17/04/2009 | Yazar: Deniz Deniz

Biliyorsunuz Vakit Gazetesi gene yapacağını yapmış ve Homofobi Karşıtı Buluşma'nın etkinliklerini fırsat bilerek, bize yönelik her zamanki bildik kinini kusmuş bir kaç gün evvel.

Biliyorsunuz Vakit Gazetesi gene yapacağını yapmış ve Homofobi Karşıtı Buluşma'nın etkinliklerini fırsat bilerek, bize yönelik her zamanki bildik kinini kusmuş bir kaç gün evvel. Ülkenin pek çok siyasi ve kültürel kırılma başlıklarına yönelik ajan-provokatör yaklaşımıyla ünlü bu gazetenin hedef gösterme gibi bir meziyeti herkesin malumu. Son yayınları ise hedef gösterme yelpazelerine eşcinselleri de eklediklerini ortaya koyuyor. Hakkını yemeyelim bu gazete kadar şiddet içerikli olmasa bile sadece Vakit değil, "islamcı" veya "islami" (açıkçası onları bu şekilde yaftalamak hoşuma gitmiyor ancak, tanımlamak için bu kelimeleri kullanmak zorunda kalıyorum) olarak nitelenen bu kesimin hemen hemen bütün gazetelerinde benzer bir yaklaşım söz konusu. Zaman Gazetesi'nde Alev Alatlı'nın Bilgi Üniversitesi'ndeki gey-lezbiyen kulübünü İslami gönüllere nasıl anlaşılmaz bir "eyvahlamayla" şikâyet ettiği hâlâ hafızalarda saklıdır. Alatlı'nın o yazısı kişisel görüşüm olarak hem entelektüel intiharına yol açmıştır hem de en az Vakit'in hedef göstermesi kadar sakıncalıdır da aynı zamanda. Elbette bu kesim içinde de tam bir fikir birliği yoktur, ancak görünürlük itibariyle hepsi aynı koroya değişik performanslarla eşlik etmektedirler uzunca bir zamandır. Mesela El Ezher Üniversitesi'nden dahi fetva almış olan Bülent Ersoy'un kişiliği Yeni Şafak gazetesinin satır aralarından "la dini" olarak nitelenebilmiştir. Özetle LGBTT denilen gerçeklik İslami basın ve düşünürleri için hâlâ kimsenin elini altına koymaya cesaret edemediği bir taş olarak ortada dururken, yapılan yayınlarda ise inanılmaz bir köktencilik ve ikiyüzlülük devam etmektedir. Acı olan ise zaman zaman demokratik mücadeleye ortak olmaya çalışan bu kesimin kendi içinde aslında bambaşka düşündüğü gerçeğidir. Aşağıda vereceğim örnek bu kesimin "kendi içinde" demokrasiyi nasıl algıladıklarının çok açık bir göstergesi.

Bir ara sanırım Özgür-Der'den bir grup başörtülü öğrenci herkes için insan haklarını talep eden ve eşcinselleri de kapsayan bir bildiriye imza atmışlardı. Eşcinseller dâhil çok farklı kimliklerin insan hakları paydasında birlikte yaşama hakkına atıfta bulunulmuş sonuna da peygamberin "adaleti" işaret eden bir hadisi eklenmişti. Birlikte yaşama adına, ezberleri bozma adına hoş bir eylem gibi durmuştu bu basın açıklaması. Fakat gelin görün ki, o açıklamanın yarattığı tepkiler, son derece moral bozucuydu. Bir kaç gün sonra Yeni Şafak'ta Akif Emre, şöyle yazacaktı:"Başörtüsü savunusu üzerinde en son gelinen nokta, yine özgürlükler adına açıklama yapan bir grup başörtülünün eşcinsel haklarını savunmaya kadar varan talepleri, dini kutsallardan (değerlerinden) bağımsız bireyi kutsayan bir dile sığınmaları ancak İslam’ın Protestanlaşması ile izah edilebilir." Nasıl kral çıplak değil mi? Yani demek istiyor ki, "Bu nasıl olur. Siz bu şekilde, başörtüsünün bir dini gereklilik olmaktan ziyade bir insan hakkı olduğunu mu kabul ediyorsunuz. Dahası siz nasıl bizden eşcinselleri de kabul etmemizi beklersiniz". Akif Emre'nin kendi inançları ve hitap ettiği kitle adına bu itirazı da bir şekilde anlaşılabilir ama asıl skandal sonraki yazısında ortaya çıkacaktı. O bizi umutlandıran hoş ittifakın arkasında meğersem ne hinoğlu hinlik varmış da haberimiz yokmuş. Yani bu sefer de bildiriyi hazırlayan, sözüm ona gerektiğinde eşcinsel bireyin de hakkını savunan kişiler çıplak kalacaktı hem de yine Akif Emre'nin köşesinden. Bildirinin imzacıları arasında yer alan Hilal Kaplan, Akif Emre ağabeyine öyle bir mektup göndermiş ki, son derece düşündürücü. İslamcı denilen kesimin demokrasi konusundaki samimiyetsizlik ve tutarsızlıklarını gözler önüne sermesi bakımından da kayda geçilmesi gereken bu mektubu bir ibret vesikası olarak buraya almak istiyorum.
 
‘Selamun Aleyküm Akif Bey,
 
Bendeniz bugünkü yazınızda bahsettiğiniz bildirinin yazarlarından Hilal Kaplan. Yazınızda ‘eşcinsel haklarını savunmaya kadar varan talepleri’ derken bizi yanlış anladığınızı gördüm ve hatanızı düzeltmek istedim. Sabah ve Radikal gazetelerine verdiğimiz röportajda çok sarih bir biçimde eşcinsel siyasetine karşı olduğumuzu vurguladık fakat ne yazık ki şöyle de bir gerçek var: bu insanların evlerine polis zorla giriyor, şiddet uyguluyor, değerli eşyalarına el koyuyor, vs. (bu tür haberler ne yazık ki gazetelerde bile yer bulmuyor, bizzat kendilerinden ve yayınlarından öğrendiklerimiz bu çerçevede olayların cerayan ettiği yönünde) Bu minvalde onlara uygulanan -ki bir Şeriat ülkesinde olsaydık kimsenin evine böyle zorla girilemezdi, zira ev mahremdir- zulüme de karşı olduğumuzu belirttik. Size sormak isterim: İslam'la tanışmamış insanların önce tekme tokatla mı tanışmaları gerekiyor?
 
Ayrıca feminist ve eşcinsel hareketler ile arama sadece ‘sen günahkârsın’ deyip duvar örmek yerine onlarla konuşmayı, tebliğ ve temsil etmeyi seçiyorum çünkü bu insanların din konusundaki cehaletlerini görmeye ihtiyaçları var ve şu ana kadar çok güzel sonuçlar aldık Elhamdülillah. Örneğin en son eşcinsel/feminist insanlarla Müslümanları bir araya getiren bir atölye çalışmasında (neden Müslümanlar ve eşcinseller beraber siyaset yapamazlar sorusuna cevap vermek amacıyla düzenledik) şunu çok açıkça ifade ettik: Eşcinsel ve feminist siyaset(ler)i bir yatak odası siyasetidir ve bizatihi pornografiktir. Kendi karşı çıktığı siyasal mekanizmaları fazlasıyla yeniden üretir, zulümdür. Sonuçta çok olumlu tepkiler aldık hatta bazı eşcinsel arkadaşların görüşlerimizi onayladığını fark ettik. Herkes İslam hususundaki cehaletini itiraf ederek devamını talep etti.
 
O yüzden bir Müslüman olarak size, başka bir Müslüman’ı bu kadar çabuk yargılayıp ‘çöpe atma’ hakkını kendinizde bulmanızı yakıştıramadım ve çok yadırgadım. Kaldı ki gazete röportajlarına da haber şöyle yansıdı: ‘eşcinsele şiddet dursun’. Eğer sizi eşcinsellere yönelik şiddet politikasını eleştirmemiz rahatsız ettiyse şu kadarını söyleyeyim. Türkiye'de eşcinsellere yönelik sarih bir dini temsil ve tebliğ yok. Bu insanların ya İslam'la hiçbir bağları olmamış ya da çok travmatik bir dini geçmişleri olmuş. Bu yüzden daha tebliğ ve temsil evresi gerçekleşmeden direkt polis şiddetine maruz kalmalarını tasvip etmem mümkün değil. Kaldı ki mahrem alanlarına zorla girilip şiddet uygulanmasını tasvip etmem hiçbir şekilde mümkün değil.
 
Ayrıca bireyi yücelten bir söylemimiz de hiç olmadı. Eğer dikkat buyurursanız bildirinin adalet vurgusu yapan bir hadisle bittiğini görürsünüz. Hadisle bitirmemizin sebebi ise liberteryen bir yerden değil, İslami adalet anlayışı çerçevesinde özgürlük taleplerini savunduğumuzu vurgulamak içindi. Umarım bu hatanızı düzeltirsiniz, aksi takdirde hakkımıza girmiş olduğunuzu hatırlatırım.’
 
Mektubun yazarı elbette bu mektubun bu şekilde yayınlanmasını ummuyordu. Belki de Akif Emre onları bu şekilde faka bastırdı. Zaten bu mektup skandalı ortaya çıktıktan sonra da Hilal Kaplan Genç Siviller'den ayrılmak zorunda kalacaktı. Oysa ne hazindir ki, bu kesim içinde eşcinseller üzerinden bu tuhaf jurnallemeler yaşandığı dönemde Pride etkinliklerinde bir travesti "Başörtülüye eğitim, travestiye çalışma hakkı" yazılı bir pankart taşıyacaktı.
 
Kezban Hatemi'ye ilişkin önceki yazıda hatırlarsınız, eşi Hüseyin Hatemi'nin yılar önce verdiği ve eşcinsel evliliğine onay veren Alman Anayasası'nı İslam’a en uygun anayasa olarak nitelendiren röportajından bahsetmiştim. İşte burası Türkiye. Hüseyin Hatemi'ye elbette "İslamcı" yaftası takamam, Akif Emre yazılarıyla bu yaftalamaya uyduğu halde ona bile böyle yaftalama takmak istemem. Çünkü o yaftalama ve benzer yaftalamaların uzunca bir süre özgürlük taleplerini sindirmek amacıyla egemen düşünce tarafından kullanıldığını biliyoruz. O yüzden sadece tanımlama açısından başka kelime bulamadığım için kullanmak zorunda kaldığımı, normalde bu tür yaftalamalara gönlümün razı olmadığını yazının başında belirtmiştim.
 
Hayır hayır biz ısrarla ne Akif Emre gibi olacağız ne de bizi din konusunda cahil zannedip aslında kendisinin din konusunda ciddi travma yaşadığı apaçık olan Hilal Kaplan gibi davranacağız. Olaya onların baktıkları gibi bakıp biz de "Ne münasebet, sırf insan hakları demokrasi adına başörtülüleri, İslamcıları kabul etmek zorunda mıyız. Üstelik onlar kendi inançlarında bizleri yok saydıkları, sapkın ve kötü gösterdikleri halde" diyebiliriz. Ama biz öyle demeyeceğiz, dememeliyiz. Dahası mesela kalkıp Vakit Gazetesi’ne de siz eşcinselleri sapkın deyip hedef göstereceğinize önce yazarınız Hüseyin Üzmez'in pedofiliyle yargılanmasını sapkınlık olarak nitelendirin falan da demeyeceğiz. Oysa o kesimin yere göğe sığdırmadığı, aynı şekilde bu satırların yazarının da yere göğe sığdıramadığı Cemil Meriç ne güzel özetlemişti: "Yobazın hasretindeyim... Yobaz tek kitabı Kapital, tek kitabı Kur'an olan" Zaten bizim onlarınki gibi bizden olmayanı "lanetli" sayan bir tek kitabımız da yok çok şükür. Çünkü "İslami" görmeyip "evrensel" diyerek dışladıkları değerlerimiz yerel değerlerimizden çok daha kapsayıcı. Tıpkı onların inatla görmek istemedikleri yerel değerleri - buna İslami de diyebilirsiniz - de kapsadığı gibi.  


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam