04/12/2021 | Yazar: Bahar Özden
1 Aralık Dünya AIDS Günü’nden 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne eşitlik yazılarıyla karşınızdayız. Bahar Özden, #eşitlikiçin insan hakları kentleri yaklaşımı ve yerelde LGBTİ+ haklarını yazdı.
Giriş
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılık, şiddet ve nefret suçlarına maruz kalan lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks ya da artı kimliklerden kişilerin (LGBTİ+) hakları uluslararası insan hakları korumasına tabi olmakla birlikte, bu temel haklar çok sıklıkla ihlal edilmektedir. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı insan hakları ihlalleri, diğer şiddet, nefret ve ayrımcılık biçimleriyle örn. etnik köken, yaş, din, engellilik veya ekonomik ve sosyal statü temelinde çoklu ayrımcılık ile şiddetlenir. Eşitlik ve ayrımcılık yapmama ilkeleri, uluslararası insan hakları hukukunun temel unsurlarıdır. Bu ilkeler, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin yanı sıra Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gibi daha özel Birleşmiş Milletler sözleşmelerinde yer almaktadır[1]. Uluslararası insan hakları hukuku, hiçbir ayrım gözetmeksizin herkes için geçerlidir ve bu ‘herkes’in içinde LGBTİ+lar da vardır. Kısacası, LGBTİ+’lar güvenlik, barınma, sosyal güvenlik, mahremiyet, sağlık hizmetleri, eğitim, ulaşım hakları dahil olmak üzere eşit hak ve özgürlüklere sahiptir. Bu hakların güvence altına alınması, korunması, geliştirilmesi, ayrımcılıkla mücadele edilmesi ve eşitlik ilkesinin hayata geçirilmesinde yerel yönetimlerin halka en yakın yönetim birimleri olarak önemli ve özgün bir rolü vardır. Ancak bu rolün etkin bir biçimde yerine getirilmesi için yerel yönetimlerin insan haklarının korunmasına ve teşvik edilmesine ilişkin bir bakış açısının olması ve aynı zamanda yerel politika ve hizmetler ile insan hakları arasındaki ilişkinin görünür kılınıp desteklenmesi gerekir.
Bu çerçevede insan hakları kentleri yaklaşımı LGBTİ+’lar ve kentteki tüm kırılgan gruplar için kapsayıcı ve eşitlikçi bir yerel yönetim anlayışının geliştirilmesinde, insan hakları temelli yaklaşımın yerel karar alma süreçlerine ve hizmetlere yansıtılmasında, sivil toplum ve yerel yönetimler arasında işbirliği geliştirilmesinde araçlar ve imkânlar sunan bir bakış açısı sağlamaktadır.
İnsan Hakları Kenti Nedir?
İnsan hakları kentlerinin dünyanın farklı coğrafyalarında son yirmi yılda yükselişinin nedenleri arasında, artan ve karmaşıklaşan kentsel sorunlar ve derinleşen eşitsizlikler karşısında yerelde çözüm üretme çabası ve pandemi sürecinde de deneyimlediğimiz gibi yerel yönetimlerin en yaşamsal hizmetleri sağlamadaki kritik rolünün yer aldığını söylemek mümkündür. Kentlerde eşitlik ve sosyal adaleti güçlendirme potansiyeline sahip olmasıyla öne çıkan bu yaklaşım bir yandan da çoğu zaman soyut ve teorik idealler gibi algılanan uluslararası insan haklarının gerçekleştirilmesi ve somutlaştırılması için önemli bir vaatte bulunmaktadır[2].
İnsan hakları ile yerel yönetimleri buluşturan insan hakları kenti yaklaşımı, en genel tanımıyla evrensel insan hakları norm ve standartlarının yerel düzeyde uygulanması ve belediyeler tarafından temel referans alınması olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede insan haklarının kent politikalarına, uygulamalarına ve hizmetlerine dahil edilmesi ve böylece yerele, gündelik hayata uyarlanması hedeflerini içerir.
Halka en yakın ve gelişmiş idari birim olan belediyeler, merkezi yönetime nazaran, halkın gündelik hayatını doğrudan etkileyen kararlar alır ve hizmetler üretir. Dolayısıyla, insan haklarının teşviki ve korunmasında birincil sorumluluk merkezi yönetimlerde olmasına rağmen; belediyeler, uluslararası ve ulusal insan hakları stratejilerini ve politikalarını gündelik hayatta uygulayarak tamamlayıcı bir rol oynar.
Sürdürülebilir kentler, sosyal kentler, sağlıklı kentler, enerji kentleri, kültürlerarası kentler, yaş dostu kentler, kadın dostu kentler, çocuk dostu kentler, LGBTİ+ eşitliği için gökkuşağı kentleri ve daha birçok benzeri kentsel ağın hedefinde yerel yönetimler yer alırken, amaçları genel olarak kentsel yaşam kalitesinin ve çevrenin iyileştirilmesidir. Bu hedefin temelinde ise sağlık hakkı, çevre hakkı, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar vb. olmak üzere özünde insan haklarının, yerel yönetim politikaları ve uygulamaları aracılığıyla hayata geçirilmesini sağlamak yer almaktadır.
Bu noktadan hareketle, insan hakları kentleri yaklaşımını bir şemsiye kavram olarak da ele almak mümkündür. Yukarıda ifade edilen ağlarla ortaklaştığı kent sakinlerinin yaşam kalitesini iyileştirme hedefi çerçevesinde; insan hakları kentleri, yerel yönetimlerin, belediyelerin insan hakları temelli bir yaklaşım benimsemesini gerekli kılar. Başka bir deyişle, belediye politikalarının, meclis kararlarının, stratejik plan ve programlarının ve uygulamalarının insan hakları standartları ile uyumlu olması anlamına gelir. Kent sakinlerini hak sahipleri olarak ve belediyeyi görev/yükümlülük sahibi olarak tanımlar. İnsan hakları temelli yaklaşım; bir kişiyi, mağdur veya yardıma muhtaç olarak gören hayır yaklaşımından veya ihtiyaç sahibi olarak gören ihtiyaç temelli yaklaşımdan ayrılarak hak sahibi bireyler olarak değerlendirir. Örneğin katılım, ihtiyaç temelli yaklaşımda bir strateji olarak tanımlanırken hak temelli yaklaşım için temel bir hak ve hedef olarak görülür. Bu bağlamda insan hakları kentleri yaklaşımı da, yerel yönetim hizmetlerini, insan hakları ile ilişkilendirerek, belediyelerin yasal yetkileri dahilinde yükümlülüklerini yerine getirmek üzere katılımcılık, eşitlik, ayrım gözetmeme, kapsayıcılık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda yöntemler sunarak kapasitelerinin geliştirilmesini ve kent yaşamının LGBTİ+’lar ve tüm kırılgan gruplar için iyileştirilmesini destekler.
Küresel düzeyde tek bir tanımı, ortak bir siyasi taahhüt çerçevesi veya standart bir yöntem önerisi olmamakla birlikte, son dönemde “insan hakları kentleri” ve uygulamaları daha sık gündeme gelmektedir. Özellikle yerel yönetimler ile ulusal/bölgesel ve küresel yerel yönetim birliklerinin artan bir oranda bu yaklaşımı sahiplenmesi sonucunda dünyanın farklı coğrafyalarında farklı yaklaşımlara dayanan ve kentlerin kendi yerel koşullarına özgü uygulamalar ve örnekler ortaya çıkmıştır. En genel ifadesiyle, insan hakları kentleri uluslararası insan hakları sözleşmelerine atıfta bulunarak yerel politikalarında, plan ve programlarında, kurumsal yapılanmalarında, faaliyet ve hizmetlerinde uluslararası insan hakları ilkeleri ve standartlarını kendine kılavuz edinen katılımcı, kapsayıcı, eşitlikçi, hesap verebilir ve demokratik yerel yönetimler olarak tanımlanabilir.
İnsan Hakları Kentlerinin Tarihsel Gelişimi
İnsan hakları kenti görece yeni bir yaklaşım olarak karşımıza çıksa da, uluslararası insan hakları çerçevesinin çizildiği ilk dönemlerde, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin öncülerinden biri olan Eleanor Roosevelt tarafından insan haklarının yerelle olan ilişkisi en somut biçimde ortaya konmuştur. 1958 Yılında yaptığı bir konuşmasında Roosevelt, evrensel insan haklarının başladığı yeri eve yakın yerler olarak tarif etmiş, insan haklarını bireylerin yaşadığı mahalle, gittiği okul, çalıştığı işyeri ile ilişkilendirerek bu hakların oralarda anlamı olmadığı takdirde, hiçbir yerde anlamı olmayacağını belirtmiştir.
Bundan yaklaşık bir 10 yıl sonra 1968 yılında, Fransız sosyolog ve filozof Henri Lefebvre, kentsel eşitsizlikler karşısında anti-kapitalist bir manifesto niteliğinde “kent hakkı” ifadesini ilk kez kullanarak kavramsallaştırmıştır. Kent hakkı en genel anlamda, kentsel mekâna ve kentin sağladığı ekonomik, sosyal, kültürel ve tüm imkânlara kentte yaşayan herkesin eşit erişimini, tüm karar alma süreçlerine katılımını ve bütün yaşayanların temel hak ve özgürlüklerinin tamamını gerçekleştirebilmesi olarak tarif edilebilir. Bu bağlamda kent hakkı, insan haklarının yerelde hayata geçirilmesinin ötesinde kentsel mekânın sosyal ve ekonomik ilişkilerinin, politik süreçlerinin radikal bir biçimde dönüşümünü öngörür. Kent hakkı, dili ve genel yaklaşımı daha az radikal hale getirilerek 2005 yılında hazırlanan UNESCO ve Birleşmiş Milletler HABITAT gibi kurumların da katkı verdikleri Dünya Kent Hakkı Şartı içinde özel olarak tanımlanmıştır. Şart, kent hakkını kentlerin sürdürülebilirlik, demokrasi, hakkaniyet ve sosyal adalet ilkeleri doğrultusunda adil bir şekilde kullanılması olarak tanımlamaktadır.
Ancak, anti-kapitalist bir dönüşümü öngören kent hakkı kavramından farklı olarak uluslararası insan haklarının yerelde uygulanmasına odaklanan “insan hakları kentleri” ifadesi ilk kez 1997 yılında, merkezi Birleşik Devletler’de bulunan İnsan Hakları Eğitimi İçin Halk Hareketi (People’s Movement for Human Rights Education) adlı uluslararası sivil toplum örgütü tarafından kullanılmıştır. Söz konusu uluslararası kuruluş tarafından geliştirilen insan hakları kenti programı kapsamında, aynı yıl Arjantin’de Rosario Kenti, aldığı meclis kararıyla İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini Belediye için kılavuz niteliğinde temel ilkeler olarak kabul etmiştir. Böylelikle bugün özellikle LGBTİ+ hakları konusunda öncü ve örnek uygulamalara sahip Rosario 1997 yılında ilk insan hakları kenti olarak adını duyurmuştur. Takip eden dönemde bu örnekten de ilham alan Graz (2001), Montreal (2006), Mexico City (2010), Barselona (2010), Gwangju (2011), Utrecht (2011), Viyana (2014), York City (2017), Lund (2018) gibi bazı kentler kendisini insan hakları kenti ilan etmiştir.
Gwangju kenti, 2011 yılında yayımladığı Gwangju İnsan Hakları Kentleri Deklarasyonu ile insan hakları kentini, “yerel bağlamda insan haklarının temel değerler ve kılavuz ilkeler olarak anahtar rol oynadığı bir yerel toplum ve sosyo-politik süreç” olarak tanımlamaktadır. Benzer şekilde, yayımladıkları deklarasyonlar veya kabul ettikleri şartlar çerçevesinde, yukarıda adı geçen kentler uluslararası insan hakları ilkelerini kendilerine rehber edinerek sorumluluk almış ve bu ilkelerin kentsel politikalara, hizmetlere yansıtılması için eylem planları hazırlamak, göstergeler oluşturmak, insan hakları temelli izleme ve etki analizleri yapmak, insan hakları eğitimleri vermek, belediye bünyesinde insan hakları ofisleri açmak, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin katılımı ile komiteler oluşturmak gibi çalışmalar başlatmıştır.
Öte yandan insan hakları kentleri, kentlerin bir araya gelerek oluşturdukları ağlar ve yerel yönetim birlikleri aracılığı ile, 2000’li yıllardan itibaren, bölgesel ve küresel düzeyde de teşvik edilmiştir. Dünyadaki yerel yönetimleri çatısı altında toplayan en geniş katılımlı küresel yerel yönetim birliği olan Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Teşkilatı ve bünyesinde yer alan Sosyal İçerme, Katılımcı Demokrasi ve İnsan Hakları Komitesi; Kentte İnsan Haklarının Korunması Avrupa Şartı (2001) ile Kentte İnsan Hakları Küresel Şartı’nın (2011) yerel yönetimler tarafından imzalanmasını ve uygulamaya koyulmasını teşvik etmekte ve yerel yönetimlere bu alanda destekler sunmaktadır.
Ayrıca, 2011 yılından beri her yıl Güney Kore'nin Gwangju şehrinde düzenlenmekte olan Dünya İnsan Hakları Kentleri Forumu (World Human Rigths Cities Forum), insan hakları kentleri yaklaşımına ve uygulamalarına destek veren, bu alanda çalışan yerel, bölgesel ve küresel aktörleri bir araya getiren bir buluşma noktası olmuştur. Farklı bölgesel deneyimler ve girişimler arasındaki bağlantıların güçlendirilmesi amacıyla yukarıda adları sayılanlar dahil olmak üzere kentleri, ağları, platformları, uzmanları, akademisyenleri ve sivil toplum örgütlerini her yıl buluşturan Forum, yerel yönetimlerin insan hakları ve yerel demokrasi için küresel gündemlerinin tanımlanmasında ve yaygınlaştırılmasında da önemli bir rol oynamaktadır.
Yerel Yönetim ve sivil toplum kuruluşları tarafından sahiplenilen ve geliştirilen insan hakları kentleri yaklaşımı, merkezi yönetimleri muhatap alan bölgesel ve küresel uluslararası kuruluşlar nezdinde de karşılık bulmuş ve desteklenmiştir. Bu çerçevede, özellikle Avrupa Konseyi ve bünyesinde yer alan Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi tarafından geliştirilen; yerel demokrasi, özerklik ve yerindenlik ilkelerinin temel niteliklerini ortaya koyan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile Avrupa Kentsel Şartı I (1992) ve yeni bir kentlilik için manifesto olarak geliştirilen Avrupa Kentsel Şartı II (2008), yerel yönetimler için kentli haklarına ilişkin rehber niteliğindeki en önemli politika belgeleri arasında yer almıştır.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin benimsediği temel yaklaşıma göre, yerel yönetimler yurttaşların gündelik ihtiyaçlarına çok daha yakın olmalarından dolayı her gün insan hakları meseleleri ile ilgilenmek durumundadır. Bu nedenle insan hakları ve yerel yönetimler arasında açık ve güçlü bir bağ vardır. Hizmetlerini yürütürken, yerel yönetimler eğitim, sağlık, çevre gibi doğrudan insan haklarıyla ilişkili olan ve sınırları içinde yaşayanların insan haklarından yararlanma imkânlarını güçlendiren veya zayıflatan konularda kararlar alır ve hizmetler üretirler.
Birleşmiş Milletler’in, 2015 tarihli “İnsan Haklarının Desteklenmesi ve Korunmasında Yerel Yönetimlerin Rolü Hakkındaki Araştırma Temelli Rapor”unda[3], yerel yönetimlerin insan hakları alanındaki görevleri üç ana kategoriye ayrılmıştır: Haklara saygı gösterme, hakları koruma ve hakların kullanılmasını sağlama. Haklara saygı gösterme görevi yerel yetkililerin kendi eylemleri yoluyla insan haklarını ihlal etmemesi gerektiğini ifade eder. Bunun için yerel yetkililerin kendi yetki alanlarındaki kişilerin haklarına ve özgürlüklerine karışmaktan kaçınmaları gerekmektedir. Sağlık hakkı bağlamında, yerel yönetimler örneğin göçmen ve mülteci grupların, kendi bünyelerindeki sağlık tesislerinden yararlanmalarına imkân vermelidir. Hakları koruma görevi üçüncü tarafların, bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal etmemelerini sağlamaya yönelik önlemlerin alınması anlamına gelir. Örneğin, koruma görevi kapsamında kadınlara karşı şiddet riskini azaltacak daha güvenli kentsel mekânlar yaratılması yerel yönetimlerin sorumlulukları arasındadır. Hakların kullanılmasını sağlama görevi yerel yönetimlerin halkın insan hak ve özgürlüklerinden yararlanmalarını kolaylaştırmak için eyleme geçmeleri gerektiği anlamına gelir. Örneğin yerel yönetimler kendi bünyeleri içindeki eğitim olanakları veya yönlendirme ile göçmen ve mültecilerin eğitime erişim hakkının, meslek edindirme kursları ile çalışma hakkının sağlanmasına destek olabilirler. Bireylerin haklarından yararlanırken ayrımcılığa uğramalarını engelleme görevi çerçevesinde, yerel yönetim içinde eşitlik birimleri oluşturabilirler.
İnsan Hakları Kentleri Mümkün!
Yerel yönetimler engelli kişiler, cinsiyet ayrımcılığına maruz bırakılanlar, LGBTİ+’lar, çocuklar, yaşlılar ve göçmenler, mülteciler gibi kırılgan durumdaki grupların haklarının korunması ve desteklenmesine özel bir önem göstermelidir.
Kentte İnsan Haklarının Korunması Avrupa Şartı (2000) kenti, kendi siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve ekolojik gelişiminin koşullarını sağlayan kent sakinlerine ait ve aynı zamanda onlara dayanışma sorumluluğu yükleyen kolektif bir alan olarak tanımlar. Yerelde insan hakları ve gerçek anlamda eşitlik, ayrımcılığı önleyerek ve kentin yönetimini, kurumlarını ve hizmetlerini, kent sakinlerinin farklılaşan ve çeşitlenen ihtiyaçlarına göre uyarlayarak sağlanabilir. Yerelin çeşitliliği zengin bir kaynaktır ve tüm farklılıkları görerek, bilerek, dahil ederek ortak ve kapsayıcı bir insan hakları kenti yaratmak mümkündür. Kentte farklı kırılgan grupların yerel hizmetlere eşit erişimi ve kamusal alanda güvenliği ancak katılımı mümkün kılan kamu politikalarıyla gerçekleşebilir. Kapsayıcı ve erişilebilir hizmet sunumunun en temel adımı, yerel hizmetlerin ve kamusal mekânların planlama ve tasarım süreçlerine o hizmetleri ve o mekânları kullanan ya da ayrımcılık, dışlanma veya farklı nedenlerle kullanamayanların doğrudan dahil edilmesidir.
Örneğin bir mahallede mevcut yeşil alanların, parkların planlanması ve tasarımı ancak orada yaşayan ve o parkı kullanan farklı grupların ihtiyaçlarını anlayarak ve dikkate alarak kapsayıcı hale gelebilir. Hangi grupların parkı ne şekilde, ne sıklıkta kullandığının, günün farklı saatlerinde erişilebilirlik ve güvenlik açısından, örneğin LGBTI+’ların ve kadınların görünmeyen, bilinmeyen ve planlamada dikkate alınmayan gündelik deneyimlerinin ve ihtiyaçlarının o gruplar ile birlikte tespit edilmesi, görünür kılınması ve tasarıma dahil edilmesi gerekir. Bu kapsayıcı süreçler yerel yönetimlerin de işlerini kolaylaştırarak hak temelli hizmet tasarımını ve hizmetlerin daha etkin hale gelmesini sağlayacaktır. Ancak bu şekilde yerel hizmetler ve kamusal mekânlar herkes için daha erişilebilir ve daha güvenli hale getirilebilir. LGBTİ+’ların ve diğer kırılgan grupların yerelde insan haklarının korunması ve desteklenmesi, yerel yönetimler tarafından toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı, farklılıkları gören, dikkate alan, ve katılımcı bir planlama ve herkes için erişilebilir yerel hizmetler geliştirerek mümkün olabilir.
LGBTİ+ların maruz kaldığı ayrımcılık- sosyal dışlanma- şiddet /homofobi ve / veya transfobi ve nefret suçlarına karşı yerel yönetimlerin ayrımcılıkla mücadele, eşitlik, kentsel hizmetlere erişebilirlik, katılım ve kamusal alanlarda güvenlik başlıklarında yapması gerekenlerin uzun ve kapsamlı bir listesi mevcuttur. Karar alma süreçlerine katılımdan kapsayıcı hizmetlere, toplumsal farkındalık yaratılmasından LGBTİ+ görünürlüğünün sağlanmasına, işbirliklerinden güçlendirme programlarına kadar cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitliğinde yerel yönetimler hatırı sayılır bir potansiyele sahiptir. Belediyeler ulaşımdan sosyal yardımlara, park bahçelerden sağlığa, kültürden eğitime kadar geniş̧ yetki alanları ve kaynakları ile LGBTİ+’ların kenti eşit kullanmalarına yönelik politika ve hizmet geliştirme noktasında önemli bir role sahiptir [4].
Örneğin, Hollanda'da Nijmegen Belediye Meclisi, bakım evlerini ve yaşlı bakım hizmetlerini LGBTİ+’lar için daha erişilebilir hale getirmeyi amaçlayan, bakım kurumlarının cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği bakımından kapsayıcılığını gösteren “Pembe Geçiş Anahtarı”[5] uygulamasını başlatmıştır. Belediye tarafından LGBTİ+’lar ve aileleri için kapsayıcılığı kontrol etmek üzere düzenli denetimler yapılmaktadır. Başlatıldığı 2008 yılından bu yana, bu uygulamanın kapsamı yıllar içinde yaşlı bakımından LGBTİ+ kronik hastalıklar ve ruh sağlığı sorunları için bakım tesislerine ve benzeri diğer hizmetlere yaygınlaştırılmıştır.
LGBTİ+’ların maruz kaldığı homofobi ve transfobinin bir ifadesi olarak tekrar eden nefret suçlarına yönelik yerel yönetimler düzeyindeki bir çözüm özel olarak eğitim almış yerel yönetim çalışanları (psikologlar, zabıta vb.) ve yerel LGBTİ+ grupları ile ortaklaşa yürütülen programlardır. Bu programlara bir örnek Madrid Belediyesi tarafından “Homofobi ve Transfobiye SON”[6] adıyla yürütülmektedir. Program, LGBTİ+’ların katılımı ile nefret suçları ve ayrımcılıkla mücadele konusunda uzmanlaşmış bir ekip oluşturmuştur. “SOS Homofobi” yardım hattı, cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle taciz, takip, fiziksel ve sözlü şiddet veya her türlü ayrımcılığa maruz kalan LGBTİ+’lara yönelik destek ve yönlendirme yapmaktadır.
İnsan hakları kentleri yaklaşımı yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri için bir insan hakları ve eşitlik mücadelesi olan LGBTİ+ haklarının kentlerde hayata geçirilmesinde önemli bir ortak zemin ve dil oluşturarak belediyeler için insan hakları temelli yaklaşım çerçevesinde bir dizi somut dayanak, yapı, araç ve gösterge[7] tanımlar.
Dayanaklar
• Ulusal ve bölgesel insan hakları sözleşmeleri
• Tüm haklar
• Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri
• Uluslararası insan hakları izleme mekanizmaları
Yapılar
• Deklarasyon/ Taahhüt
• Seçilmiş temsilciler
• İnsan Hakları Ofisi
• Danışma konseyi
• Ortaklıklar
• Yerel izleme ve değerlendirme
• Yıllık raporlama
Araçlar
• İnsan hakları temelli yaklaşım
• Anaakımlaştırma
• Kapasite geliştirme-eğitimler
• Bütçeleme
• Eylem Planları
• Göstergeler
• Ayrıştırılmış veri
• Etki değerlendirme
• İletişim& farkındalık
Buna iyi bir örnek kendini İnsan Hakları Kenti olarak tanımlayan Barselona Belediyesinin 1990’lı yıllardan bugüne geçirdiği dönüşümün kendisidir. Siyasal dayanak olarak 1990’lı yıllardan beri sivil toplum örgütleri ile işbirliğinde insan haklarına ve kent hakkına odaklanan Barselona Belediyesi, hakları gözeten ve katılımcı süreçleri destekleyen kurumsal yapılar oluşturmuştur:
- 1995 yılında seçilmiş Belediye temsilcilerden oluşturulan Sivil Haklar Meclis Komisyonu,
- 1998 yılında kurulan Ayrımcılıkla Mücadele Birimi,
- 2004 yılında kurulan LGBTİ+ Meclisi,
- 2017 yılında kurulan Barselona Ayrımcılık Gözlemevi vb.
Barselona bu sayede kentte insan haklarının korunmasına ve desteklenmesine odaklanan politikaları ve uygulamaları adım adım hayata geçirme imkânı bulmuştur. Belediyenin tüm kurumsal yapısını ve hizmetlerini kapsayan ve anaakımlaştırma aracı olan LGBTİ+ Eylem Planının ilkini 2010-2015 döneminde ikincisini de 2016-2021 döneminde uygulamıştır. Bugün kent hakkı, insan hakları temelli yaklaşım, kültürlerarası ve feminist perspektifi temel alan kavramlar üzerine kurulu Haklar Kenti Barselona Programı[8], herkesin kent tarafından tanınan ve garanti edilen tüm insan haklarına eşit erişimini hedeflemiştir. Belediye ve sivil toplum örgütlerinin işbirliğiyle geliştirilen bu ortak yapılardan en sonuncusu 2017 yılında oluşturulan Barselona Ayrımcılık Gözlemevidir[9]. Ayrımcılığa maruz bırakılan LGBTİ+ ve tüm kırılgan gruplara mümkün olan en iyi desteği sunmak amacıyla yerelde deneyim ve bilgilerin paylaşıldığı ve işbirliğinin güçlendirildiği bir çalışma alanı niteliğindedir. Her yıl düzenli izleme ve raporlama yaparak, kentte meydana gelen ayrımcılık türleri hakkında farkındalık yaratmayı ve sorunun kökenine inen stratejiler tasarlayabilmek için veri toplamanın geliştirilmesini hedeflemiştir.
Sonuç olarak insan hakları kentleri yaklaşımı, LGBTİ+’ların haklarının güvence altına alınması, yerel yönetimlerin eşitlikçi kentsel politika ve hizmetler sağlaması için alabilecekleri sorumlulukları tanımlayarak kapsayıcı toplumların geliştirilmesinde bütüncül bir bakış açısı sağlar. Bu açıdan, yerel politikaların doğrudan insan hakları çerçevesini göz önüne alarak geliştirilmesi ve insan hakları kentlerinin yerelde örneklerinin çoğalması için üçlü sacayağını oluşturan dayanakların, yapıların ve araçların hayata geçirilmesi için destekleyici bir çerçeve oluşturur.
Bu yazı, Avrupa Birliği'nin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla KAOS GL’ye aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.
[1] Avrupa Konseyi (2019), İnsan Hakları El Kitabı, Vol.1, s.
[2] Oomen, B.”The Promise and Challenge of Human Rights City” (2016) in Global Urban Justice: The Rise of Human Rights Cities edited by B. Oomen, M.F Davis, M. Grigolo, 1-22, Cambridge Universtity Press,
[3] Human Rights Council, (2015) Role of Local Government in the Promotion and Protection of Human Rights – Final Report of the Human Rights Council Advisory Committee, UN Doc. A/HRC/30/49, 2015, para. 21-26.
[4] Avcı, E., Kır, H., (2020), LGBTİ+ Hak Savunucuları ve Sivil Toplum Örgütleri İçin Yerel Yönetimlerle Çalışma Rehberi, SPOD Yayını
[5] Council of Europe (2019), Human Rights Handbook for Local Authoritiesa and Regions, Vol. 1. p.132
[6]Council of Europe (2019), Human Rights Handbook for Local Authoritiesa and Regions, Vol. 1. p.148
https://rm.coe.int/human-rights-handbook-for-local-and-regional-authorities-vol1/168093aaf2
[7] RWI, 2021, İnsan Hakları Kentleri Göstergeleri, http://rwistanbul.org/files/İHK Göstergeler (1).pdf
Etiketler: insan hakları, kent hakkı