11/09/2020 | Yazar: Mati Solak

Tarihe düştükleri en parlak ka not için, hepinizin nezdinde lubunyalara alan açtıkları için Anahit Sahne ekibine teşekkür ederim. Savur saçlarını Anahit!

Savur saçlarını Anahit Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bugün eski fotoğrafları karıştırmanın zamanı geldi. Zaman zaman dürteler beni bu his… Bugünde onlardan biri. Sabah uyanır uyanmaz elimde ne kadar fotoğraf varsa ortaya çıkardım. İstanbul’dan, Eskişehir’den, Ankara’dan, Lefkoşa’dan… Ben genelde vakit geçirdiğim yerlerde fotoğraf çekmeyi sevmiyorum. Anın kıymeti bana daha ağır bastığından aklıma bile gelmiyor, anı belgelendirmek. Var olan fotoğrafları başkaları çektiği için oldukça azdır.

İçimi burkan bir haberi okudum. Soluk aldığım, her yanını kahkahalarımız ve gullümlerimizle doldurduğumuz “Anahit Sahne” artık kapanmıştı. Belleğimi tazelemek için, birazda ihtiyacım olan nostalji mastürbasyonunun tekerini döndürmeye başladım.

İstanbul ne acayip bir şehir…

Acılarımızı, hüzünlerimizi, kavgalarımızı, sevinçlerimizi, coşkularımızı, aşklarımızı kalbinin en ortasında kendi evladı gibi koruyor. Sokakların her yanından bize seslenen “devam et” sesi içimizdeki umut ışığının sönmesine izin vermiyor. Düşe kalka yaralanarak ta olsa yeniden doğumlarımızda en büyük yoldaşımız oluyor. Kimimiz ilk kez topuklu ayakkabıyla, kimimiz ilk kez yaşamın pes etmemek üzerine kurulu olduğuyla tanışıyoruz. İlk kolilerimiz, ilk aşklarımız… Fakat bizi acının en hain haliyle de kucaklaştırıyor. 

Öğrencilik yıllarımın bir kısmı bu şehirde geçti. Şehrin soğuk ve kaotik yüzünü gördüğümde inanılmaz bir tereddüt sarmıştı dört yanımı. Ne yapacağımı, neresi adresim olursa sorun yaşamam diye saatlerce düşünmüştüm. Üstelik şehre adım attığım ilk 10 dakika sonrasında… Bir sigara içtikten sonra valizimle doğruca ayaklandım ve Kadıköy’ün ara sokaklarına attım kendimi. Daha önce yaşadığım şehirlere benzer olması yüzünden bir türlü ısınamadım. Kadıköylüler kızacak ama samimiyetsiz gelen yüzü İstanbul’u gördüğüm noktadan bile iğrendirmişti. Köşe başındaki barın son kalan iki kişilik masasına oturdum. Etrafı sessizce izlemeye başladım. O an ihtiyacım olan tek şey bir lubunyayla karşılaşabilmekti. “Bizim kızlardan birine rastlarsam en azından ona danışabilirim” diye düşünüyordum. Şansıma tek bir kişi bile geçmedi. Biraz sonra 50’li yaşlarında bir hanımefendi elinde çiçekleriyle aramızda dolanmaya başladı. Masaları tek tek gezdikten sonra yanıma yaklaşıp, gülümsedi ve şehre yabancı olduğumu anlamış olacak ki “hoş geldin” dedi. Hoş buldum deyip gülümsedim. Ardından bana elindeki çiçeklerden birini uzatarak “benim kızımda senin gibi, karşıya mı geldin?” dedi. Ne demek istediğini tam anlayamamıştım. Yüzüne bakıp “karşısı?” diyebildim. “Senin Beyoğlu’na gitmen gerek” dedi. Lubunya tarihinden bildiğim kadarıyla Beyoğlu yaşamımı sürdürebileceğim en olası adresti. Bunları o an boş verip şaşırdığım tek şey kadının nasıl benim lubunya olduğumu anladığıydı. Hesabı ödeyip kalktım. Vapura hızlı adımlarla yürüdüm…

Ve Beyoğlu…

Büyülenmiştim. Binaların mimarisinden, sokaklardaki insanların kahkahalarından, mekanların çeşitliliğinden… Karma kültürün birbirini hor görmeden çok sesli hayatı Beyoğlu’nun dar sokaklarını meydanlaştırmıştı. İstiklal’in boydan boya bir ucundan diğer ucuna ışıklı ve cıvıltılı hali burada yaşamam için sebepti. Sokak müzisyenlerinin enstrümanlarından çıkan notalar, pantomim gösterileri, jonglörlerin ve sihirbazların gösterileri… Tereddüt etmeden o geceyi otelde geçirerek ertesi gün ev aramaya başladım. Cihangirde şirin tatlı bir ev bulup o gün yerleştim. O günden sonra artık Beyoğlu’nda doğup büyümeye başladım.

Aradan yıllar geçti. Yerel yönetimlerden tutunda hükümete kadar herkesin Beyoğlu’yla bir alıp veremediği vardır. Çok sesli ve çok renkli hayat hep korkutmuştur. Kimi zaman mafya işbirliği ile mekanlar kapatıldı kimi zaman tarihi pasajları, sinemaları yıkarak hafızalarımızdan silmeye çalıştılar. Aslında onların derdi Beyoğlu’yla değil, hep bizimleydi… Kendi ayrıcalıklı konumlarının tabure gibi altlarından kayacağından korkuyorlar. Gücüme giden tek şey ne biliyor musunuz? Muhafazakarlık kılıfıyla mekanları kapattınız, sinemaları kapattınız, ayol plakçılar ve sahaflarla ne alıp veremediğiniz vardı?

Beyoğlu’nu sessizliğe gömme girişimleri hala devam ediyor. Yıllarca süren yol çalışmalarıyla İstiklal caddesini ve çevresini işlevsiz hale getirmeye çalışıyorlar.

Madame Anahit’ten, Anahit Sahneye…

Mekan ve bellek üzerine uzun zamandır düşünüyorum. Belleklerimizin oluşmasına yardım eden aracılar. Lubunyalar olarak kendi tarihsel yolculuğumuzdan bahsederken hep mekanlardan bahsediyoruz. Mekan ve lubunya diye bir kaynak olsa ne kadar güzel olurmuş değil mi? Bir bardak çay içtiğim o küçük tabureli çay ocağını bile unutmuyorum. Kendi tarihimizi, kültürümüzü hatta politikamızı bile mekanlara göre şekillendiriyoruz. Güvenli ve şiddetsiz alanımızı bir kez oluşturduğumuzda onu sonuna dek savunuyoruz. Pandemi belirsizliği devam ederken eğlence ve hizmet sektörü bu durumdan ciddi oranda etkilendi. Kontrol altına alınamayan salgın belleklerimizi oluşturan mekanların geçici olarak değil sonsuza kadar kapanmasına neden oluyor. Sosyalleşebildiğimiz alanlar bugün tek tek kapanıyor. İşimizden gücümüzden hayat mücadelemizden arta kalan kısacık zamanda, kapıların önünde kızlarla güllüme durduğumuz yerler artık yok. Mısır apartmanının Akansu sokak tarafındaki bir mekandı Anahit… İsmini Beyoğlu’nun en güzel müzisyeninden alan mekan, güvenliğinden barmenine kadar gece kaç olursa olsun, tüm samimiyetleriyle güler yüzleriyle karşılardı misafirlerini. Mekanın açıldığını, İstiklal caddesinde rengarenk kıyafetleri ve makyajlarıyla en havalı pabuçlarıyla saçlarını savura savura yürüyen Drag Queenlerden anlıyordunuz. Hepimizin çok sevdiği Dudakların Cengi’ne ev sahipliği yapıyordu. Sahnesinde en iyi müzisyenleri ağırlıyordu. Tiyatro oyunlarına dahi sahnesini açan bu mekan “çok ses, çok renk” sloganını sonuna kadar hak ediyor. Benim en sevdiğim kısımsa kapısının önündeki gullümlerimizdi. Sessiz ve ıssız sokak bir anda şen şakrak kahkahalarla aydınlanıyordu.

Bugün Beyoğlu’nun bir sesi daha kısıldı. Bu kez tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi yüzünden.

Yeni alanlar…

Beyoğlu’nun her zaman kendini yenileyen bir gücü var. Bu yüzden istedikleri siyasal dönüşüm hiçbir zaman olmayacak. Özellikle Beyoğlu’nun en eski sahipleri Lubunyalar olduğu sürece… Anahit Sahnenin kapanış haberinin tetiklemesiyle, İstanbul ile tanışma hikayemden başlayarak Beyoğlu’nun benim hafızamdaki yerini anlatmaya çalıştım. Anahit sahnenin işletmecisi Deniz’in söylediği gibi “…amaç beraber olmaksa her türlü beraber oluruz, ne olacak?” Umudun olduğu yerde her tohum yeniden yeşerir. Tarihe düştükleri en parlak ka not için, hepinizin nezdinde lubunyalara alan açtıkları için Anahit Sahne ekibine teşekkür ederim. Savur saçlarını Anahit! Bir gün yeniden şiddetsiz alanlarımızı yaratabilme umuduyla…

Son olarak fotoğrafları elimden bırakmadan Anahit Sahneye ismi verilen müzisyen, Madame Anahit’i, adına yazılmış şarkıyla anmak istiyorum.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Video Haber İkon  İlgili Video:


Etiketler: kültür sanat, yaşam
nefret