08/02/2011 | Yazar: KAOS GL

Cenk Saraçoğlu, 1990’lı yıllardan itibaren zorunlu göç ve neo-liberalleşme süreçlerinin etkisiyle dönüşen kentsel toplumsal ilişk

Cenk Saraçoğlu, 1990’lı yıllardan itibaren zorunlu göç ve neo-liberalleşme süreçlerinin etkisiyle dönüşen kentsel toplumsal ilişkilerde Kürt karşıtı hissiyatın nasıl şekillendiğine dair 2006-2007 yıllarında İzmir’de yaptığı araştırması ile sonuçlarını ve değerlendirmelerini kitap olarak yayınladı. Saraçoğlu ile kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yurtsuz - Öncelikle, kitabınız için hem teşekkür ederiz, hem de sizi kutlarız.
Cenk Saraçoğlu - Teşekkür ederim. Ben de ilgi gösterdiğiniz için size teşekkür ederim.
 
Yurtsuz – Böyle bir kitap yazma fikri nereden ortaya çıktı? Son dönemde Kürt sorunu üzerine çok sayıda kitap yayınlanıyor, sizin kitabınız diğerlerinden hangi alanlarda farklılaşıyor?
 
Cenk Saraçoğlu - Bu kitap benim araştırmasına 2006 yılında başladığım doktora tezime dayanıyor. O yıllarda Kanada’da sosyoloji doktorası yapan bir öğrenciydim. Kürt meselesine hep bir ilgim olmuştu. Ama bu konuya dair bir araştırma yapma fikri daha çok internet, yazılı basın vb. alanlarda Kürt karşıtı bir söylemin eskisinden çok daha sıklık ve rahatlıkla dile getirilmeye başladığını fark ettikten sonra ortaya çıktı. Bunun hem yeni ve araştırmaya değer bir olgu olduğunu seziyordum hem de bu tür bir ırkçılıkla mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyordum. Bunu yapmak için de olguyu dikkatle incelemek gerekiyordu. Nihayetinde son dönemde yaygınlaşan bu hissiyatın özel bir vechesine odaklanarak Türkiye’nin ve Kürt meselesinin bugünkü durumuna dair bazı çıkarımlarda bulunmaya çalıştım.
 
Kürt meselesine dair son yıllarda çokça çalışma üretiliyor. Bunlar daha çok meselenin kültürel haklar ve özgürlükler, vatandaşlık, devlet politikaları, PKK’nin stratejileri gibi hukuki ve siyasi alanlarına dair meselelerine odaklanıyor. Benim çalışmam son yirmi yılda özellikle zorunlu göç sürecinde dönüşen Batı kentlerinde toplumsal ilişkiler ve ideolojiler alanında neler oluyor, toplumsal muhayyilede Kürt algısı nasıl değişiyor, dönüşüyor, buna odaklanmaya çalıştım. Meselenin bu boyutuna odaklandığımda ona farklı bir çerçeveyle ve yöntemle yaklaşmak gerektiği açığa çıkıyordu. Bu noktada “bilincin” maddi ve toplumsal süreçler içerisinde şekillendiği düşüncesi, yani bir bütün olarak Marksizm temel yönlendiricim oldu. Böyle olunca sadece farklı bir araştırma sorusunun üzerine giden değil aynı zamanda farklı bir çerçeve ortaya koymaya çalışan bir çalışma ortaya çıktı. 
 
Yurtsuz - İstanbul ya da Kayseri değil de neden İzmir? Özel bir sebebiniz var mı?
 
Cenk Saraçoğlu - İlk önce Mersin’de bir araştırma yürütmeyi planlıyordum. Ama ailemin yaşadığı İzmir’e her gittiğimde de şehrin gündelik hayatında bu tür söylemleri işitmek rahatlıkla mümkün oluyordu. Araştırmayı daha iyi bildiğim bir şehre kaydırmak istedim. O yüzden İzmir’e odaklandım. Araştırmaya başladığımda açıkçası kamuoyunda bugün olduğu gibi İzmir’in siyasal kimliği üzerine yoğun tartışmalar yürütülmüyordu. Cumhuriyet mitingleri henüz gerçekleşmemişti. Oysaki Mersin’de bir sene önce olaylı bir Newroz yaşanmıştı. Yani İzmir’in Kürt karşıtlığının en çok yoğunlaştığı bir şehir olduğu şeklinde peşin bir kanaati temel alarak bu şehri seçmedim. İzmir’i son yirmi yılda görece yoğun Kürt göçü almasıyla ve şehrin içinde buna yönelik reaksiyonların kendini belli etmesiyle bahsettiğim olgunun araştırılabileceği şehirlerden biri olarak düşünüyordum. İzmir’i hiçbir zaman bu konuda “biricik” bir şehir olarak düşünmedim.
 
Yurtsuz – Kitabın kapsamı, Kürt sorununun en çok tartışıldığı Kürtler ve devlet arasındaki ilişki değil de, Kürt olmayanlarla Kürtler arasındaki ilişkilerden türetilmiş bir alanı ele alıyor. Yine bu ilişkide, Kürtlerle aynı sınıfsal konumda olmayan kesimlerdeki Kürt algısına odaklanıyorsunuz. Bu bir eksiklik mi? Yoksa Kürt sorununun etnik-sınıfsal bir karakteri olduğuna mı işaret ediyorsunuz?
 
Cenk Saraçoğlu - Bunun bir eksiklikten ziyade kitabın ayırt edici yönü ve bir nevi “kimliği” olduğunu düşünüyorum. Bir toplumsal meseleyi anlamaya nereden başlayacağınız, onu hangi yönde çözümleyeceğiniz onun hakkında sorduğunuz soruya, neyi öğrenmek istediğinize göre değişir. Ben bu kitapta İzmirli orta sınıfın zihniyet dünyasındaki “Kürt” kavrayışının nasıl dönüştüğünü soruyorum ve bunu öğrenmek istiyorum. Bu soruyu layıkıyla cevaplayabilmek için en uygun başlangıç noktası kentsel toplumsal ilişkiler alanı olarak ortaya çıktı. Buraya odaklanarak, buradan yola çıkarak analizi yürütmeye çalıştım. Eğer sorduğum ve öğrenmek istediğim şey Kürtlerin inkarına dayalı geleneksel asimilasyon projesinin hangi süreçler içerisinde şekillendiği olsaydı o zaman yüzümü Türkiye’de ulus-devlet oluşum sürecine ve Kemalizme çevirecektim. Halbuki benim araştırmaya çalıştığım mesele buna indirgenemez. Tanıyarak dışlama dediğim olgu, Türkiye’de geleneksel asimilasyoncu projenin çöktüğü bir tarihsel dönemde onun bıraktığı enkazın üzerinden yükselen yeni bir sorun. Devlet politikalarıyla tamamen ilişkisiz değilse de ona indirgenemez, ona odaklanarak anlaşılamaz. İkisi arasındaki ilişkinin nasıl olduğu da ancak birini diğerine indirgemeyerek açığa çıkarılabilir. Kitapta da bunu yapmaya çalıştım. Bu analiz benim sorduğum soru, o sorunun dayattığı yöntem ve gerektirdiği soyutlamalarla ilişkili bir şey. Bu kadar yöntemsel ve bence net olan bir şeyi kitapta olduğu gibi pek çok yerde uzun uzun izah etmem gerekiyor. Çünkü Kürt meselesi devlet ve Kürtler, devlet ve PKK, Kürtler ve kimlik ilişkisine dayalı olarak kurulan düzlemde anlaşılıyor genel olarak. Bu da çok doğal, çünkü Kürt meselesinin ortaya çıkışı devletin ulus-devlet kuruluş sürecindeki ve sonrasındaki stratejileriyle çok yakından ilgili. Ama benim odaklandığım mesele, yani son yirmi yılda toplumsal algıdaki Kürt’ün nasıl değiştiği bu alanın içerisine sınırlı kalarak anlaşılamaz. Ben bu alanın dışına çıktığımda ise Kürt sorununa dair her şey bahsettiğim eksende çözümlenmeye çok alışıldığı için biraz farklı gelebiliyor. Ama açıkçası Kürt sorunu Türkiye’de çok ciddi dönüşüm geçirirken onu sadece bu kadim çerçeve içine sınırlı kalarak çözümlemek artık meselenin aldığı yeni boyutları açıklamakta yetersiz kalıyor. Örneğin zorunlu göç öncelikle devletin bir stratejisi olarak ortaya çıktı. Yüzbinlerce insan yıllardır yaşadıkları yerleri terk ederken bunun sorumlusu elbette devletin kendisiydi. Ama bu insanlar Batı illerine geldiklerinde zorunlu göçe maruz kalmaktan kaynaklı sorunları Türkiye ölçeğine ait neoliberalizm, kentsel dönüşüm, dışlanma, yoksulluk gibi dinamiklerle birleşerek mahiyetçe farklılaştı.  Bugün Kürt meselesinin Batı kentlerinde aldığı yeni biçimleri bu bütünlükle ilişkilendirmeden, yani bir bütün olarak Türkiye kapitalizminin bugünkü yapısını sorgulamadan ele almak imkansız. Benim çalışmam biraz da bunu vurgulamayı amaçlıyor.
 
 
Yurtsuz – Bu çalışmayla elde ettiğiniz sonuçları ilk kez duyduğumuz bir kavramlaştırma üzerinden anlatmaya çalışıyorsunuz. Bu kavramlaştırmaya neden ihtiyaç duydunuz?
 
Cenk Saraçoğlu - Tanıyarak dışlama kavramını İzmirli orta sınıftaki Kürt algısının klasik Türk milliyetçiliğinden farklı ve yeni bir olgu olduğunu vurgulamak için inşa ettim. Bundan da önemlisi bu algının oluşum sürecini ifade eden bir kavram. “Tanıma” sözcüğünün Türkçedeki birden fazla ama birbiriyle ilişkili anlamı benim bu olguyu tarif etmeme ve anlatmama çok yardımcı oldu. Kitapta analizin ilerlediği yönü de bu kavrama bağlı olarak tayin ettim ve bu noktada da çok işime yaradı. Yani bu kavram araştırmanın bütün safhalarında, olguyu teşhis etme, onu tarihselleştirme, tarif etme, oluşum sürecini çözümlemede ve tüm bu analizi insanlara aktarmada çok faydalı oldu. Orta sınıftaki Kürt algısını bir tür kültürel ırkçılık olarak tarif etmemi de mümkün kılan “tanıyarak dışlama” kavramı idi. Yani tanıyarak dışlamayı ben ırkçılık, milliyetçilik vb. kavramlara rakip, onların soyutlama düzeyine ait bir kavram olarak düşünmedim. İncelediğim olguyu adım adım incelerken kullandığım bana rehberlik eden ve nihayetinde de meseleyi ırkçılık düzlemine taşımamı sağlayan bir kavramdı. Kitap boyunca bu kavramın işlevi görülecektir. 
 
 
Yurtsuz - ‘Tanıyarak dışlama’ olgusunun zorunlu göç ve neoliberal ekonomik dönüşüm süreçlerinin etkisi altında şekillendiğini vurguluyorsunuz. Zorunlu göç ve neoliberal dönüşüm dinamiklerinin Türkiye için genel bir problem olduğunu düşünürsek, ‘tanıyarak dışlama’ olgusunu Türkiye’nin bütününe genellemek mümkün değil mi?
 
Cenk Saraçoğlu - Çok güzel bir noktaya değindiniz. Tanıyarak dışlamayı bahsettiğiniz süreçlerle ilişkili olarak ele almam aynı zamanda onun İzmir’in kendine has özelliklerine bağımlı olmayan, kimi küçük farklılıklarda da olsa İzmir dışındaki yerlerde de mevcut olabileceğine işaret ediyor. İzmir burada sadece Türkiye’de ortaya çıkan yeni bir olgunun gözlemlendiği bir mekan, bir konumlanma noktası olarak düşünülmeli. Tanıyarak dışlamayı İzmir’de başlayıp diğer yerlere yayılacak bir şey olarak görmektense diğer şehirlerin kendi dinamikleri içerisinde de ortaya çıkan veya çıkabilecek bir şey olarak görmek lazım. Tanıyarak dışlama algısını kültürel veya yerel bir şey değil de maddi ve yapısal dinamikler etrafında açıklama çabam aynı zamanda buna benzer olguların başka yerlerdeki görünümlerini de açıklayabilecek bir çerçeve sunmayı amaçlıyor. Öte yandan Kürt karşıtlığının tek biçimi tanıyarak dışlama değildir. Başka biçimlerde ve farklı söylemler üzerinden kendisini başka şehirlerde ve orta sınıf dışındaki toplumsal kesimlerde de gösterebilir. Örneğin göç almış küçük ilçe ve kasabalarda ortaya çıkan tepkisellik biraz daha başka bir çerçevede ele alınması gereken özellikler arz ediyor.
 
Yurtsuz - ‘Tanıyarak dışlama’ olgusunun sadece günlük hayatın içinden türediğini düşünmüyorsunuz. Toplumda sürekli beslenen kaygılar ve tehditlerle bağlantısı nedir? Yine hangi ideolojik hegemonyaya bağlı olarak yeniden üretiliyor?
 
Cenk Saraçoğlu - Kentsel toplumsal ilişkiler alanı içerisinde bahsettiğim negatif Kürt algısı bir kez zihinlere yerleştikten sonra Kürt meselesine dair diğer meselelere bakışı da etkiliyor olabilir. Örneğin kentsel yaşam içerisinde Kürtlere karşı dışlayıcı yaklaşım geliştiren birisinin Kürtlerin siyasal ve kültürel haklarına dair tartışmalarda muhafazakar bir tutum alması beklenebilir. Elbette Kürt meselesinin Türkiye siyasetinde sürekli bir gerilim kaynağı olması tanıyarak dışlamanın daha da pekişmesine ve katılaşmasına sebep oluyor. Ama bu algının özü ya da çekirdeği, yani asıl içeriği kentsel yaşam içerisinde oluşuyor. Çünkü burada Kürt meselesine milliyetçi bir bakışın nerede oluştuğunu değil, bir Kürt tahayyülünün nerede oluştuğunu soruyoruz. Eğer derdimiz birincisi olsaydı, onun ortaya çıkabileceği mahal o kadar fazla ki. Bir insan Kürt meselesine dair milliyetçi bir bakış açısını devlet söyleminden, milliyetçi bir partiden veya medyadan etkilenerek geliştirebilir. Ama kalıplaşmış bir Kürt imgesini zihninde üretirken başvuracağı “ikincil” kaynak sınırlıdır. Bu yüzden “Kürt algısının” en başat kaynağını da kentsel toplumsal yaşamdaki deneyimleri ve karşılaşmaları oluşturur. Bu deneyimler ve karşılaştırmalara dayanarak inşa edeceği Kürt algısı kendi sınıfsal konumunun ve şimdiye kadarki ideolojik koşullanmalarının izini taşır, onlar tarafından dolayımlanır. Çarpıklığı ve ideolojik karakteri de buradan gelir. Ama asıl malzeme kentsel toplumsal yaşamın içerisindedir. Bu mekanizmaları kitap içerisinde ayrıntılı şekilde tarif ediyorum.  
 
Yurtsuz -  Kitabınızla Kürt meselesinin en az tartışılan boyutuna – Kürtler ve diğer toplumsal kesimler ilişkisi- dikkat çekiyorsunuz. Kürt meselesinin çözümünde dikkati çektiğiniz olgular bir engel oluşturur mu? Ya da nasıl bir süreç takip edilerek bu durum tersine dönüştürülebilir?
 
Cenk Saraçoğlu - Eğer Kürt sorununun çözümünden kasıt Kürtlerin demokratik süreçleri içerisinde tanınması, kültürel ve siyasal haklarının devlet tarafından garanti altına alınması ise bunun çözümü siyasal ve hukuksal reformlarla mümkün. Ama Kürt meselesinin çözümünden sadece bunları değil, sahici bir kardeşliğin zemininin oluşması, Kürt emekçilerinin toplumsal dışlanmasının son bulmasını ve eşitliğin sadece kanun önünde değil toplumsal alanın bütününde bir karşılık bulmasını da anlayanlar için “tanıyarak dışlama” gibi bir algının varlığı sorunun çözümüne engeldir. Kürtlerin hukuksal ve siyasal alandaki formel haklarının tesisi sorununu çözseniz bile kentsel toplumsal yaşamdaki bu dinamikler tanıyarak dışlamayı üretmeye devam edecektir. Yani bu sorunun cevabı Kürt meselesinin çözümünden ne anladığımıza göre değişir.    
 
Yurtsuz - Belki çalışmanızın kapsamı dışında bir soru olacak ama İzmir’deki Kürtlerde bu ‘orta sınıf’ algısına tepki var mı? Bu algının farkındalar mı? tepkilerini nasıl gösteriyorlar? Bu konuda bir şeyler söyleyebilir misiniz?
 
Cenk Saraçoğlu -
Bunu sistematik olarak araştırmadım. Ama gözlemlediğim kadarıyla bu durumun onlarda basitçe Türklere yönelik bir tepkisellik doğurduğunu söylemek yüzeysel bir tespit olur. Özellikle zorunlu göçle gelen Kürtlerin bilinci basit reaksiyonlar üzerinden değil daha genel ve kuşatıcı bir politik pozisyon tarafından belirleniyor. İçlerinde yaşadıkları koşullar ve deneyimledikleri çatışma onları Kürt siyasi hareketinin temsil ettiği siyasi ilkeler ve söylemler üzerinden tavır almaya itiyor. 
 
 
Yurtsuz – İzmir’in, Türkiye’nin genelinden farklı özellikler, tepkiler gösterdiğine dair, milliyetçi, Kemalist, modernist, elitist gibi sıfatlarla tariflenen bir algı var. Bu algı, bir ötekileştirmeyi de içinde barındırıyor. Bu algıyı İzmir’deki ‘orta sınıf’ların Kürtlere yönelik algısıyla karşılaştırmak mümkün mü?
 
Cenk Saraçoğlu – İzmir AKP’nin ideolojik hegemonyasını bir türlü kuramadığı bir kent. Bence İzmir’i tanımlamak ve diğer metropollerle karşılaştırmak için kullanabileceğimiz en doğru ve geçerli ifade bu olabilir. İzmir’e bir yafta olarak yapıştırılan bahsettiğiniz sıfatların hiçbirinin İzmir’i bir bütün olarak ifade ettiğini düşünmüyorum. Bu yaftaların bu şehre kolaylıkla yapıştırılmasının arkasında da bu ideolojik hegemonya mücadelesinin olduğunu düşünüyorum. Kentler de ülkeler gibi içerisinde pek çok farklılıklar, çelişkiler ve mücadeleler barındıran alanlar. İzmir’de bu mücadeleler çok boyutlu, çok katmanlı ve son derece karmaşık bir şekilde yürüyor. Bu bakımdan “ırkçı”, “faşist”, “Kemalist” gibi basit değerlendirmeler bu karmaşık siyasi ve ideolojik mücadeleleri tarif etmekten uzak.  Bazı karşıtlıklar bu mücadelelerin ürünü olarak belirli kentlerde yoğunlaşabilir. Eğer böyleyse o zaman bu karşıtlıkların ve algıların o kentin hangi kesimleri içerisinde ve neden yoğunlaştığını sorgulamak gerekir. Benim “tanıyarak dışlama” olarak formüle ettiğim algıyı da ben tipik bir İzmirli pozisyonu değil İzmirli orta sınıf içerisinde görülen bir eğilim olarak ortaya koymaya çalışıyorum. Ve bu kesim içinde yaptığım görüşmeler de bu karşıtlığı taşıyan insanların dışlayıcı söylemlerini esas olarak İzmirlilik kimliği üzerinden, illa ona referansla dile getirmediğini gösteriyor. Daha çok kendi sınıfsal konumları üzerinden şehrin toplumsal hayatında Kürt göçmenlerle kurdukları ilişkiler üzerinden kuruluyor ve savunuluyor. Öte yandan İzmir’in Türkiye’nin steril, modern ve aydınlık yüzü olduğuna dair yerleşik güzelleme Kürt göçmenlere yöneltilen dışlayıcı tutumu daha da koyultuyor, meşrulaştırıyor ve perçinliyor olabilir. Ama biraz önce söylediğimi tekrar edeyim bu bahsettiğiniz İzmir güzellemeleri bu tür karşıtlıkların ne zorunlu ne de yeterli nedenidir. Türkiye’nin mevcut politik ortamında aynı süreçleri yaşayan her kentte ortaya çıkabilecek bir karşıtlık olduğunu düşünüyorum. Kısacası tanıyarak dışlama İzmir’in bütününü ifade eden, onunla özdeşleştirilecek ve ona mahsus bir olgu değildir.
 
Yurtsuz – Sizin başka ekleyecekleriniz var mı?
 
Cenk Saraçoğlu - İlgi gösterdiğiniz için çok teşekkür ediyor, kitap için ise iyi okumalar diliyorum.
 
Cenk Saraçoğlu Kimdir?
 
1979 yılında Tokat’ta doğdu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. Kanada’da ki Western Üniversitesi’nde sosyoloji alanında yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Halen Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Kuzey Kıbrıs kampusü, Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler programında yardımcı doçent olarak çalışmaktadır. Praksis Dergisi yayın kurulu üyesidir.
Saraçoğlu’nun, İzmir’le ilgili bir başka araştırma çalışması daha bulunmakta. Mirekoç, Koç Üniversitesi Göç Araştırma Programı için, “Kadifekale İzmir’de Kentsel Dönüşüm: Kent Mekânının Neoliberal Yeniden Yapılandırılması ve Yerinden Etme Yoluyla Göçün Kesişme Noktası” isimli projeyi İzmir Ekonomi Üniversitesi'nden Neslihan Demirtaş Milz ile birlikte yaptılar.
 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam