18/03/2024 | Yazar: Berkay Karakaplumbağa

Yıllar geçti. Yıl 2015’te Suruç saldırısının haberini aldım. Sanırım bütün kötülüklerin başlangıcı da o olaydı zaten.

İsmail ile Boğaç’ın hikayesi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Eskişehir’de doğduk üçümüz de. 2009 veya civarındaki yıllardan biriydi. MorEl vardı o zamanlar, aktifti. Ben lisedeydim, Boğaç da öyle. İsmail bizden büyüktü ama o da üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. MorEl’in bir tanışma toplantısıydı sanırım, etkinlik sonrasında bir şeyler içmeye gittik. İsmail’i tanıdım o gece, tanıdığım hiçkimseye benzememesi beni çok şaşırtmıştı. Konuştuğu dil ağdalıydı, eski Türkçe ve divan edebiyatından sözcükler ustaca dökülürdü ağzından. Telefonu yoktu, ayrılırken “ben seni bulurum” dedi. Anlamadım ilk başta, ama gerçekten de beni hep buldu İsmail, Eskişehir küçük, orası ayrı ama her karşılaşmamızda “hah ben de seni arıyordum” derdi bana. Şaşırırdım, böyle bir insanın varlığına. Şiirler okurdu, iltifatlar yağdırırdı. Çarşıya çok yakın bir sokak arasında bir çaycıda çalışırdı. Boğaç’a vurgundu, onun deyimiyle yani. Boğaç zaten çok güzel bir çocuktu. Selvi gibi boyu, güneş gibi teni vardı, kirpikleri güneş ışınları gibi, gülüşü sabah, hüznü geceydi. Bana anlatırdı İsmail onu, Şems’in Mevlana’ya vurgun olduğu gibi vurgundu ona. Beni bulduğu gibi, onu da bulurdu Eskişehir sokaklarında.

Boğaç yüz vermez gibi yapar, arada da takılırdı İsmail’le. “Aman kür işte abla boşver” derdi. Çok güzel Lubunca konuşurdu Boğaç. Ona imrenirdim çoğu zaman. Güzel bir okulda okuyordu, lubunya kimliğini açıkça yaşıyordu, dedim ya lubuncası da çok güzeldi, daha ne olsun? Ama güzellilk başa bela, bilenler bilir, sorunları eksik olmazdı hanesinde. Bilirdik hepimiz, ama pek bir şey yapamazdık. İsmail de bilirdi, o zaten her şeyi bilirdi. Otururduk onunla, Eskişehir barlar sokağındaki en köhne ve en ucuz birahanede, iki bira, yanında parmak patates, patatesin yanında nefis salçalı sos. Ah İsmail, sigarasını yakar, külünü birasına atardı, kafası daha iyi olurmuş. O mekandaki o salçalı sosun tadının nefis olmasına şaşırırdım bir de. İsmail Boğaç’ı anlatırdı, kaymak gibi tenini, inci gibi gülüşünü, işvesini, o mektubunu cevapsız bırakışını, geceyi kaplayan hüznünü. Ben de Ankara’daki sevgilimi anlatırdım, Ankara’ya yerleşebilmek için bütün tercihlerimi Ankara yapacaktım. Bana bazen sevgilimin yanına gideyim diye bilet parası bile verirdi o masada İsmail, birasında küller, koca parmak patatesler ve nefis salçalı sos.

Bir zaman geçti, herkes üniversiteye yerleşti. İsmail beni yine Eskişehir’de buldu. Ben müjdeyi verdim, “Ankara oldu gidiyorum, onunla beraber yaşayacağız!” Boynuna sarıldım, baktım o üzgün. Üniversiteye yerleşememiş, hem de kardeşine bir şeyler olmuş. Tam olarak anlatmadı ama mahallesindeki kahvehanede oturan adamlara kızgındı en çok. Yine de güldürdü beni, ama bal rengi ela gözlerinin içindeki şimşekleri hatırlıyorum. İkinci tercihlerde İsmail de Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı’na yerleşti, tek istediği bölüm buydu, “sen de çok mutlu olacaksın” dedim, sarıldık uzun uzun. Boğaç da İstanbul’a gidecekmiş, iletişim fakültesine. O yaz ayrıldık Eskişehir’den Boğaç’la, yuvadan ayrılan kuşlar gibi. Ben Ankara’dan Eskişehir’e çok sık gittim, geldim, İsmail beni bulmaya devam etti. Rutinimiz bu olmuştu. O beni bulur, Palmiye çay bahçesine çay içmeye gider, çay bahçesinin işletmecisi ile sohbet eder, birahanemize gider, parmak patatesler, nefis sos ve biradaki küller. İsmail anlatır, ben anlatırdım. Fonda divan edebiyatı, Mevlana’nın Şems’e vurgunluğu, damağımda nefis salçalı sos.

Eskişehir’e gidip gelmeye devam ettim, bir süre sonra İsmail beni bulmamaya başladı. Onu tanıyabilecek herkese sordum, paniklediğimi hatırlıyorum, Eskişehir Adalar’dayım ve İsmail beni bulmuyor. Birkaç defa daha yaşadım aynı döngüyü, Ankara’ya elim boş, kalbim kırık döndüm. Ama hayat aktı. Ben Ankara’ya gittim geldim, İsmail’den ses yoktu. Yıllar geçti. Yıl 2015’te Suruç saldırısının haberini aldım. Sanırım bütün kötülüklerin başlangıcı da o olaydı zaten. Eski sevgilimin gecekondusundaydık, akşamüstü 5 haberlerinde gördüm, hüngür hüngür ağladım o gün tanımadığım gencecik çocukların ölümüne. Aynı gün ya da onu takip eden bir günde, İsmail’in de ölüm haberini aldım, gecekonduda. Yıl 2015’ti ama İsmail 2012’de Kütahya’da bir gölette serinlemek isterken boğulmuştu… Yani gazete öyle yazıyordu. İsmail’e veda edememişim, mezarının toprağına bile değememişim. Arafta kalan hayaletler gibi, İsmail’in hatırası kaldı bende. Kendimce ritüeller yaptım, birisi birasına kül attığında onun hikayesini anlattım. Bir de hep merak ettim, gölette nasıl boğuldu? İsteyerek mi girdi? Yüzme bilmiyor muydu canım İsmail?

Yıl 2017 oldu, Suruç düzlüklerinde uçan bir kelebeğin kanat çırpışı Boğaç’ın aklına düştü ve kısa filmi Keçi’yi yarattı. Kesişimsel aktivizmini hepimiz takdir ettik, başarısını imrendim. Tebrik ettim, yıllar sonra konuştuk, bana “hiç değişmemişsin Berkay” dedi. “Sen de Boğaç, gülüşün yine sabah gibi”. Neydi acaba çözemediği? Kendimi bu duygunun akranı gibi görüyorum. Düşünüyorum, Boğaç bir duyguyu aşamamış olmalı. Çözebilir miydik anlatsa? Lubunyaların ışığının söndüğü bu zamanlarda, daha fazla devam edemeyeceğine karar vermiş, sessizce. Ben zaten uzun zamandır İsmail’in hayaletini etrafımda görürüm, ne zaman Eskişehir’e gitsem, çalıştığı çay bahçesinin yanından geçsem, onun eşsizliğini ve bilgi birikimini üzerimde yük gibi taşırım. Şimdi ise merak ediyorum, İsmail Boğaç’la buluşmuş mudur orada? Onları düşündüğümü görmüşler midir? Onları düşündüğümü hissetmişler midir?  Size bir hikaye yazdım canlarım, merak ediyorum okumamı ister misiniz? Eskişehir sokaklarında tekrar buluşur muyuz? Üçümüz.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam