz bucaksız Ortadoğu coğrafyasının bir ucundan diğerine kardeşliği çaprazlamış gönlü ve kalemi aynı çarpan insan. Denemelerinden oluşan ‘İkinci Yarısı’yla yeniden okurlarına “merhaba” dedi.
Hayat kokan denemelerin derdi, ‘büyüme’. İnsanın bütün bir ömrünü alan ve nihayetinde başaramayacağını öğrenerek tamamlayacağı bir insanlık mefhumu: büyümek/olgunlaşmak.
Ece Temelkuran farklı bir şey söylüyor: “birinci yarıdan ders aldığımı zannediyorum…” Yani o büyüdüğünü kabul ediyor; ilk yarıya selam söylüyor ve yola devam ediyor. Ancak herkes için aynı değil büyüme denilen sancılı süreç. Çocukluk, ergenlik, ilk gençlik, kavak yelleri, toyluk vs. derken yetişkinlik, erişkinlik, tamlık vs. ve olgunluk/yaşlılık/tecrübe üçgeni. Bu kadar mutlak ve düz olmasa da çizgi, hayatın aşağı yukarı bir çizelgesi var. Peki, ama “İkinci Yarısı”ndan sonra nasıl geçer/geçecek o hayatlar? Bir sürü farklı konu ve bakıştan ele alıyor Temelkuran yaşamın farklı veçhelerini. Edebiyat, kadın, şiir, sıkıntı, yazı/yazar/yazma halleri, aşk, ilişkiler ve kent.
‘Lolita’laştıramadıklarımızdan mısınız?
Ben en çok büyümeyle ilgili olan küçük kız/kadınlık ikileminde “regl” ve “küçük ‘kadın’ çocuklar” yazılarına bayıldım. Birbirini tamamlayan bu iki yazıdan “regl”, büyümenin bir kız çocuğu için kadınlığa ilk adım olduğunu harika bir ifadeyle anlatırken, “küçük ‘kadın’ çocuklar” çocukluğumun “garson boy” ‘terminoloji’sine hüzünlü ve acıklı bir selam gönderiyor. “Boyu var, ama aklı yok bunun, şöyle fistosuz filan düz bir şeyler yok muydu üstüne?” ya da kısaca, kot pantolona boğazsız kazak dönemleri (o yaşta henüz siyah giymek gibi yasak boğazlı kazak, malum “entel mi olucan çocum, bak ablaların ne güzel dikiş tutturmuş dantel örme-yastık kenarı işleme işinde).
Buluğ çağı bir nevi buzağı muamelesi gördüğün yaş; yani verimsiz inek, henüz beslenecek ve zamanı gelince de ya kesim haneye gönderilecek ki pek çok şekli var kesimin ya da ilelebet süt-peynir-yün üçgeninde debelenecek. Nihayetinde, “ah ah, etim, sütüm ayrıca memlekete feda olsun banane ben entel olucam yaşları işte. En azından bizim 80 sonrası apolitik kola-burger kuşağı için böyleydi. Biraz samanlaştırılmak istense de zihinlerimiz, tastamam da, Ece Temelkuran ablanın esefle anlattığı “küçük kadın” kuşağı da değildi sahiden. Öyle kilo problemleri, anneye öykünen konuşma replikleri ve ayrıca “desteksiz sutyenli/dekolte” kıyafetler, ağır makyaj nam-ı diğer “kokoşluk”, pahalı kafelerde “koca çekiştirir gibi” sevgili üstüne dertleşmeler filan yoktu tabii ki. Okul, sinema, kitap ya da sokakta top aşırtma, düşme kalkma ve diz paralama üçgeninde; Bebek-Nişantaşı-Etiler vs. “küçük kadınla”rı da yoktu o dönemde.
Sonuç: Ece Temelkuran’ın enfes tespitinde olduğu gibi, “önümüzdeki on yıllarda çocukluğunu hiç yaşamamış kadınlardan imal olmuş olacak kadınlar. Bu yaralar, terapistlere muhtemelen iyi paralar kazandıracak!” Hoş geldiniz ‘Türk usulü” modern Joan Bennet’lar. 80 sonrasının “Amerikan malı dallı güllü” küçük hanımefendileri… Hatırlamak, fark etmek, geleceğe “büyümüş” bakmak için “İkinci Yarısı”. Ders çıkarmak, tecrübe etmek hayatın kendisidir…
Etiketler: kültür sanat