03/06/2010 | Yazar: Kaos GL
Judith Butler’ın Ardından Söyleşiler – 2 Ankara FeministBiz’den Gülsen, Hatice ve Nalan&rsq
Judith Butler’ın Ardından Söyleşiler – 2
Ankara FeministBiz’den Gülsen, Hatice ve Nalan’la Judith Butler’ın Queer Yoldaşlığını anlatırken bahsettiği hareketlerin ittifak kurması başlığından yola çıkarak feminist harekete ve diğer hareketlere dair konuştuk.
Pelin Dutlu: Judith Butler Queer Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtlığı üzerine kısa bir sunum yaptı. Öncelikle etkinlikten önce sizde nasıl bir beklenti vardı, ondan sonra değişen fikirleriniz oldu mu ya da size etkileyici gelen herhangi bir şey?
Gülsen: Hem Judith Butler hem queer teori benim için çok yabancı. Son bir iki ay içinde neymiş diye baktığım bir konu oldu. Judith Butler gelecek diye kitabını aldım ama okuyamadım hepsini. Araştırdığım kadarıyla beklentimin daha ötesinde bir donanımla oradan ayrıldığımı düşünüyorum. Kendi ağzından duymak okuyup ettiklerimin kafamda oturmasına sebep oldu. Şunu da söylemek gerek, kendi aramızda anlamış mıyız diye bir espri oldu. Çünkü benim konumumda olan insanlar için Judith Butler ve queer teori bir başlangıç. Cinsiyet kategorilerinin yapı bozumuna uğratılması konusunda çok teorik bir şeyler duyacağım diye bekliyordum. Cinsiyetin toplumsallaşmayla oluşması aslında çok iş gören bir kavramdı ama bu kavrama ilişkin şüpheler vardı. Aslında hem kadın kategorisini tartışıyor olmak hem de toplumsal cinsiyeti farklı yönden bir açıklıyor olmak çok ön açıcı. Ama başka bir yönden de bizim kadın dediğimiz cinsiyet kategorisinin, erkek dediğimiz cinsiyet kategorisinin kendisinin de çok tartışmalı olduğunu bu sunumu dinleyince daha net anladım. Hem cinsiyetlerin, en alternatif cinsiyetin bile var olan dilde ve kültürle kuruluyor olmasının, feminist teoriye çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Çünkü yeni başlıyor dediğim durum da bu. Belki feminist hareketin, kadın hareketinin perspektifini geliştirecek bir şey çünkü birçok yerde bize bu kavramlar yetmedi. Örneğin kadın olmak ortak paydası sadece bir yere getiriyor ama “kadın olmayı” tam anlatmıyor, o kadar çok kadın olma halleri var ki bunlar bir arada nasıl duracak? Ben o açıdan da düşündükçe birçok şeyin açığa çıkaracağını düşünüyorum.
Butler, hareketler arasındaki dayanışma başlığında dünyadaki hareketlere de baktığımızda LGBTT bireyler ve kendini queer olarak tanımlayanların ilk olarak kadınlar ve kadın hareketiyle ittifak kurmasından bahsetti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Türkiye’deki gelişimi nasıl oldu ve şu anki ilişki nasıl?
Gülsen: Feministlerle eşcinsellerin böyle bir tarihi var. Aslında queer yoldaşlığı deniyorsa biz bunu deneyimlemiş bir grup olarak oradaydık. Düşündüğüm şu oldu: Bu gerçekleştirdiğimiz pratiğe gerektiği kadar önem vermiş miyiz? Önemli bir şey yapmışız aslında. Bunu, Butler’dan duymanın ötesinde evrensel bir tartışma olması açısından da üzerine düşünülmesi gereken bir ittifak. Butler bunun teorik çerçevesini çizmiş oldu bana göre. Biz bunun eylemini gerçekleştirdik ama teorisi üzerinde durduğumuzu söyleyemem. Yaptığımız işleri düşünüyorduk ama bunun üzerinde yeteri kadar durmuyorduk. Feministlerle eşcinsellerin ittifakından sonra da diğer muhalif hareketlerle bu yoldaşlık nasıl bir araya gelecek düşünmeliyiz. Bugünkü eylemde de atılan bir slogan çok önemli bence. Bir işçi eyleminde de bu slogan atılıyor, öğrenci eyleminde de, kadın eyleminde de: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz! Aslında bu süreci bana göre özetleyen bir slogan. Butler’ın söylediği yan yana durma gerekliliği de bunu açıyor. Göç, barınma, yoksulluk, yaşam hakkının engellenmesi gibi. Kırılganlık diye tanımladığı kavram aslında hepimizi bir araya getiriyor. Tam da bu bir araya getirişini engelleyen şeyler üzerine bizim biraz daha durmamız gerekiyor. Bu sebeplerle de, Butler’ın benim için yeni bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.
Bir çok kişi için sunumun en çarpıcı yerlerinden biri kimler için üzülürüz kimler için üzülmeyiz, kimler yaşamayı hak eder bu dünyada, kimler hak etmez sorusuydu. Özellikle nefret cinayetleri başlığında yas tuttuğumuz kişilerin kim olduğunun bile politik olduğunu vurguladı. Hem siyasi hem de sosyal anlamda bir şey söyledi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, bu size çarpıcı geldi mi?
Hatice: Butler’ın üzülmek ve yas tutmak üzerinden söylediklerini, kendimce uzun süredir acı çekmek gerekiyor diye tarifliyordum. Acı çekmenin/çekebilmenin önemli olduğunu düşündüm hep. Aslında ben söyleşiye biraz önyargılı olarak gittim. Teorik bir mücadele perspektifi sunmayıp, sadece bireysel davranışlarımızı teorik bazda öne çıkaracak bir konuşma bekliyordum. Pratiğe yani sokaktaki mücadeleye dair çok fazla şey söylemeyeceğini düşünmüştüm. Fakat öyle olmadı. Aslında sadece feministler için değil devletle, sistemle sorunu olan her kesime, ezilenlere dair, bize ortak bir mücadele yöntemi sundu. Queer yoldaşlığından benim anladığım bu, ezilenlerin birliği üzerinden bir yol açış. Queer yoldaşlığını, devrimci bir kavram, devrimci bir duruş olarak ele alıyorum. Mücadele perspektifimiz ve eylemliliğimiz açısından devrimci bir yöntem sunuyor bize. Bunu yaşadığımız bu topraklarda nasıl pratiğe geçiririz burası çok önemli elbette; Türkiye’de queer yoldaşlığı nasıl olur, kimlerle olur, bu coğrafyadaki ezilenler birbirine ne kadar ve nasıl yaklaşır? Mesela Kürtlerle, azınlıklarla, feministlerle, LGBTT bireylerle, anarşistlerle queer yoldaşlığı hayata geçebilir mi, bunun gerçekliği ve yöntemleri nelerdir? Butler’ı dinledikten sonra, önümüzdeki süreçte, LGBTT bireylerle ve feministlerle bu yoldaşlığı tartışmanın çok önemli olacağını düşünüyorum. Benim anladığım kimliklerin eşitlendiği o özgürlükler alanında, özgürlük istiyorsak her kimlik mücadelesinin bir öbürü kadar değerli olduğunu unutmamalıyız. Özgürlüğüm benim kimliğim baskıdan kurtulduğu zaman kazanacağım bir şey değil. Sürekli olagelen, yaratılan ve hiç bitmeyecek bir alan.
Hatice’nin söyledikleri çok önemli. Muhalif hareketler olarak bunun yöntemini hep birlikte bulmak zorundayız. Kimlik mücadelesi vermek aynı zamanda bizi doğalında kendi içimize kapatan bir durum olabiliyor. Butler süresi kısıtlı da olduğu için değinebileceği her şeye değindi. Türkiye’ye dair de çok fazla çalışmış aslında. Ermeni meselesi, kadın meselesi, Aliye Kavaf… bunların hepsine değindi. Akademik bir sunumdan öte olabildiğince karmaşıklaştırmadan net bir şey anlattı. Senin bulunduğun mücadele alanı içerisinde yaşadıklarınla tanıdık duygular oluşturdu mu?
Nalan: Ben daha çok konferansın bende yarattığı hissiyattan bahsetmek istiyorum. Çok etkileyiciydi çünkü. Butler’ın daha önceden okumamıştım. Bir bakıma da onu okumadan önce bu konuşmayı dinlemiş olmaktan mutluyum. Çünkü bir akademisyen arkadaşım, bu kadar coştuğuma şaşırdığını, aslında çok üst teorik düzlemde yazdığını söyledi. Şimdi Butler’ı okurken aklımda hep bu konuşma olacak. Uzun zamandır kimseyi dinlerken bu kadar heyecanlanmamıştım. Bir feminist olarak sokakta yaptıklarımızı teorik düzlemde dinleme fırsatı bulduğumuzu düşünüyorum. Zaten dinlerken hep eylemlerimizi, sloganlarımızı düşündüm. Feminist olarak heteroseksüellik, lezbiyenlik, biseksüellik kategorilerinin dışına çıkarak homofobi ve transfobi karşıtlığı, militarizm karşıtlığı üzerinden gerçekleştirdiğimiz eylemliliklerimizin, ittifaklarımızın nereye denk düştüğünü dinledim. Benim için konuşmanın en çarpıcı yönü birlikte eylem yaptıklarımızla ortak yönümüzün sistem açısından yaşamaya değmeyen bedenler olduğumuzun dillendirilmesi oldu. Tam da bu noktada buluşup sokağa çıkmak gerekiyor. Benim queer yoldaşlığından anladığım bu. Bu yoldaşlık Türkiye’de hem sol hem de Kürt hareketi için çıkış yolu gösterebilir.
Hatice: Küçük bir eleştiri Kürt meselesiyle ilgili, acaba bilgilendirilmemiş mi, bilgisi yok muydu? Hepimizin kafamızda bir soru işareti oluştu.
Kimlik politikasından bahsederken, mücadele etmeye başladığınızda terörist olarak damgalanırsınız diyerek genel bir suçlamadan bahsetti. Yaşama hakkı konusunda verdiği örnekte de sadece Türklerin bedenlerinin yaşamaya değer bedenler kabul edilmesinin yanlış olduğunu söyledi. Bence bilgilendirilmiştir. Çünkü Ermeni meselesine de değindi. Sadece Türkiye’den gelen bilgilerle de yetindiğini sanmıyorum.
Nalan: Aslında bir Amerika’lı olarak Türkiye hakkında ne kadar az bilgi sahibi olduğuna konuşmasının başında belirtti. Ama belirttiğinden çok daha fazla bir bilgisi vardı. İnsanlar Türkiye’de 30 yıldır bir iç savaş var dediklerinde, onaylayıp, başını salladı. Böyle bir savaşın varlığından haberi olmadığını ben de düşünmüyorum.
Gülsen: “Bilgilendirildim” dedi. Sadece Türkiye’den değil başka yerlerden de bilgi topladığını söyledi. Ama benim de mesela onun konuşmasından sonra ilk düşündüğüm şey Kürtlere değinmediği oldu. Çünkü Ermeni sorunundan söz etti. Çatışma hallerini, Gazze ve Filistin üzerinden ele aldı. Bence de bu eksiklikti.
Nalan: Aslında bence de yaşamaya değmeyen bedenler vurgusu, Kürtleri de kapsıyordu tabii ki… Konuşmasının ruhunda bu vardı.
Hatice: Türkiye’ye geliyorsa Kürt meselesiyle ilgili daha fazla söz söylemesini bekledim bir yandan. Tabii bu konuda ne kadar bilgisi var bilemiyoruz. Mesela, Queer yoldaşlığının Gazze’de olması gerektiğini söyledi, Türkiye ve Kürtler üzerinden de görüş belirtse bizler için çok daha somut olabilirdi. Devletin zoru karşısında bir direniş tariflemesi, Nalan’ın dediği gibi sokaktaki direnişi anlatması ve bunun da mutlaka soldan çıkacağını söylemesi de benim için çok önemliydi. Bu nedenle bundan sonra, bu bakış açısıyla da feminist mücadeleye bakmamız ve buradan tartışmamız, tam da bu tıkanmışlık sürecinde belki devrimci bir sıçrayışa ya da mücadeleyi biraz daha yükseltici bir yöne doğru yol almamızı sağlayabilir diye düşünmekteyim.
Gülsen: Benim beklentim tam da buydu. Nasıl ki bu ülkede feministlerle eşcinsel hareketin bir tarihi varsa Kürt hareketiyle de var. 30 yıldır bu ülkede Kürt hareketiyle yan yana mücadele de yürüyor. Bu dayanışmayı, en görünür ve doğrudan yürüten feminist gruplar. En azından bizim çevremiz böyle. Bunun düştüğü zamanlar oldu, yükseldiği zamanlar oldu. Bu Kürt hareketinin kendinden de kaynaklanan bir şey. Belki kendi ülkesinde siyah hareketle feminist hareketin ilişkileri üzerine bir şeyler söyleyebilir mi diye beklediğimden, yoksa kendi kurduğu teori zaten bunu dışlamıyor. Çok canımızı yakan bir şey olması sebebiyle, ben eksiklik olduğunu düşünüyorum.
Hatice: Tabi şöyle de bir şey var, ezilenler arasında da bir hiyerarşi var. Üstelik sistem bu hiyerarşiyi besliyor. Yani Butler, ezilenlerin queer yoldaşlığı içinde, bu eşitsizliği kaldırıyor ve bütün eşitsizliklerin adil davranmasından bahsediyor. Kapitalizm gerçekten de ezilenlerin yan yana durmaması bu adil davranışı yok etmeye çalışıyor. Queer yoldaşlığı kapitalizm için çok tehdit edici bir şey, çok cepheden bir şey, bir direniş hattı, bu nedenle de sistem ezilenlerin bir araya gelmemesi için bir çok önlem alıyor. Bu da bize queer yoldaşlığının ne kadar değerli olduğunu gösteriyor aslında.
Kısa bir sunum olmasının da etkilediğini unutmamak gerekir. Bulunduğumuz yerlerden şundan da bahsetseydi diye gönlümüzden geçen bir çok başlık vardı ama bunlar için yeterli zaman olmadığını da kabul etmek gerekiyor. Nihayetinde bu topraklarda kalan insanlar olarak, biz buradaki dayanışmayı ve mücadeleyi nasıl geliştireceğimize dair harekete geçmek zorundayız. Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Etiketler: yaşam