02/08/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Hep birlikte izliyoruz, yurdun kimi bölgelerindeki linç girişimlerini. 

Hep birlikte izliyoruz, yurdun kimi bölgelerindeki linç girişimlerini. 
Bunca yol kat ettikten, bunca gözyaşı ve kan döktükten sonra Kürt olmak hâlâ en tehlikeli varoluş serüveni. Hele merkeze uzaksan. 

İnegöl ve Hatay Dörtyol’daki ırkçı kalkışmaların, daha önce Karadeniz ve Ege bölgelerinde provası yapılan linç törenlerinden sonra elbette kimseyi şaşırtmamış olduğunu görüyoruz. 
Dörtyol, tipik bir linç sahnesi. Toplam nüfusu 144 bin olan ilçede merkezde yaşayanlar 67 bin kişi. Kürtlerin nüfusu 15 bin civarında. Bu nüfusun büyük çoğunluğunu  köylerinden, topraklarından edilen göçmen Kürtler oluşturuyor. Genellikle narenciyede çalışan tarım işçileri ve inşaat işçileri. Ilçede az sayıda Kürt esnaf da var. Zaten onların dükkanlarının  yerle bir edilişini gördük haberlerde. Dörtyol’da son dönemde BDP örgütlenmesinin güçlendiği görülüyor. Elbette bunun yanı sıra MHP’nin iyice palazlanmış olduğu bir ilçe. Nitekim Belediye Başkanı da MHP’den. Belediye Meclisi’nde 16 MHP’li, 9 AKP’li üye var. 
Pekiyi Dörtyol’da olanlar bize, merkezde haber bekleyenlere nasıl yansıtılıyor. 
Geçen gece Dörtyol’da olan biteni önce ATV, sonra diğer haber ajanslarından izledim. 
Dikkatli bir yabancı göz, bu bizi hemen hiçbir şekilde tatmin etmeyen haberciliğe bakarak memleketimizde serpilen linç geleneği üstüne derin bir fikir edinebilir. 

ATV’nin yontu suratlı sunucusu önce Diyarbakır’daki ‘Barış Anaları’nın yürüyüşünü gösteriyor. Fakat o da ne? Barış Anaları kortejinde, onca pankartın arasında  KORKUNÇ! bir tanesini yakalayıveriyor haber kameramız. ‘İnegöl ve Dörtyol’un hesabını soracağız’ yazılı pankartta. ATV, bize bu kendine barış anası adı koymuş Kürt kadınların yürüyüşünün ne kadar samimiyetsiz olduğunu kanıtlayıvermiş oluyor bir çırpıda. Hiç de barışçı değilmiş pankartlar. Akıl hocaları olsa ‘rövanşist’ derdi. Düşünün sayın seyirciler, hem barış istiyor hem de yakınlarını linçe teşebbüs eden, dükkanlarını yakan yıkanlardan ve akıl hocalarından hesap sormaktan söz ediyorlar. 

Oysa Türk’le barışmanın tek yolu, biliyoruz ki devlete, yerel idarecilere, askere polise hesap sorma niyetinden bir an evvel vazgeçmeyi şart kılıyor. 
Diyarbakır daha bitmedi elbet. Orada ‘terör örgütü yandaşlarının’ 
gösterilerine da tanık ediyor bizi, değerli haber ajanslarımız. Çoluk çocuk ve gençlerin ağırlıkta olduğu bir kalabalık. Diğer taraftan yürüyüşçüler de dahil olmak üzere hepsi terörist, hepsi teröre yandaş. Diyarbakır halkının büyük bölümünün katıldığı, destek verdiği gösteriler bunlar. Diyarbakırlılar silme terörist, silme terör örgütü yandaşı anlayacağınız. 
Akabinde Dörtyol’da olanlara yönlendiriliyoruz. Nefretle sıvanmış suratlar, yıkılan, yağmalanan dükkânlar, elinde sopalarla Kürt nöbeti tutan bir kalabalık. 

Onların, ‘ilçe sakinleri’ olduğunu öğreniyoruz. Öfkeli milliyetçi gençler, onlar. Kudurmuş sakinleri ilçenin. Sükûnetlerini kaybetmelerinin son derece meşru bir gerekçesi var elbet. 
PKK, dört polislerini şehit etmiştir. Dolayısıyla, Kürtlere ölüm!
Diyarbakırlıların terör örgütü yandaşı olmasıyla Dörtyollu linççilerin ilçe sakini olması arasında elbette çok belirgin bir bağ kuruluyor gözlerimizin önünde. 
Memleketimizin bir bölgesinde rahatlıkla binlerce toplanıp seslerini duyuran terörist bir halk olunca iş Dörtyol’un, İnegöl’ün sakinlerine kalıyor. O insanları sükûnetlerinden koparıp ellerinde sopalar ve taşlarla Kürt avına çıkaran, Kürtlerin teröre olan yandaşlığı. 

Dörtyol’dan biz yansıtılan görüntülerden biri, uzunca tutulmuş. Dörtyol’un emniyet amiri, sesi kısılmış, perişan bir halde görünüyor ekranımızda. Linçe yeminli kalabalığımız, meydanı doldurmuş, gelmesi beklenen BDP milletvekillerini bekliyor. Emniyet güçlerinin bütün ikna çabalarına rağmen bir türlü dağıtılamamışlar. Bunun üzerine bizzat kalabalığa dalan Amir, çocuklarıyla konuşan çaresiz bir baba kıvamında. Çocuklar, diye haykırıyor. ‘N’olur işimi zorlaştırmayın’. Karşısındaki linççiler, ama biz burada olmasak onlar gelebilirdi, mealinde sözler ediyor. “Hayır” diyor amir. “Size söz veriyorum. Onları ilçemize sokmayacağız.” Arada yakaladığı linççilerden birinin başını okşuyor. Onları ne kadar sevdiğini, ne kadar anladığını belirtiyor ikide bir. Linççiler de şımarık kuzucuklar gibi, ‘amaaa..’ diye başlayan cümleler kuruyor, ‘sizin yanınızdayız’ diye bağlılık yeminleri ediyor. Seyretmekte olduğumuz, gerçekten de kan dondurucu. Daha sonra kaymakamın da linççileri öpüp koklamak için alana indiğini göreceğiz. O da bu değerli, milliyetçi, hassas çocukları evlerine yollamaya çalışıyor. Bütün idareciler, o kara kalabalığa ‘size bir zarar gelmesinden korkuyoruz’ kibarlığıyla, kibarlık ne kelime derin bir muhabbet, nemli bir hassasiyetle yaklaşıyor. Eski filmlerde desiseci kötü kadının gırtlağına yapışan yiğidimizi, ‘Değmez, gençliğine yazık’ diye caydırmaya çalışan dostu gibi. 

Onların biraz alkollü milliyetçi, kıymetli gençler olduğunu söylüyor bir büyüğümüz. Hani, delikan damarda durmaz, hesabı. Onlar da haklı olarak galeyana gelmişler. 
Oysa daha güvenilir tanıklardan öğrendiğimiz, linççi kalabalığın önemli ve öncü bölüğünün, MHP’li ülkücülerden oluştuğu. MHP’nin varoluş kördüğümünü çözebilmek için pazarladığı savaşa linçle katkı programı dahilinde, bu şirin ilçemizde yaşanan kalkışma. 
AKP’nin önde gelenlerinin bu incinmiş milliyetçi hassasiyet karşısında boynu dik duramayışları da şaşırtıcı değil. Milliyetçilik sınavında kendileri de son derece iddialılar. 
Defalarca aynı şeylerin altını çizedurduk. 

Bu toprakların düşünce tarihinde belirleyici olan, kendini sunma konusunda zamanlama-katmanlanma farklılıkları olmakla beraber hemen her görüşün saçağı altında buluşuverdiği milliyetçilik inşaatıdır. Açıkça ırkçı faşist söylemin dolayında örgütlenenlerin karşısında hep onları insanlığa davet eden ‘gerçek milliyetçiler’ olur. Onların da milli menfaatler konusundaki kaygılarının dışavurumu pek farklı değildir. O ‘gerçek, insani milliyetçiler’, o menfaatlerin tehlikede olduğunu sezdiğinde meydanı usulca diğerlerine bırakır. Daha vahşi, daha gözü kara olanlara boyun eğme, onların suyuna gidecek tavra bürünme konusunda bu kadar ustalıklı bir halk daha bulabilmek epeyi güçtür. Milliyetçiliğin, bir zamanlar şirin bir reklam kampanyasıyla üretilmiş sıfatıyla, ‘pozitif’ olanı, faşizmin kıyıcılığına, toplu mezarlar ortaya çıkana dek göz yumanlarınkidir. Onlar,  suikastçı bir ülkücü tim olsa da Türk’e dokunulduğunda içi yanıp kıyamet koparanlardır. Onlar, Kürt meselesini, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin çatışması olarak özetleyip tarafsız kaldığını ilan edenlerdir. Onlar, on yıllardır serpilip devleşmiş milli hassasiyetin sözcüleri olarak ister ‘tescilli putkırıcı’, ister ‘mazbut demokrat’ olsunlar, katliam girişimleri karşısında bile ‘hırsızın suçu’nu sorgular. Memleketini çok seven, ne kadar eleştirse de yabancıya toz kondurmayan şirin gönül insanlarının ülkesi işte. 

Milliyetçiliği, bu milletin mayasında bulunan, gerekli ölçülerde hayata yönlendirilirse pek de hoş ve yararlı bir özellik olarak gördüğümüz ve böyle gösterenlere karşı sessiz kaldığımız takdirde başımıza gelecekleri bilmiyor olamayız. 6-7 Eylül olaylarının galeyana gelmiş çapulcuları da aynı hassasiyetin kışkırtmasıyla yollara dökülmüştü. 1978 yılında Kahramanmaraş’ta yüzlerce insanın katledildiği, evlerin dükkanların yakıldığı vahşetin ardından sırıtan da aynı hassasiyet madalyonunun öteki yüzüydü.  92’de Sivas’ta Madımak Oteli’nde 39 kişiyi yakanlarınki de hakeza. Kitlelerin linç histerisiyle sokaklara döküldüğü, kendilerininkine benzer hassasiyet taşıyan Türk hukukunun hoşgörülü kollarında biraz yatıştıkları durumlarla dolu bu toprakların tarihi. 

Dörtyol’da saldırıların başlamasıyla birlikte yoğunluklu olarak yaşadıkları dört mahalleye sığınıp barikatların ardında parçalanmayı bekleyen Kürtlerden birinin gözlerini göremiyoruz. Onlardan birinden dinleyemiyoruz olan biteni. Biz erkek tarafıyız. Bizim kameramız hep linççilerin omuz başında. O barikatın ardında titreşen çocukları, yoksul işçileri hiç merak etmiyor, onlardan haber almaya yeltenmiyoruz. 

Işte ilçe sakinleriyle terör yandaşları arasında taraf olmaya çağrılan halkımın hak ettiği. 
Kullandığımız dil, yaşadığımızın aynasıdır.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam