14/09/2020 | Yazar: Mati Solak

Sektör içinde tartışılmaya başlanan cinsiyetçilik, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlere karşı olan tutum henüz çok yeni olsa da ayrımcılık iş bu “geleneklere” geldiğinde sessiz kalınıyor.

Kavukların dünyası Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Küçüklüğümden beri bir hikaye anlatılır dilden dile… Anlatılan hikaye sadece bir kavuğun elden ele yolculuğu. Orta okulda ilk kez duyduğum bu hikaye beni o kadar etkiledi ki sanki bir gün o kavuğun duraklarından birinin ben olacağım düşü, beni hırslandırmaya başladı. Anlatıldığına göre kavuk işinde iyi olana veriliyor, yani bir nevi ödül.

Beğenilme arzusu çoğunluğun ihtiyacına hitap ediyor, üstelik çoğunluğun bugün ayrıcalıklı kimlikler olduğunu bildiğimiz halde. Ayrıcalıklı kimliklere bir şeyleri beğendirme arzusu da aslında yine kendi ötekileştirilme halimizden kaynaklanıyor. Ötekileştirilmeden bıktığımız gerçeği yaşadığımız kötü deneyimleri zihnimizden silmek için absorbe etme ihtiyacını doğuruyor. Çoğunluğa beğenilmek, egomuzu okşamanın yanı sıra bir anlamda olduğumuz kişi dışında biri olmamızı da istiyor. Kendi başarılarımızı ya da başarısızlıklarımızı var olan öğretilmiş basma kalıplar üzerinden kuruyoruz. Buradan şunu söylemeliyim; kimsenin bizi beğenmesine ihtiyacımız yok. Kendi basma kalıp öğretilmiş performanslarıyla bizi yaralayan, ayrıcalıklı konumlarını asla terk etme niyetinde olmayan insanlara hiç yok. Bu konunun belki de detaylı tartışmayla çok daha doğru yere taşınacağını düşündüğüm için, şimdilik genel düşüncelerimi bu kısma kadar bırakarak devam ediyorum.

Kavuğa sahip olma isteği liseye kadar devam etti. O güne kadar yalnızca başarımı belgelendirme isteğim üniversitenin ikinci ayında sona erdi. Meseleye çocukken baktığım nokta az önce biraz bahsettiğim çoğunluğa beğenilme arzusundan kaynaklanıyordu. Bulunduğum her yerde hakarete ve zorbalığa maruz kalmam sanırım bir alanda iyi olduğumda bitecek, bana hoşgörüyle yaklaşacaklar ve kabul edeceklerdi. Üniversitenin ikinci ayına geldiğimde bunun tam tersi düşünmeye başladım. Beğenilme dürtümün bende yarattığı infiali o zaman fark ettim. Kendi “kimliksizlik” inşamı sağlamaya çalışırken çevresel etkenlerin yanı sıra kendi etkim daha ağır bastığından bir türlü “kendim” olamıyordum. Bu durumun yarattığı psikolojik savaş beni daha da güçsüzleştirerek savunmasız bırakıyordu. Olmamı istedikleri “şey” gibi görünüyor davranmaya çalışıyor olsam da olduramama hali daha çok yormaya başlamıştı.

Kavuk türküsü….

Gelelim yazılı olmayan hikayenin aslına… Kavuğun hikayesi 1920’li yıllara dayanıyor. İlk olarak aslında Kel Hasan efendi güldürü tuluatının devamını sağlaması için sembolik nişane olarak İsmail Dümbüllü’ye kavuğu devretmesiyle başlıyor. O yıllardan bu yana kavuğun yolculuğu sırasıyla 1968 yılında Münir Özkul’a, 1989 yılında Ferhan Şensoy’a, Rasim Öztekin’e bugün ise Şevket Çoruh’a emanet edildi. Rasim Öztekin ise kavuğu devrederken “Türkiye tiyatrosuna çok büyük katkılar” sağladığını düşündüğü için yeni ev sahibinin Şevket Çoruh olması yönünde kararını vermiş. Ustadan çıraklaşan ustaya devredilen kavuk, devralan kişi tarafından yine başka ustalaşan çırağa devredilerek gelenek sürüp gidecek. Buraya kadar eminim bir geleneğin korunma çabasını takdir ediyoruzdur. Geleneklerin varlığı kültürümüzü oluştursa da özellikle bu geleneğin öğretilmiş ve eşitlikten çok uzakta olduğunu söyleyebilirim. Aynı hikayenin farklı versiyonlarını iktidar ilişkisiyle birleştiren pek çok nokta var. Bunlardan bir tanesine örnek vermek gerekirse krallıkların veya imparatorluklarında devir teslimi sembolik nişanelerle yalnızca babadan oğula geçiyor. Nişaneyi alan kişi zaten ayrıcalıklı olmasına rağmen birde devir aldığı emanetle otorite haline dönüşerek toplumsal erkekliğin kulesine bir tuğla daha koymuş oluyor. Vermiş olduğum örnekte ki en bariz benzer durum, nişaneleri yalnızca “erkeklerin” hak ettiği ve “bu işi en iyi erkekler yapar” algısı. Eşitlik naraları atan sektör içerisindeki erkekler bu durumdan pek tabi rahatsız değil. Kendi ayrıcalıklı konumlarından bir türlü vazgeçememeleri bu geleneğin tartışılmasına dahi izin vermiyor.

Kavuk bana ve herkese anlatıldığı gibi işinde iyi olana verilmiyor. Yalnızca bu işte iyi olan “erkeklere” verilerek erk olma hali kutsanıyor.  

Erkeklik kutsama…

Sektör içinde tartışılmaya başlanan cinsiyetçilik, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlere karşı olan tutum henüz çok yeni olsa da ayrımcılık iş bu “geleneklere” geldiğinde sessiz kalınıyor. Kavuk bugün kutsanarak bir fetiş malzemesi haline dönmüş. Başından bu yana sadece erkeklerin devralması, bu işi Türkiye’de kadın oyuncuların yapamadığı algısını da ortaya koyuyor. Son dönem tartışmalarında kadınlara devredilmeyerek ayrımcılığın pekiştirildiği gelenekte, birde bu geleneğin yılmaz savunucuları “erkekler” ve muadilleri, kadınlara neden devredilmemesi gerektiğini utanmadan köşelerine yazıyor. Kimileri kadınların “işini” beğenmediği, kimileri kavuğun erkek aksesuarı olduğunu kocaman puntolarla her yerde dile getiriyor. Burada gerçekten kadınların bu “işi” yapamadığı kılıfının altında, iktidar devir teslimi örneğinde olduğu gibi ayrıcalıklı hallerinden asla vazgeçmek istememeleri hususu önemli. Erkeklerin sokakta, evde, işte, okulda, devlet kademesinin her yerindeki ayrıcalıklı korunma halleri onlara bugün kavuk geleneğinin saçmalığını anlamalarına engel oluyor. Eşitliğin önemi tam olarak burada devreye giriyor. Kavuk üzerinden çıktığımız bu yolda bugün size sektörde aynı işi yapan kadınların ve erkeklerin ücret farkını dahi açıkça söyleyebilirim.

Neyin nişanesi?

Kavuk elden ele yolculuğa başladığı ilk günden bu yana yalnızca imtiyaz sahiplerinin elinde. İşini iyi yapmakla çokta alakasının olmadığı gibi meslekteki yeni jenerasyonun gelenek artık umurunda değil. Daha fazla okuyan ve kendini gelişmeye, dönüşmeye kapatmayan genç meslektaşlar erkekleri kadınlardan üstün gören bu geleneğin değişmesi yönünde kendi adımlarını atıyor. Kavuk bugün tuluat sanatının nişanesi değil, sektör içindeki erkeklerin tahakküm nişanesidir. Yasalar önünde eşitliğin sembolü olan İstanbul sözleşmesini kıyısından köşesinden sosyal medyada bile olsa savunuculuğunu yapan, hepinizin çok severek izlediği erkek oyuncular, bugün geleneği “o kutsaldır” diyerek tartışmaktan çekiniyor, hatta belki de bu konudaki “eşitlenme” düşüncesini dahi dile getiremiyor. Semboller sadece iş “din” olduğunda kutsal olmuyor. Ayrıcalıklı konumlarını destekleyen her türlü sembol ve nişane onlar için kutsal. Afife Jale sahneye çıkmak istediğinde karşısında kadınları değil erkekleri buluyor. Kadın olduğu için sahneye çıkarılmak istenmemesi dönemin ahlaki rezonansını bozma girişimi gibi algılanmasından değil, o güne kadar mesleğin içerisinde yalnızca erkeklerin olması ve bu durumunda bu işin erkek mesleği olduğu algısından kaynaklanıyor. Kadınlar sahneye ilk kez çıkmaya başladığında ise kundaklanmaya çalışılan tiyatrolar, kadın oyuncuları öldürme girişimleri, taciz ve tecavüzler hatta yine o dönemde kadın oyuncular erkeklerden daha düşük ücretler aldı. Geldiğimiz tarihlere baktığımızda ise o günlerden bu yana hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Bugün de kavuk gibi nişanelerle meslekte sadece “erkeklerin” yeri var ve bu algının dışında sistematik tahakküm hali devam ettiriliyor. Kadınlar bugün mobbing, taciz, tecavüz gibi şiddet biçimleriyle çalıştıkları sahnelerde baş başalar.

Böylesi artık ucuzluğu ve bayağılığı ipliği pazara çıkmış korkunç geleneği değiştirmek belki de tamamen ortadan kaldırmanın zamanı gelmedi mi? 

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam