28/05/2010 | Yazar: Kaos GL

Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’nın beşincisi Judith Butler’in “Queer-Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset” başlıklı konferansı ile tamamlandı.

Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’nın beşincisi Judith Butler’in “Queer-Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset” başlıklı konferansı ile tamamlandı. Butler’in konuşmasını 900′ün üzerinde katılımcı izledi. Kaos GL Derneğinin koordine ettiği Homofobi Karşıtı Buluşma’nın ev sahipliğini Ankara ile birlikte Trabzon, Samsun, Adana, Mersin, Kayseri, Edirne, Nazilli, Diyarbakır, Van, Antalya, Eskişehir, İzmir ve İstanbul’daki LGBT örgütler ile kampüslerdeki öğrenci toplulukları yaptılar.
 
Buluşma’nın ardından geçen yıl olduğu gibi Homofobi ve Transfobiye Karşı Yürüyüş, Trabzon’dan Diyarbakır’a, Adana’dan İzmir’e Türkiye’nin dört bir yanından gelen homofobi ve transfobi karşıtları ile LGBT birey ve örgütlerce yapıldı. Butler’ın konferansına katılanlardan 300 kişilik bir grup da konferans sonrası Cebeci Kampüsü’nden Kızılay Sakarya’ya kadar sloganlar eşliğinde yürüdü.
 
-I-
Judith Butler etkinliği için çeşitli  illerden gelen birçok katılımcı vardı. İstanbul’da 18 Haziran’da başlayacak etkinlikler için hazırlanan Onur Haftası Kadın Komisyonu da Ankara’daydı. Onur Haftası Kadın Komisyonu’ndan Gülkan’la etkinlikten sonra kısa da olsa konuşma şansımız oldu.
 
Judith Butler “Queer Yoldaşlığı ve Savaş karşıtlığı” üzerine kısa bir sunum yaptı. Sen nasıl beklentilerle gelmiştin ve senin açından nasıl geçti etkinlik?
Aslında herkesin kafasında bir beklenti vardı herhalde. Judith Butler gelecek. Bütün konulara, kafamızdaki tüm sorulara ilişkin bütün cevapları bulacağız. Ve dertlerimize derman olacak, böyle büyük bir beklenti vardı.  Zaten bu beklentiyi çok manalı bulmuyorum. Hem  dünyadaki hem Türkiye’deki lgbtt ve queer hareketin sorunsallaştırdığı gündelik yaşam deneyimlerinden siyaset yapma biçimlerine kadar bir çok konudan bahsetti. Elli dakikada  tümüne bir şekilde değinmeyi başaran teknik anlamda başarılı bir konuşmaydı. Ama hani yeter miydi, kesti mi bizi? Bir sürü konu  birer ikişer saatlik sunumlar, tartışmalar vs. gerektiren içerikteydi. Judith Butler’ın başarısı, insanların hem aklına hem kalbine aynı anda temas edebilecek bir içtenlikte olmasında yatıyor.
 
Judith Butler sunumunu yaparken ağırlıklı olarak şunlardan  bahsetti. Sadece cinsiyete, cinselliğe dair politika üretmek değil aynı zamanda savaş karşıtı olmak, aynı zamanda ırkçılığı da karşı olmak. Bunları örneklendirirken “kimler için üzülürüz kimler için üzülmeliyiz, kimlerin yaşama hakkı vardır” gibi normların hüznümüzü bile etkilediğini söyledi. Ardından da adaletli ve eşit davranmaktan bahsetti. Yani mücadele ederken bizim gibi olmayanlarla da  nasıl ittifak kuracağımız başlığını açmış oldu. Bu senin qeer tanımınla, senin bakış açınla şaşırtıcı mıydı? Çünkü bir çok insanı şaşırtmış oldu. Gelen sorular arasında “O zaman nasıl İslamcılarla yan yana geleceğiz. Bilmem kim bize bunu diyor. Ama solcular da şöyle” gibi… yan yana durmanın zorluklarına dair endişeler vardı. Bu konuda sende ne oluştu?
Aslında belki temel problemimiz siyaseti algılama biçimimiz. Biz şuna çok alışmışız. Aydınlanma geleneğinin alışkanlıkları  yada belli bir ideolojinin sabit fikirleri üzerinden düşünmek. Evrensel hakikatlerin, çıkan problemlerin, sorularımızın o ideolojide bütün cevaplarının var olduğuna kani olmuşuz. Aslında queer  teorinin kendisine aykırı bir şey bu. Bir kez de queer anarşi diye bir kavram da kullandı. Anarşizmde de hazır reçeteler olmaz, deneyimin antiotoriter akışına önem atfeder. Yani şunu  anlıyorum ben;  egemen bir kimliğe göre konumlandırılmış belli kimlikler üzerinden ezilen, çoğunluğun azınlığı ötekileştiren başka bir deneyim yaşatması. Çoğunluk tarafından başkalık deneyimi yaşatılan kimliklerin baskılanması ve onların  da kendi deneyimleri içerisinde yeniden inşa edilen baskılama, ezme ve direnme dinamiklerinin yeniden,  tekrar tekrar kurulmasından bahseder queer teori. Şimdi bu noktada Avrupa’da yaşayan ya da Amerika’da on bir eylülden sonra İslam inancını sahip insanların  sadece inançlarından dolayı islamofobiye maruz kalmaları queer hareketin bu deneyimin özelinde dayanışacağı bir şeydir.  İnançlarından dolayı kimliklendirilen ve bu sebeple baskı görenlerle birlikte dayanışmak. Çünkü aynı şekilde  queer bireyler de cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, sınıf farkı, etnik köken, hastalık, yaşlılık, sakatlık gibi farklı deneyimlerinden dolayı aynı baskıyı görüyorlar. Yani Judith Butler’ın söylediğinden anlaşılmayan şu, burada İslam’la dayanışılmıyor. İslam ideolojisiyle bir irtibat kurulmuyor. Bu sosyalizmin ideolojik anlamda islam düşüncesinin buluşmasından doğan yeni bir yol değil. Hayır. Belli bir kimlikle ötekileştirilenin  deneyim içerisinde yaşadığı ayrımcılığa karşı ittifaktan bahsediyor. Yani deneyime ilişkin bir ittifaktan bahsediyor.  Biz bunu Türkiye’de de yaşamakta ve  çokça tartışmaktayız. Başörtüsüyle kamusal alanda var olmak isteyen ve eğitimi kısıtlanan kadınların başörtülü alınması meselesinde de feministlerin bir kısmı dayanıştı, bir kısmı dayanışmadı. Benim düşünceme göre İslam  inancı ve ideolojisi kadını küçük gören, aşağılayan bir inançtır. Öte taraftan başörtüsü takan ve bu inanca sahip olan kadınların toplum tarafından ötekileştirilmesinin. öcüleştirilmesine karşı sonuna kadar dayanışmaktan yanayım. Şunu bilsem dahi; yeri gelecek benim ötekileştirilmemde ve benim ucubeleştirilmemde belki dayanışmaya gelmeyecek o kişi. Olsun, kapitalizmin alış veriş mantığı bizim etik duruşumuzu belirlemesin. Butler’ın konuşmasında beni en etkileyen cümle belki de şuydu; adını kimliğini bilmediklerimizin ötekileştirilmesine karşı bir etik, bir direniş, bir ittifak…  Bugün queer hareket her yerde farklılaşabilir. Amerika deneyimi İstanbul deneyimine uymayabilir. İstanbul deneyimi Diyarbakır deneyimine uymayabilir. Bu da aslında tam bir otonomi. Merkezi olmayan yeri geldiğinde birbirine ilham da verebilecek direniş alanları. Sunum beni tatmin etti ve geldiğimize değdi, dünya gözüyle gördük kalplerimizle dinledik Butler’ı diyebilirim.
 


Etiketler: yaşam
İstihdam