16/08/2019 | Yazar: Yunus Emre Demir

Gerçekçi olmayan istatistiklerin arkasına sığınmadan HIV’i ve diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonları konuşmak gerekiyor.

Sağlık Bakanlığı her sene düzenli olarak HIV’e dair bazı istatistikler yayınlıyor. Bu istatistiklerin kapsamı genel olarak son 1 yılda HIV ile enfekte olmuş kişi sayısını, enfekte olan kişilerin bulaş yollarını ve 1985’ten bu yana HIV ile enfekte olan kişilerin sayısını ve bulaş yollarını içeriyor. Ayrıca verilen bilgiler arasında yaş ve uyruk bilgisi de yer alıyor.

2019’un başında yayınlanan 2018 yılı istatistiklerine göre 1985’ten bu yana koyulan 21.988 HIV tanısının sadece yüzde 14’ünü eşcinsel- biseksüel ilişkiler oluşturuyor. Tanıların yüzde 34’ü heteroseksüel ilişki beyanında bulunurken, bulaş yolu bilinmeyen kişilerin oranı yüzde 48 olarak belirtiliyor.[1] Yine aynı istatistiklerden yapılan hesaplamalar bize Türkiye’de HIV’in yüzde 300-400 arasında arttığını gösteriyor. Dernekler ise politikalarını bu iki bilgi üstüne kuruyor ve iki tezi gözü kapalı savunuyor:

1- Türkiye’de HIV ile enfekte olma oranı dünyaya oranla çok hızlı artıyor. 

2- HIV eşcinsel hastalığı değil. 

Devletin sunduğu istatistiklerden elde edilen bu kabullerin, hangi politik sorunları doğurduğunu tartışmak istiyorum.

Çizim: Aslı Alpar / Kaos GL

Öncelikle, daha önce başka bir yazıda bahsetmiştim ancak tekrar, Türkiye’de HIV tanısı alan kişilerin bulaş yollarına dair bilgiye nasıl erişildiğini konuşmakta fayda var. Bu bilgi, tanının alındığı sağlık kuruluşundaki sağlık personeli (genellikle doktor) tarafından elde ediliyor. Doktor, tanıyı alan kişiyi karşısına alıyor ve kişisel bazı bilgilerle beraber cinsel yönelimini soruyor. Üstelik bu soru bazen “cinsel yöneliminiz ne?” düzeyinde dahi olmuyor. Doktorlar zaman zaman kişilerin cinsel yönelimlerini “tahmin ederek” soruyu sorma gereği dahi duymuyor, bazı durumlarda ise “geysin değil mi?” gibi peşin hükümlerle ilerliyor. Aynı zamanda tüm bu oranlar alınırken trans kimlikler görünmez kılınıyor ve genellikle kimlikteki cinsiyet üstünden atama yapılıyor. Bu veri toplama yönteminde elde edilen verilerin güvenilirliği elbette tartışmaya açık hatta verilerin hatalı ve güvenilmez olduğu apaçık ortada. Peki elde edilen bu verilerle yapılan “HIV eşcinsel hastalığı değil” politikası neye sebep oluyor? 

Belirtmek gerekir ki, HIV elbette eşcinsel hastalığı değil. Ancak bu oranlar da gerçek ve güvenilir oranlar değil. Devletin güvenilir olmayan yollarla elde ettiği bu veriler ile yapılan politikalar, LGBTİ+’lara dair özel politikalar üretmenin önüne geçiyor. İstatistiğin kötüye kullanılması sonucu yapılan “HIV heterosekseüllerde daha yaygın” çıkarımı, LGBTİ+’lar için cinsel sağlık hizmetlerinin gelişmesinin önüne geçerken -veya bu hizmetlerin üretilmemesi için bahane olurken- aynı zamanda HIV’le yaşayan LGBTİ+’ların maruz kaldığı hak ihlallerinin de görünmez kılınmasına sebep oluyor. 

HIV’in heteroseksüellerde yaygın olduğu bilgisinin homofobiyle mücadele için de önemli bir araç olduğunu savunanlar var. Bu savunu da başlı başına HIV fobik ve ayrımcı bir kabulden geliyor. LGBTİ+ topluluğunun HIV ile özdeşleştirilmesinin önüne geçme çabası, HIV’e dair üretilen olumsuz yargıları kabul ediyor ve bu “etiketi” LGBTİ+ komünitesinin dışına itmeye çalışıyor.

HIV’e dair gerçekleşen olumsuz damgalamayı ortadan kaldırmak ve HIV’i gündemine alan kurumların LGBTİ+’ları görünmez kılmasının önüne geçmek için cesur olmak gerekiyor. Gerçekçi olmayan istatistiklerin arkasına sığınmadan HIV’i ve diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonları konuşmak gerekiyor. HIV bir eşcinsel hastalığı değildir. Ancak HIV, LGBTİ+’lar için önemli bir meseledir. HIV’le yaşayan LGBTİ+’lar tanı alırken, tedaviye erişirken ve diğer birçok süreçte ayrımcılığa maruz kalmaktadır. HIV’le enfekte olan LGBTİ+’ların sayısı “az” değildir. Bu sayıyı az gösterme çabası hem HIV fobiktir hem de LGBTİ+ fobik. 

Gelelim HIV’in Türkiye’deki yayılımına dair istatistiğe… Burada yine kısaca bazı sayılardan bahsedeceğim. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı oranlara göre 2010- 2013 yılları arasında yeni tanı alan HIV+ sayısı sırasıyla 539, 676, 997, 1315 şeklinde ilerliyor. 2014-2018 yılları arasında ise bu sayılar 1917, 2216, 2567, 3044, 3248 şeklinde artış gösteriyor.[2] Yani 2013’ten 2018’e alınan yeni tanı oranı yaklaşık 2 buçuk kat artıyor. Peki bu artışın sebebi ne? 2014 yılından sonra ne değişti de bu kadar çok yeni tanı gelmeye başladı? Kondomsuz cinsel ilişkiye giren kişi sayısı mı arttı? İnsanlar 2013 yılına kadar cinsel sağlık konusunda bilgililerdi de birdenbire bilgi düzeyi mi azaldı? Yoksa pek dillendirilmeyen bir değişiklik olarak ayrımcılık karşıtı politikaları olan test merkezlerinin sayısı mı arttı? Ve tabii buna ek olarak test yaptırmaya dair de politikalar artmaya mı başladı? 

Bu soruların cevaplarını bilmiyoruz çünkü buna dair bir araştırma yok. Bu soruların cevaplarını bilmiyorken, “HIV çok hızlı yayılıyor, acil önlemler almalıyız” propagandası neye hizmet ediyor? Bilindiği üzere 2015 yılında Şişli Belediyesi’nde Gönüllü Test Danışmanlık Merkezi kuruldu. Şişli Belediyesi’nin ardından Beşiktaş, Çankaya, Nilüfer gibi birçok belediye anonim ve ücretsiz test merkezleriyle başta LGBTİ+’lar olmak üzere herkese hizmet vermeye başladı. Sahadan gördüğümüz deneyimler bu test merkezlerinin yaygın olarak kullanıldığını ve test yaptırma oranının arttığını gösteriyor. Sahada çalışan tüm aktivistler test yaptırma oranındaki artışı görebiliyorken ve test yaptırma oranındaki artış beraberinde elbette tanı sayısında da artışı getiriyorken, HIV’e ve HIV’in yayılımına dair korkutmaya dayalı söylemler ahlakçı ve seks negatif politikaları beslerken bununla birlikte yine HIV negatifleri önceleyen “önleyici” propagandanın ağır basıp, HIV ile yaşayanların maruz bırakıldığı hak ihlallerine dair politika üretilmesinin önüne geçiyor. Gerçekçi verilerle ilerlediğimizde, önleyici politikalar ile hak ihlallerine odaklanan politikaların bir arada yürütülmesi gerektiği sonucu ortaya çıkacaktır.

Devletin yıllık olarak sunduğu güvenilir olmayan istatistikler ile üretilen politikalar ve düzenlenen cinsel sağlık eğitimleri, HIV politikalarında LGBTİ+’ların görünmez kılınmasına sebep olurken aynı zamanda HIV’e dair korkuyu ve sosyal ayrımcılığı da artırıyor. “Her şey kötüye gidiyor” diyen ve toplumsal alanda yaşanan değişmeleri değerlendirmeyen politikalar yerine HIV fobi ile mücadele eden politikalara ihtiyacımız var. HIV ile yaşayan herkesin eşcinsel olarak damgalanmasının “önüne geçmek” veya LGBTİ+’ların üstündeki HIV+ damgasını “ortadan kaldırmak” için kurulan ayrımcı dil yerine de, LGBTİ+’ların sağlık hizmetlerine erişirken yaşadığı ayrımcılığı görünür kılan, aktif olarak seks pozitif söz üreten ve LGBTİ+ hak savunuculuğu yapan HIV aktivizmine ihtiyaç var. Bu eksenin dışındaki tüm sözler HIV fobiyi ve LGBTİ+ fobiyi artırmanın ötesine geçemiyor. Devlet kurumlarıyla, fon verenlerle ve bilimsel gibi pazarlanan bilgilerle mücadele etmek; bu alanların tamamını dönüştürmek gerekiyor. HIV mücadelesinin kuirleşmesi ve özerkleşmesi gerekiyor.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 


[1] https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/bulasici-hastaliklar/862-hiv-aids/1135-h%C4%B1v-aids-istatislik.html

[2] https://hsgm.saglik.gov.tr/depo/birimler/Bulasici-hastaliklar-db/hastaliklar/HIV-ADS/Tani-Tedavi_Rehberi/HIV_AIDS_Kontrol_Programi.pdf


Etiketler: insan hakları
nefret