07/06/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Henüz Radikal gazetesi yokken, savaşın en yoğun sürdüğü günlerde Express dergisinde yazmaya başlamıştım.

Henüz Radikal gazetesi yokken, savaşın en yoğun sürdüğü günlerde Express dergisinde yazmaya başlamıştım. Edebiyat ve sinemanın ışığı artık beni yatıştırmıyor, memleketin gidişatı üstüne düşünmek, düşündüklerimi paylaşmak benim için kaçınılmaz oluyordu.
 
Express dergisi kanımca basınımızda çığır açmıştır. 19 yıllık yayın hayatında bilgi ve fikir üretimi, gazetecilik konularında ana akıma itirazları olan bir avuç genç gönüllünün sabahlara kadar çalıştığını, dergilerini bayilere elden dağıttığını hatırlarım. Yakınmadan, parasız yaşayıp karşılık olarak sadece dergilerinin matbaadan geldiği anın sevincine razı olarak benzersiz habercilik, unutulmaz söyleşiler; bütün dünyayı bahçesi olarak gören çocukların merak ve ilgisiyle taranmış bir insanlık haritası koydular önümüze.

Yıllardır Express’de haberlerini, söyleşilerini okuduğumuz kardeşim İrfan Aktan’ın bir yazısı üstüne sürmekte olan dava 15 ay mahkûmiyet kararıyla sonuçlandı. Dergi de para cezasına mahkûm oldu.

Yazıda örgüt propagandası yapıldığı anlaşılmış.

İrfan Aktan, saygın memleket medyasında yazılarından, haberlerinden en çok yararlandığım, saptamalarından en çok alıntı yaptığım yazarlardan biridir.

Emmi oğlum ya da twitter yoldaşım olduğundan değil güvendiğim, inandığım, çalışkanlığına ve dürüstlüğüne hayranlık duyduğumdan kardeşimdir İrfan.

Kürt açılımının Habur engebesi sırasında yazmış olduğu kapsamlı bir haber yazısı nedeniyle PKK propagandisti ilan edilmişliği karşısında ne hissedeceğimi bilemiyorum.

Express’in Eylül 2009 sayısında çıkan yazısının spotu şöyle: “Tayyip Erdoğan Kürt açılımında geldikleri aşamaya dair adeta ara rapor vermek üzere ABD’nin yolunu tutarken, biz de DTP ve PKK tarafından “ertelenen” Ramazan Bayramı’nda bölgeye yollandık. 8-15 Eylül’de Çukurca’daki operasyonlarda sekiz PKK’linin öldürülmesi üzerine, bayram bütün bölgede yürüyüş ve protestolara sahne oldu. PKK’lilerin cenazeleri kitlesel gösterilerle memleketlerine yollanırken, tarihte belki de ilk defa, bölgede Ramazan Bayram kutlanmadı.” 

Dolayısıyla bu haber, masabaşında kotarılmış, yazarın fikir ve kararlarını beyan ettiği bir makale değil.

Ceza almasının gerekçesiyse iki PKK militanı ve bir PKK yöneticisiyle yapmış olduğu söyleşilerden alıntılanmış birkaç cümle. Avukatının da belirttiği gibi, “Ötüm gayenin habercilik olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Tüm Türkiye’nin adeta kilitlendiği, gündemin bir numaralı maddesi haline gelen bir konu olan ‘Demokratik Açılım / Kürt Açılımı’ konusunda yazılan bir haber söz konusudur. Haber masa başından değil, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde konunun aktörleriyle yapılan görüşmelerle ve güncel tüm kaynaklar değerlendirilerek yazılmıştır. Ankara’da ve medyada tartışılan konu hakkında, konunun tam ortasında yer alanların ne düşündüğü, bu projeye nasıl baktığı yansız bir biçimde okura aktarılmıştır.”
Pekâlâ benim ve birçok yazarın bölgede yaptığı söyleşilerinden, haberlerinden alıntılar yapmakta bir beis görmediğimiz (ve üstüne koğuşturulmadığımız) İrfan Aktan neden seçildi? Neden yıllardır  PKK üst yöneticileriyle söyleşiler yapan gazeteciler, koğuşturmaya uğrasalar da sonunda hak yerini buldu, gazetecilik kazandı da İrfan gözlerimizin önünde bu cezaya çarptırıldı? Genç olduğundan mı? Korunaksız bulunduğundan mı? Yüksekovalı bir Kürt olduğundan mı? İrfan’ın savunmasından okuyalım:

İrfan Aktan’dan mahkemeye
‘Bölgede ve Kandil’de Hava Durumu/ Mücadele Olmazsa Çözüm Olmaz’ başlıklı makalemde iki PKK militanının görüşlerine ve duygularına da yer verdim. Zira bir grup PKK’lının Habur’dan Türkiye’ye girişi arifesinde (makalemin yayımlandığı tarih 15 Ekim, Habur’dan yapılan girişlerin tarihi ise 19 Ekim 2009) örgütün tek bir görüşünün olmadığını, bir grup Türkiye’ye gelmeye hazırlanırken bir grubun da silahlı eylemlerini sürdürme taraftarı olduğunu aktarmaya ve bunun üzerinden örgütün tavrını analiz etmeye çalıştım. Ancak iki sıradan örgüt militanının anlatımlarının, örgütün tutumunu yansıtmaya yetmeyeceğini de makalemde şu sözlerle belirttim: “İki militanın görüşlerinden hareketle PKK’nın ‘açılım’ı nasıl değerlendirdiği konusunda bir fikre varmak doğru olmaz elbette. Zira son dönemde, örgüt içinde AKP’nin ‘açılım’ projesini farklı farklı yorumlayanlar var...” Makalenin devamında örgütün yayın organlarından ki bu yayın organlarının satışı serbesttir-  ve çeşitli kaynaklardan bu analizimi temellendirmeye çalıştım. Örgütün silah bırakmaya niyeti olduğuna dair genel değerlendirmelerin kamuoyunu yanıltabileceğini, Hakkâri’nin Depin mıntıkasında ailesiyle piknik yapan iki polis memuruna yönelik saldırıyı, örgüt yöneticilerinin ‘mücadele olmazsa olmaz’ sözünü aktararak hatırlatmaya çalıştım. Aynı makalede şöyle bir ifade de kullandım. “Cemil Bayık, TBMM’nin açıldığı gün çarpıcı bir açıklama  yaptı. ‘Süreç savaş yönünde gelişiyor, savaş kaçınılmaz görünüyor.’ (...) Bayık’ın bu açıklamasının inisiyatifi ele geçirmek için yapılmış bir politik şantaj olup olmadığını önümüzdeki günlerde göreceğiz...” Böylesine bir analizle örgütün propagandasını yapmak imkânsızdır. Zira yargıya konu olan makalede örgüt yöneticilerinden birinin şantaj yapma ihtimaline işaret ediliyor. Böylece bir yandan örgütün bazı üyelerini Habur’dan Türkiye’ye gönderirken diğer yandan eylem hazırlığı içinde olduğuna dair değerlendirme yapılıyor...

Makalenin kaleme alındığı tarihe bakıldığında, Türk medyasından pek çok gazetecinin, örgütün açılım sürecine dair görüşünü anlamak için, örgüt mensupları veya yöneticileriyle mülakatlar yaptığı hatırlanacaktır. Bu mülakatların bazı örneklerini önceki duruşmada sayın mahkeme heyetine sunmuş bulunmaktayız. Keza gazeteci Hasan Cemal’in Kandil’de görüştüğü PKK yöneticilerinden Murat Karayılan’ın açıklamaları hakkında İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 12 Mayıs 2009 tarihinde “Biz olup biteni her şeyi dikkatle izliyoruz, dikkatle not ediyoruz” diyerek örgütten gelen haberleri izlediklerini ifade ettiği hatırlanacaktır. Zira Türkiye’nin, devlet olarak PKK konusunda geliştireceği politika, toplum olarak göstereceği tavır, gazetecilerin örgüt mensuplarıyla yaptığı görüşmeler neticesinde belirleniyor. Bu bakımdan gazetecilerin faaliyetlerini tamamen objektif faaliyetler olarak değerlendirmek gerekiyor. Zira örgüt mensuplarıyla yapılan mülakatlar, örgütün propagandasından tamamen uzak, olay ve olgular hakkında kamuoyunu bilgilendirmeye yöneliktir. Aksi takdirde biz gazeteciler, yaklaşık 30 yıldır Türkiye’yi kasıp kavuran bir hadise hakkında haber veya analiz yapamaz, bilgi aktaramaz duruma geliriz. Oysa dünyadaki tüm demokrasilerde olduğu gibi Türkiye’de de basın faaliyetine yasal icazet verilmiştir. Gazeteciler halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmedikleri, suçu ve suçluyu övmedikleri, şiddeti yüceltmedikleri, yıkıcı faaliyetlerin propagandasını yapmadıkları, gerçekleri çarpıtmadıkları sürece, yaşanan olayları, karşılaşılan olguları röportajlar yaparak, bilgi ve belge toplayarak, arşiv taraması yaparak faaliyetlerini sürdürebil-mektedirler. Davaya konu olan makalemiz de tamamen böyle bir faaliyetin ürünüdür ve makalenin hiçbir yerinde şiddet, tedhiş, ülkenin bütünlüğüne yönelik faaliyetler övülmemiş, yüceltilmemiş; aksine, bu faaliyetlerin sonlanıp sonlanmama ihtimalleri analize tabi tutulmuştur. Bu analiz için de örgüt militanlarının ruh hallerini yansıtan açıklamalara yer verilmiştir. Ancak bu açıklamaların, haberin yazarı tarafından tasvip edildiğine dair en ufak imada dahi bulunulmamıştır.”

Ey haberciler; İrfan Aktan’ın sadece gazetecilik yapmış olduğu için hapse girecek olması korkunç bir haberdir, unutmayalım. Sıra bizde.
 

Etiketler: insan hakları
İstihdam