21/03/2021 | Yazar: Hatice Demir

LGBTİ+’lar olarak türlü manipülasyon ve hedef göstermeler karşısında söylediğimiz ve söyleyeceğimiz çok var. Ama en önemlisi; alışın, buradayız, gitmiyoruz ve İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!

İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

*SPoD Hukuk ve Adalete Erişim Alan Koordinatörü

Karşımda oturuyor.

Yirmilerinin sonunda, giyiminden kuşamından orta sınıf olduğu anlaşılıyor. Biraz tedirgin, kaygılı, konuşurken yan masalara göz gezdiriyor, ara ara sesini alçaltıyor.

Üniversiteden sonra ailesinin yanından ayrılmış. İstanbul’da iyi bir işi ve çevresi var, kendi hayatını kurmuş. Ailesi, özel hayatı hakkında ne kadar az şey bilirse o kadar iyi. Ara ara yaptığı ziyaretlerde gelen “Ee yok mu sevgilin, ne zaman evleniyorsun?” sorularını ustalıkla geçiştirmeyi de bu soruları duymamak için gerekli mesafede durmayı da öğrenmiş.

Birkaç yıl önce biriyle tanışmış, aşık olmuş, kısa süre sonra bizimkinin evinde birlikte yaşamaya başlamışlar. Sakin bir ilişki, sadece yakın arkadaşların bildiği, ikisinin de hayatını zorlaştırmayan… Gel zaman git zaman, aşk bitmiş. Ayrılmak istemiş ve benimle masaya oturmasını gerektiren hikaye böyle başlamış…

***

Müvekkilim yirmilerinin sonunda eşcinsel bir erkek. Ayrılmak istediği sevgilisi, birlikteyken çekildikleri ve sevgili olduklarının açıkça görüldüğü fotoğraflar da dahil her şeyi, müvekkilin eşcinsel olduğunu bilmeyen ailesine göndermekle tehdit ediyor. Bitmiyor, tehditlerin içine iş yerini de katıyor. Sosyal medyada çeşitli profiller oluşturarak müvekkilin annesini, babasını, akrabalarını arkadaş olarak ekliyor ve kendisini müvekkilin yakın bir arkadaşı olarak tanıtıp sohbet ediyor. Bunu, tehlikenin yakınlığını anlatmak için dayanak olarak kullanıyor.

Müvekkil, eski sevgilisi ile ilgili tehdit, şantaj ve kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme ve yayma suçlarından savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Dosya aylardır işlem yapılmadan bekliyor. Bu arada, karşı taraf dursun diye yüksek bir miktar kredi çekip (bu miktar müvekkilin ortalama üç aylık maaşına tekabül ediyor) teslim etmiş bile. Belki istediği parayı öderse gidip kendisine yeni bir hayat kurar ve onu rahat bırakır diye… Tabi ki bu karşı tarafı en fazla 1 hafta susturmuş. Müvekkil kendini “ipleri eski sevgilisinin elinde bir kukla” gibi hissettiğini söylüyor. Hızlı bir çözüme ihtiyacı var. Bu psikolojik ve ekonomik şiddeti durdurmak ve daha kötüsü bu tehditlerin gerçekleşmesi halinde gelebilecek fiziksel şiddeti önlemek için, hızlı ve adil bir çözüm…

***

Geçtiğimiz yılın en çok gündem olan konularından biri İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarıydı. Şimdiki iktidarın büyük bir heves ve şölenle duyurduğu ve ilk imzacı ülke olmamızın bol bol reklamının yapıldığı İstanbul Sözleşmesi’nin, aradan geçen birkaç yılda toplumsal hassasiyetlerimizle uyumlu olmadığı birden ortaya çıktı ve bütün memleket bunu konuşmaya başladık. Sözleşmenin en çok üzerinde durulan ayağı ise “toplumsal cinsiyet” kavramıydı ve iktidar, sanki sözleşme kendi iktidarında imzalanmamış gibi birden toplumsal cinsiyet kavramının toplumsal hassasiyetlerimize aykırı olduğuna kanaat getirdi.  Bu arada toplumsal hassasiyetler deyip geçmeyin,  bu öyle büyük ve ulvi bir tamlama ki, her işe yarar; yeri gelir toplantı ve gösteri yürüyüşünü yasaklatır, yeri gelir bir kadın cinayetini haklı kılar, yeri gelir sözde bağımsız bir medya platformundaki dizi senaryosuna müdahale ettirir… Peki bu “toplumsal hassasiyetler”, toplumsal cinsiyet kavramıyla karşı karşıya getirilince ne olur? Bu iki kavramın karşı karşıya getirilmesinden kim zarar görüre bakmadan önce, İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet derken neyi kastediyor ve dolayısıyla toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten kimleri koruyor, biraz birlikte orayı eşeleyelim.

***

İstanbul Sözleşmesi, “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinin c fıkrasına “toplumsal cinsiyet”i “herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” olarak tanımlıyor. Türkiye’de “kadınlar ve erkekler için uygun olduğu düşünülen roller”e uygun davranmayanların, yani şu her krizde akla gelen toplumsal hassasiyetleri en çok kaşıyanların LGBTİ+lar olduğu, hepimizin malumu... Devam edelim, İstanbul Sözleşmesi’nin “Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması “ başlıklı 4. maddesinin 3. fıkrası “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.” diyor. Yani sözleşme “toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten koruduğun kişiler arasında ayrım yapamazsın” diyor. Ve LGBTİ+lar da bu şiddetin en çok hedef aldığı gruplardan olduğundan mağdurları korurken cinsel yönelim cinsiyet kimliğine dayalı ayrımı açıkça yasaklıyor. Kısacası sözleşme taraf devletlere LGBTİ+ları da fiziksel, duygusal, ekonomik ve cinsel şiddetten korumak zorunluluğu yüklüyor!

İstanbul Sözleşmesi tartışmaları denince adını anmadan geçemeyeceğimiz bir de 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunumuz var. Bu kanun, İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukukumuzdaki yansıması… Bu kanunda da aynen İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi bazı tanımlar yapılıyor. Kanun amacını; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemek olarak açıklıyor (madde 1) ve devam ediyor. Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddettir; şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışıdır, diyor. Bütün bu tanımlardan anladığımız üzere, bu kanun da, aynen İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi, sadece resmi nikahlı kadınlar erkek şiddetinden korumuyor; içerdiği tanımlar gereği LGBTİ+ları da partnerlerinden ya da ailelerinden gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddetten koruyor. Bunu da içerdiği koruyucu ve önleyici tedbirler sayesinde hayata geçiriyor, İstanbul Sözleşmesi’nin öngördüğü şekilde, koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aramadan yapıyor.

***

Bütün bu açıklamalardan sonra hepimizin hemfikir olacağı üzere İstanbul Sözleşmesi ve uygulama kanunu olan 6284 sayılı Kanun elbette LGBTİ+’ları da koruyor. LGBTİ+’lar dahil birçok kişinin kafasındaki soru işaretlerinden biri, kanun ve sözleşme sadece lezbiyen-biseksüel ve trans kadınları mı koruyor? Ya da hem sözleşme hem de kanun, sadece kimliğinde cinsiyet hanesi “kadın” olan kişileri mi koruyor? Yukarıda, bu alan bana izin verdiğince açıkladım, hayır; sözleşme ve kanun böyle bir ayrıma gitmiyor. Bu yüzden bu yazıyı yazarken özellikle karşılaştığım yüzlerce lezbiyen-biseksüel ve trans kadın hikayesinden ziyade, eşcinsel bir erkeğin hikayesiyle bu anlatıyı başlattım.

***

Gelelim müvekkilime…

Eski partnerinden aldığı tehditler sonrası Türk Ceza Kanunu uyarınca savcılığa suç duyurularında bulunduğu ve Türkiye’de bürokratik işlemlerin bir Kafka romanını aratmayacak kadar uzun sürmesi sebebiyle aylardır beklediğini yazmıştım. Hızlıca 6284 sayılı kanuna dayalı olarak bir başvuru yapıyoruz; dilekçemizde “şiddet uygulayan” olarak belirttiğimiz eski partnerin, müvekkilim artık onunla olmak istemediği için kendisini ailesine ifşa edeceğini söylediğini, ailesinin müvekkilin eşcinsel olduğunu öğrenmesi halinde olabileceklerin müvekkilin hayatını çok zora sokacağını ve hatta belki hayatının sonlanmasına sebep olacağını; müvekkilin binbir emekle kurduğu hayatının bu sonlanmayan tehditler ve ısrarlı takiple çekilmez hale geldiğini anlatıyoruz. Nihayetinde,

-        Şiddet uygulayanın müvekkile yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması. (6284 s.k. Madde 5/1-a)

-        Şiddet uygulayanın müvekkilin bulunduğu yerlere ve işyerine yaklaşmaması. (6284 s.k. Madde 5/1-c)

-        Şiddet uygulayanın müvekkilin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi. (6284 s.k. Madde 5/1-e)

-        Şiddet uygulayanın iletişim araçlarıyla veya sair surette müvekkili ve aile bireylerini rahatsız etmemesi (6284 s.k. Madde 5/1-f) taleplerimizin hızlıca karara bağlanmasını istiyoruz.

Gerçekten de 2 gün içinde karar çıkıyor. (Bu arada elbette hikaye burda bitmiyor, önce şiddet uygulanana tebligat yapılamıyor, sonra şiddet uygulayan kararı ihlal ettiğinde yaptığımız başvuru gerekli inceleme yapılmadan reddediliyor. Fakat bütün bunlar bu yazının konusu değil. Zaten alanda çalışan avukatlarca kanunun eksilikleri ve uygulamadaki eksiklikler sürekli olarak anlatılıyor.) Nihayetinde başvurumuz müvekkile soruşturma dosyaları davaya dönüşünceye kadar kısa süreli bir nefes aldırıyor.

***

İstanbul sözleşmesi karşıtlarının “bu sözleşme toplumsal hassasiyetlerimize uygun değil, eşcinselliği özendiriyor” dedikleri nokta tam olarak burası aslında. Mesela yukarıda aktardığım hikayede müvekkilim kendi başının çaresine bakmasını, madem bu kadar korkuyorsa ailesinin duymasını istediği bir şeyi yapmamasını (!), o kadar korkuyorsa eşcinsel olmamasını (!), hadi eşcinsel diyelim o zaman da bunu yaşamamasını ve pratiğe dökmemesini, hadi bütün bunlar da oldu diyelim sonuçlarına katlanmasını ve devletten bir şey beklememesini istiyorlar. Bizim toplumsal hassasiyetlerimiz bunu gerektirir, diyorlar.

Sözleşme karşıtlarının ön kabul olarak aldığı toplumsal hassasiyetlerimiz’in (!) sonuçları ise: Türkiye’de 6 yıldır onur yürüyüşleri yapılamıyor, tüm muhalefete açık olan Bakırköy miting alanı bile LGBTİ+lara yasaklanıyor, pandemide LGBTİ+lar bizzat üst düzey bürokratlar tarafından hedef gösteriliyor, LGBTİ+lara yönelik ev içi şiddet son 1 yıldır yüzde yüzün üstünde artış gösteriyor, trans kadınlar yakılarak öldürülüyor ve dava dosyaları gizlilik kararlarıyla kamunun gözünden uzak tutuluyor, LGBTİ+ bayrakları suç unsuru sayılıyor, LGBTİ+ların öğrenci kulüpleri kapatılıyor, LGBTİ+ aktivistleri ve hak savunucuları herkesin girebildiği eylem alanlarına alınmıyor – eylem çıkışlarında gözaltına alınıyor, LGBTİ+ kalıbı bir terör örgütü ismi gibi kullanılıyor... Bu liste uzar gider, bu arada Türkiye LGBTİ+’lara dönük nefret suçlarında dünyada üçüncü ve Avrupa’da birinci sıradaki yerini hiç kaybetmiyor. [i]

***

Peki ne yapacağız?

Ben, bir LGBTİ+ hak savunucusu olarak LGBTİ+ hareketinin ne yaptığını kısaca anlatayım: İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkıyoruz. Kazanılmış haklarımızı ve kazanılmış alanlarımızı kaybetmemek için her şeyi göze alarak mücadele etmeye devam ediyoruz. Bizim de bu toplumun bir parçası olduğumuzu her fırsatta yineliyor, eşit yurttaşlık mücadelemizi ve ayrımcılığa maruz bırakılmadan yaşama hakkımızı savunuyoruz. LGBTİ+’lar olarak türlü manipülasyon ve hedef göstermeler karşısında söylediğimiz ve söyleyeceğimiz çok var. Ama en önemlisi; alışın, buradayız, gitmiyoruz ve İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!

Editör notu: Av. Hatice Demir’in İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinden önce kaleme aldığı bu yazıyı, çekilme kararının ardından Sözleşme’nin önemini bir kez daha hatırlatmak için yayınlıyoruz.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, kadın, nefret suçları
nefret