04/05/2012 | Yazar: Hande Çayır

Tek başıma ne zamandır –hiç mi yoksa?- yolculuğa çıkmamıştım. Yanımdaki hanım, telefonunu ‘Alo, Avukat Ayten’ diye açıyordu. Sıkıldıkça telefonla konuşuyordu. Kızına tavsiyelerde bulunuyordu: ‘Onlara gittiğimizde dolmaların içi bile yoktu doğru dürüst. Kes sosisleri koy, daha ne uğraşacaksın.’

Tek başıma ne zamandır –hiç mi yoksa?- yolculuğa çıkmamıştım. Yanımdaki hanım, telefonunu “Alo, Avukat Ayten” diye açıyordu. Sıkıldıkça telefonla konuşuyordu. Kızına tavsiyelerde bulunuyordu: “Onlara gittiğimizde dolmaların içi bile yoktu doğru dürüst. Kes sosisleri koy, daha ne uğraşacaksın.” Sonra, bir telefon daha geldi: “Etim ne budum ne, bu ay 2000 TL harcamışım, yok artık zırnık koklatmam.” Yanı başımdaki kelimeler tarafından kirlenebileceğimi hissettim. Kalkanlarımı kuşanmıştım. Kelimeler çarpıp geri dönüyordu. En sonunda, Avukat Ayten Hanım, “Sırtınız…” dedi. “Sırtınız olduğu gibi ortada.” Bir yandan da eli ile boynumdaki şalı düzelterek beni saklamaya çalıştı. Gülümseyebildim.

Şile’de durduk. Tuvalete gittim. Çıkışta, kolonya kokulu ve ince dokulu beyaz peçetelerin olduğu odacıktaki adama parayı uzattım. Ne bir göz teması, ne başka bir yakınlık… Köpekleri düşündüm sonra. Doğadaki canlıları… Ne yapacaklarsa yapıyorlar ve toprağa gömüp gidiyorlar. Bu ne tuhaf! Medeniyet ya da kurallarımız… Yolda duruyoruz. Ben kapalı bir alana girmek için para ödüyorum. İşimi bitirip gidiyorum. Ne toprak, ne de doğaya ait bir şey var orada. Eski bir replik yankılanıyor birden: “Doğal değil, kültüreliz.”

Ağva’ya geldik. Yer ayarlamamıştım. Bir an, geri mi dönsem diye düşündüm. Otobüs bileti satan kadın bana yardımcı oldu. Kalacak bir yer buldu. Ondan önce benim bir iki yer arama girişimim olmuştu:
-         Merhaba, yeriniz var mı?
-         Yalnız mısınız?
 
-         Merhaba, kalacak odanız var mı bu akşam için?
-         Siz mi kalacaksınız tek başınıza?
 
-         Şey, kalabilir miyim otelinizde?
-         Sizin için mi? Tek misiniz? 

“Tek kişilik odaya mı yoksa çift kişilik odaya mı ihtiyacınız olacak?” diyen olmadı. Kasabanın içinde gezinen bir Türkan Şoray karesi gibi hissettim ara sıra. Mine filmindeki gibi…
-         Yok yerimiz, olsa niye vermeyelim, vallahi veririz ablam.
-         Tüm odalarımız dolu ne yazık ki ama bir adet şömineli odamız var; yalnız fiyatı 480 TL, onu da şimdi gösteremem çünkü tüm aile sakinlerimiz dinleniyor. Rahatsız etmek istemem.

Rutin işler, her günü aynı yaşamak… Bunun olmayacağı bir tatil olsun istedim. Kırıldı işte. Tarih yazılacak ve ben neler olacağını bilmiyorum. Bilinmeze gitme gücü iyi. Ağva’daki pembe ağacı görünce rahatlamak da öyle…

Kıyıda tekneler vardı. Kaptanla açıldık. Banu Alkan sahnesi canlandı bu kez de gözümün önünde. Adam kadını kaçırır ve direğe bağlar. Mavi ayakkabılarımın içinden görünen kırmızı komik çoraplarımın beni kurtardığına inandım. Annemin her taksiye bindiğimi duyduğunda “Yalnız mı biniyorsun?” demesinin hatırlattığı tedirginlik gibi bir histi bu da. Geçti.

Kaptan anlattı. Gelin kayası varmış. Bir gelin atlamış oradan. Altın muhlisi varmış. Çok balık olurmuş orada.

Deniz yüzüme doğru esiyor. Su çok berrak… Dinleniyorum. Dinlenmeyi seçiyorum.

Sahilde yürüyorum. Kumun üstüne filmimin adını (Yok Anasının Soyadı) yazıyorum ve suyun harfleri silmesini bekliyorum. Heyecanla çekiyorum sonra o görüntüyü. İçimden tekrarlıyorum: “Doğada isim yok!”

Biraz daha yürüyorum. Bir köpek ölüsü ile karşılaşıyorum. Sinekler konmuş üstüne. Bakamıyorum. İstediğim gibi bir sinemacı olmak, gösterilmek istenmeyenlere de gözlerimi kocaman açarak bakabilmekten geçecek, diyorum. Bu bir metafor tabii ama olsun! Çekiyorum ölü köpekçiği de…

Arada konuşanlar, gülümseyenler oluyor. Tehdit değilim artık. Fotoğrafımızı çeker misiniz, diyorlar. Ben bir fotoğraf çekicisiyim ve sevgilim yanımda değil, diyorum içimden. Yarı sitemkâr, yarı kabul görmüş bir hisle…

Uzakta başka oteller var. Dizi çekimi yapıldığı için meşhur olmuşlar. Arabam yok. 800 metre yürüyeceksiniz, diyorlar. Ya da taksi… Taksi hiç gelmiyor. Yürümeye başlıyorum. Şile bezleri ile oynuyorum. Eskisi kadar heyecanlandırmıyor beni bu bezler. Yıllar önce severek aldığım-aldırdığım bembeyaz bir elbisem olmuştu… Şimdi alamıyorum. İçime sinen bir giyecek yok. Değişmişim. Sadece beni korusunlar diye giymiyorum kıyafetlerimi artık. Hepsi bir şey söylüyor. Uzaklaşıyorum.

İki tane yumurta, üç tane köy ekmeği ve su şişesinin içinde maydanoz tohumları satan kadını Ağva’nın en içten, en güzel kadını seçiyorum. Otlar alıyorum. Başka birkaç şey daha…

Taksi yok, evet. Bisiklet kiralanan bir yer buluveriyorum hemen. Çözümlerin hepsi içimde saklı… Dünyaya nasıl bakıyorsam o derinlikte yaşıyorum. Okuduğum kitaplara, tanıdığım insanlara bunun için teşekkür ediyorum.

Belki son on beş yıldır bisiklete binmemiştim. Rüzgâra karşı bu kez pedal çevirerek ilerliyorum. Canlı müzik yapan yerin kapısındaki gençlerin “Yalnız mısınız? Girebilirsiniz, bizce bir sakıncası yok” demelerini unutuyorum. Kuşların şarkılar söylediği Park Mandalin adındaki gizli huzur bahçesini keşfediyorum. Yaşasın ki balık ve şarap çok güzel! Sakince kitabımı okuyorum. İçinde “Dans etmek iyi olacaktır. Müzik iyi olacaktır. Bahçede çalışmak iyi olacaktır. Çocuklarla oynamak iyi olacaktır. Yahut hiçbir şey yapmadan sadece oturmak iyi olacaktır. Tedavi budur.” yazıyor.

Ağva ile vedalaşma vakti geliyor. Ayaklarımı son bir kez denize bırakıyorum. Pembe ojelerime gülümsüyorum. Yanımda bir kadın ve erkek var. Kadın suyun biraz içinde… Adam, çorapları beyaz olduğu için girmek istemiyor. Kadın, “Neden kimse yüzmüyor?” diyor. Adam, “Herkes senin gibi arıza mı?” diyor. Adam “Gel, gidelim.” diyor. Kadın, “Ben burada iyiyim.” diyor. Adam gidiyor. Kadın arkasından bağırıyor: “Su al bana.”
-         Almayacağım.
-         Aman, almazsan alma be! Ben alırım.

“Sevgili olmanın hangi halindeler? Hangi aşamasındalar?” diyorum. Onları Ağva’da bırakıyorum. İçimden diliyorum: “Birbirinizi daha çok sevsenize…”

Ve… İstanbul’a dönüyorum. Parlement silueti inanılmaz! Yaşadığım şehir, ne güzelsin, diyorum. Cevap veriyor: “Sen de öylesin Handeciğim, çok güzelsin, hoş geldin!”
 

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret