30/09/2020 | Yazar: Mati Solak

Macbeth’lerin iktidarı her zaman yıkılır. Üstelik bu yıkımı tahakküm kurmaya çalıştıkları kimlikler değil, kendi kendilerine yaparlar.

İstifra kovası Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Birkaç yıldır kullanmayı bıraktığım Twitter’a bir süre önce yeniden döndüm. Gündemi hızlı ve anında takip edebilme isteğim travmalarımın üzerine geçerek yeni bir hesap açmanın sinyalini verdi. Geziyle başlayan süreçte sosyal medyayı aktif kullanmam ve o dönem yazdığım yazılar ve tweetler gerekçe gösterilerek beni sayısız dava ve soruşturmanın kapısına bıraktı. Açılan davalar da düşünce ve fikir özgürlüğü nedeniyle beraat etmiş olmama rağmen bir de lubunya olmam dolayısıyla sayısız hak ihlaline uğradım. İfade öncesinde ve sonrasında psikolojik taciz devam etmişti. İfade vermem için arayan (ismini vermeyeceğim) kolluk kuvvetinin, ifade süreçlerimi tamamlamama rağmen ısrarla araması ve mesaj atması devam etti. Hiç görmediğim “memur” arkadaşlar(!) sokakta ismimle seslenerek “dikkat etmem” gerektiğini defaatle söylediler. Dönem itibariyle tanıdığım tanımadığım insan hakları savunucularına davalar ve soruşturmalar açılıyordu. Çalıştığımız alanın sonuçlarından biri olduğunu elbette biliyorduk. Lakin ısrarlı takip ile hayatlarımızın taciz edileceğinden habersizdik, yada bu konuda deneyimimiz yoktu.

Süre gelen aramalar artık sokakta ta beni rahat bırakmadı. İfade bilgilendirmesi için arayan “memurların” mesajlarının sonunda mutlaka genital organını görüyordum. 2015 yılında Twitter artık benim aleyhime şiddet aracı haline döndü ve bu yüzden platformdaki hesabımı kapattım. Tacizlerin ardı arkası kesilmezken savcılığa şikayetim sonucunda meslekten atılmaları sağlandı. Bana o günler de yaşattıkları psikolojik şiddetin ve tacizin cezası en fazla meslekten atılmak oldu. Konunun detayına girmeden sadece genel hatlarıyla sizinle paylaşmak istedim.

Türkiye’de ki yargı sisteminin taraflı olması bugünde o günde haksızlığa uğramamıza engel değil. Kendi başına zaten sorunlu olan sistem, içi boşaltılmış haliyle de epey can yakıyor. Tarafsız olması gereken yargı sistemi bugün erk aklın elinde bize doğrultulmuş bir silah. Kendinden olmayanı dışlamanın ötesinde ölmemizin sorun olmayacağını da ortaya koyuyor. Onlarca LGBTİ+ ve kadın cinayetinin faili bugün mahkemelerde tek tek aklanırken, bizler anayasada var olan hakkımızın “varlığını” adliye salonlarında kanunu bizden çok daha “iyi bilen” mahkeme heyetine anlatmak zorunda kalıyoruz.

Öncelikle aradan geçen onca zamanın ardından Twitter’ın hiç değişmemiş olmasını söylemem gerekiyor. Fikir beyanının bu kadar kolay yapılabildiği platformda her gün tetiklendiğimiz haberler, mention’lar dolaşıyor. Tüketim kültürü kurbanları olarak biz istemesek te gözlerimizin önünde akan ana sayfadaki her tweeti -reklamlar dahil- otomatik olarak okuyoruz. Farkında olmadan durumdan ziyadesiyle etkileniyor hafızalarımızda derin izler bırakmasına sebebiyet veriyoruz.

En çok kim atarsa o kazanır…

Twitter bugün kurulduğu amacın çok dışında haklarımızı aradığımız bir platform. Ülkemizde ve dünyada herkes bugün ayrıcalıklı yerlerini terk etmek istemeyen insanlardan eşitlik talep ederek kampanyalar örgütlüyor. Uğradığı hak ihlaline isyanı, basın açıklamaları yerine attığı tweetler ile yankı buluyor. Tarafların birbirine bu kadar yakın teması beraberinde bir yarışı da getiriyor. Açılan tag’lerin TT listesinde yukarıda kalması ve görünmesi için sayısız tweet atılıyor. Özellikle iktidar konumundaki ayrıcalıklı kimlikler için buradaki amaç, kendi haklılığını çoğunluk olduğunu ispatlayarak kanıtlama çabasından başka bir şey değil. Çoğunluğun egemen dünyasında sistemin açıklarını yüzlerine vuran azınlıklar(!) olarak göze batıyoruz. Kendinden olmayanı öcüleştirerek yeni normalin inşasını sağlama girişimleri iktidar olarak çoğu zaman yerli yerine otursa da çağın gereklilikleri sebebiyle gündem meşguliyeti sandalyesini karşımıza koyuyor. Tarafların çoğu özeleştiri mekanizmasından bihaber olarak beğenilme arzusuna yenik düşüyor, eleştirdiği iktidar öbeğinin argümansızlığıyla kendi temel hak ve hürriyetlerini etkileyecek akıl almaz söylemler üretiyor. Polemiklerle var olmaya çalışan güruhun içerisindeki kendini bilmezlik bugün çeşitli mecralarda kimin ne kadar aktivist olduğuna karar verme haddini de bohçasında taşıyor. Kendi bedenlerinin onlar için tek sınır olduğunu bilerek benim yahut başkasının bedeni üzerinden kadınlığımızı, erkekliğimizi, non-binaryliğimizi hatta şemsiye kavram olarak ne kadar trans olup/olmadığımızı sorgulamaya çalışıyor. Bedenlerimizi kriminalize etmeye çalışarak ayrıcalıklı yerlerinizden “bilim” adına söylem üretmiyorsunuz. İsminizin başına getirilen unvanlar yalnızca üniversitenizdeki kürsülerinizde, meslek odalarınızda yahut ofislerinizde geçerli ve daima sorgulamaya açıktır. 

Toksik erkeklik ya da Macbeth…

2017 yılında başka bir platform için kaleme aldığım “Shakespeare bugün haklı olmamalıydı” başlıklı yazıda günün iktidar hırsına dair düşüncelerimi paylaşmıştım. Aradan geçen 3 yıllık süreçte bugün iktidar arzusunun azalmadan her alanda karşımıza çıktığını gözlemliyoruz. Burada ki iktidar “ayrıcalıklı kimlikler” yerine kullanacağım sıfat olacaktır. Twitter’in bugünkü varlığı bize eşit alanlar ve imkanlar sunuyor gibi gözükse de aslında öyle değil. Üstelik bunun internet sansür yasasıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Türkiye de kullanıma açıldığı ilk günden beri otoriter rejim zaten kendinden olmayan kullanıcıların attığı her tweet’i kontrol süzgecinden geçiriyor. Öyle ki insanların söylemleri yüzünden gözaltı süreçlerine bizatihi şahit olduk. Son dönemde üzerine sıkça konuştuğumuz toksik erkeklik herhangi bir cinsiyet kimliği yada yönelimi fark etmeksizin öğretilmiş dürtülerimizle bizimle kalabiliyor. Çoğunluk olma arzusunun tetiklediği toksik erkeklik mücadele ettiğimiz iktidarla aynı olmayı da beraberinde getiriyor. Ayna tuttuğumuzu düşünerek bir anda duygularımızın daha yoğun olarak iteklediği söylemler eleştirdiğimiz iktidarın amacına ulaşmasını da sağlıyor. Kimi zaman tweet’lerini alıntılayarak kimi zamanda isimlerini vererek attığımız tweetler buna sebep oluyor. Kendi pr çalışmalarını bizim üzerimizden yaparak gündemde sürekli ve devamlı olarak konuşulmalarını sağlıyorlar. Bu sayede adını sanını duymadığımız platformlarda “aktivizm” başlığı altında yine bedenlerimiz üzerinden online eğitimler verme cüretini kendilerinde görüyorlar. İktidar konumunda olmaları çoğunluk oldukları iddiasını yasalar önünde destekliyor. Bu durum pek tabi hoşumuza gitmese de bugün hepimiz “bizimle eşitleneceksiniz” diyor ve mücadelemize devam ediyoruz. Macbeth’in trajik öyküsünde çoğunluk olma ve çoğunluğa hakim olma arzusu, iktidar hırsıyla olan ilişkisiyle kendi sonunu hazırlamıştı.

Twitter’i bugün eğer alternatif medya temsili olarak nitelersek ki bu nitelemenin yanlış olmayacağını düşünüyorum, özgür kullanım alanı olmadığını net bir biçimde ifade edebilirim. Eğer bugün bu alanın bizim için daha şiddetsiz bir alan olmasını sağlamak istiyorsak biraz yol kat etmemiz gerekiyor. Yeni mücadele yolları ve politikalar üretirken sosyal medya platformu deyip geçmeden önce buranın etkilerini iyice hazmetmemiz gerekli. Şiddetini farklı biçimlerde gösterime sokan güruhun tweetlerini alıntı yapmayarak, isimlerini vermeyerek, açtıkları tag’lere “hayır biz öyle değiliz” diyerek tweetlerimizde tag’i yazarak TT listesinin en başına çıkarmaya yardım etmeyerek, bu alanı lehimize çevirebiliriz.

Macbeth’lerin iktidarı her zaman yıkılır. Üstelik bu yıkımı tahakküm kurmaya çalıştıkları kimlikler değil, kendi kendilerine yaparlar.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: medya
nefret