03/12/2010 | Yazar: Rahmi Öğdül

İstiklal caddesindeki hafta sonu kalabalığı arasında yürürken, kitlenin inorganik bir akışkan maddenin, örneğin suyun özelliklerini taşıdığına tanıklık ediyor insan.

İstiklal caddesindeki hafta sonu kalabalığı arasında yürürken, kitlenin inorganik bir akışkan maddenin, örneğin suyun özelliklerini taşıdığına tanıklık ediyor insan. Tıpkı suyun faz değişimleriyle birlikte halden hale (gaz, sıvı, katı hal) girmesini andıran hareketler kitle hareketlerinde de gözlemleniyor. Sıvılaşan kitle ileriye doğru akmak için önüne geçen engelleri aşıyor; alışveriş, eğlence merkezleri önünde anaforlar oluşturuyor; birden bu akışkan halden vazgeçip ait oldukları kurumların hiyerarşik, kristal kulelerinde katılaşıveriyorlar.  ‘İnsan seli’ tabiri tam da suyun bu fiziksel özelliklerini kitleye yüklemesi açısından anlamlı duruyor. Faz değişimlerindeki çatallanmaların insanlık tarihinde de yaşandığını gösteren çalışmasıyla Arthur Iberall’i anmak gerekiyor burada (bkz M. De Landa Çizgisel Olmayan Tarih, Metis).

Iberall, insanlık tarihindeki büyük değişimlerin hayali bir ilerleme merdiveninde bir üst basamağa varan çizgisel bir gelişme olmadığını, aksine çizgisel olmayan kritik eşiklerin, inorganik madde de görülen faz değişimlerindeki çatallanmaların sonucu olduğunu gösteriyor çalışmasında . İlerlemeci bir anlayışa göre hep daha mükemmel bir üst basamak olarak insanlık tarihini reddederken, dayandığı nokta İlya Prigogine’nin fizikte yapmış olduğu düşünce devrimi. İnsan toplumları gibi açık sistemler, yani dışarıdan enerji girdisinin olduğu sistemler daima denge durumundan uzak sistemlerdir. Çizgisel gelişim halinde ilerlemek yerine, kritik noktalardaki çatallanmalarla, önceden kestirilemeyen farklı yönlere savrulabilen toplum, çeşitli karmaşıklık biçimlerini bünyesinde barındırıyor. Su, nasıl farklı hallerde bulunabiliyorsa, ısı yoğunlaşmasıyla birlikte yaşanan kritik noktalarda nasıl kararlı bir halden diğerine geçebiliyorsa, insan toplumunda da yerleşimlerin yoğunluğu, tüketilen enerji miktarı ya da etkileşim yoğunluğu bakımından kritik kütleye ulaştığında bu hal değişimlerini yaşayabilecek bir madde olarak görülebileceği düşüncesini ortaya atmıştır Iberall.

Iberall, ilk avcı-toplayıcı gruplarını, birbirinden ayrı yaşamaları, nadiren ve düzensiz olarak etkileşime girmeleri bakımından gaz partiküllerine benzetiyor. Avcı toplayıcı grupların genellikle birbirinden yaklaşık 113 km uzakta yaşadıklarını gösteren kayıtlardan yola çıkmış ve insanların günde yaklaşık 40 km yürüyebileceği varsayımıyla iki grup arasındaki mesafenin yaklaşık üç günde kat edileceğini hesaplamıştır. İnsanların tarıma geçmeleriyle birlikte ilişki ve enerji yoğunlaşması yaşanmıştır; insanlığın sıvı hali olarak tanımladığı bu aşamadan sonra üretim fazlasının depolanıp yeniden dağıtılması için gerekli kurumların ve yasaların ortaya çıkmasıyla oluşan hiyerarşik toplum artık kristalleşmiş ve katı bir hal almıştır.

Ortaya çıkan kentler hiyerarşik yapılarıyla, etraflarını çeviren surlarla tam da bu katılaşmış, kristalize olmuş toplumları yansıtıyorlardı. Ancak her ne kadar katı toplumsal hiyerarşilerle katı bir hal alsalar da kentlerin içinde farklı dönemlerde faz geçişlerini andıran sıvılaşma halleri de görülmektedir. 13. yüzyılın Paris’inde serseri entelektüeller olarak anılan Goliard’lar, yerleşik kurumları, değerleri alaşağı eden akışkan bir kuvveti temsil ediyorlardı mesela. Kentli, köylü, hatta soylu kökenli olan bu kişiler feodal yapıların devrildiği, köklerinden kopanların kentlere yığıldığı dönemin tipik temsilcileriydi. Kristalize olmuş geleneksel yapılara saldıran Goliard’lar hiçbir maddi olanağı olmayan, kent okullarında sadakalar sayesinde eğitim gören, dilencilik yaparak geçinen yoksul öğrencilerdi. Hayatlarını kazanabilmek için sokaklarda hokkabazlık yapıyorlardı bazen. Hiçbir sabit mekânları, gelirleri, mülkleri yoktu; sevdikleri hocaların peşinden kentten kente sürükleniyorlardı.  Kristal yapının içinde anaforlarla, kristalin katı çeperlerini tuz buz eden akışkan kuvvetler çıkabiliyor çoğu kez.

Yıkıcı, yerleşik değerleri alaşağı edici bir akışkan kuvvet olarak kitleyi bastırmak, denetim altında tutmak için modern dönemlerde kentlerin yeniden düzenlendiğini biliyoruz. 1830 ve 1848 devrimlerindeki kitle ayaklanmalarının taze anılarıyla yaşayan İmparator Napoléon ve baş şehir plancısı Haussmann 1850lerde Paris’i yeniden inşa etmeye koyuldular. Ayaklanan kalabalıkların korkusuyla, daracık dolambaçlı yollardan oluşan ortaçağ kent dokusunu yıkarak, ordunun rahatlıkla hareket edebileceği geniş yollar inşa ettiler. Orduların kentin dokusuna yenildiğini çok eski kaynaklardan da biliyorlardı mutlaka. Antik çağlarda da benzer deneyimlerin yaşandığını, kentleri işgal etmeye kalkışan düşman kuvvetlerinin, daracık dolambaçlı kent sokaklarında telef olduklarını yazıyor kaynaklar. Argos kentini işgal etmeye çalışan Yunanlı general Pyrrhus’un ordusuyla birlikte kentin daracık sokaklarında sıkışıp kaldığını, bozguna uğradığını okuyoruz. Çatıdaki bir kadının kafasına attığı bir kiremitle ölüyordu sonunda. Kentin dolambaçlı sokakları iktidarların pek hoşuna gitmiyor.

İstiklal Caddesi’ndeki insan seli içinde bir molekül olarak hareket ederken, bu akışkanın kritik bir eşiğe ulaşacağı, faz değişimleriyle birlikte kristal kuleleri alaşağı edeceği çatallanma zamanlarını hayal ediyorum.


Etiketler: kültür sanat
nefret