16/01/2011 | Yazar: Mehmet Şarman

Vizyona girmeden güdük ve sığ tartışmalara yol açan (Atatürk’ün huzurunda alınabilecek mevcut oturma pozisyonları nelerdir?) Hür Adam filminin yönetmeni g

Vizyona girmeden güdük ve sığ tartışmalara yol açan (Atatürk’ün huzurunda alınabilecek mevcut oturma pozisyonları nelerdir?) Hür Adam filminin yönetmeni gala öncesi bir televizyon kanalının spikerine verdiği bir cevapta yaklaşık olarak şunları söylüyordu. “Said Nursi bir kahraman, bu yüzden filmi yaptım. Yani ödleklerin filmini neden yapayım ki, ödleklerin filmi yapılmaz ki, sen de kahraman ol senin de filmini yapayım. (spiker bir an kendini bir at üstünde düşman askerlerine karşı dörtnala koşarken ağır çekimde hayal etmiş midir acep?) Bu tuhaf aynı zamanda söyleyenin hem hayata bakış açısını hem de sinema vizyonunu(!) çok iyi ele veren ifadeler karşısında önce ne düşüneceğimi bilemedim. Kahraman kime denir, peki ödlekten kasıt ne olabilir, diye düşünmek gerekir.

Acaba ödlekten kasıt küçük insan diyebileceğimiz Gogol’un paltosundan çıkıp, Çehov’un külliyatında zirveye tırmanıp, Adornoların, Hannah Arendtlerin felsefesinin temelini oluşturup, Michel Haneke’de esaslı anlamını bulup, Çoğunluk filmini selamlayan o neredeyse her şey olan küçük(?) insan mıydı? Yoksa Willhem Rich’in Dinle Küçük Adam’mı mıydı? 
Yönetmenin mezkur cevabından bu ödlek (küçük) insan mevzusu biraz muamma kalsa da filmin sonunda kahramandan kastın Cesur Yürek filminde William Wallace’un boyunu posunu görüp de hayal kırıklığına uğrayanlara çektiği nutukta “benim yerime dağları titreten, osurunca kıçından şimşekler çıkaran birini mi bekliyordunuz” minvalinde söylenip, toplumun kendi gücünün farkında olmayışına tokat attığı sahnedeki kahraman yanılsaması olduğu kesindi. Yemek yemenin bile aciz kaçtığı, ağlamayan, kaşınmayan, kirlenmeyen, kötülükten ve envai zayıflıktan arınan en önemlisi hiç mi hiç korkmayan daha doğduğunda büyüklük emarelerini üzerinde taşıyan, hatta bir anne karnı içi röntgen filminde dahi vakur duruş sergileyen kıymeti kendinden menkul kahramanlar. O kahramanlardır, bu topraklarda gölgeleri bir hayalet gibi dolaşmakta ve küçük insanın tüm iyiliğini, iradesini sülük gibi çekip kendinde toplayan her şey oldukları için etrafındakilere (bir hiç olma) ancak mürit olabilme imkanını vererek adını tarihe yazanlar. Bizans’a dersini verip, bir ok atışta binlercesini vurup geçiren bu uğurda güzel prenseslerle hemhal olmayı bile görev telaki eden, toplum adına vuruşup o uğurda orgazm olan Tarkanlardan, Kara Muratlara sirayet edip oradan tomurcuk açan bir yanılsamanın sırtında semiren o kahramanlar. Bu kahraman arketiplerine modern kılıf eklemesi olarak yüzündeki her hücrede bir erkeklik tümseğine çarptığımız, ciddiyeti asık suratlarında, asık suratını yasal mermilerin kabzasında taşıyan yasama, yürütme yargının dahi üniter pazusunda mündemiç olduğu Polat Alemdar’ı da ekleyebiliriz. Bu kahramanlardan, neden sonuç zincirini nurlu diyalektikliğiyle alt üst eden iyiliğe programlı mübareklerin sır dolu kapılardan, rüyalar aleminden (Yönetmen yıllar önce Said-i Nursi’yi rüyasında gördüğünü daha filmini yapacak kudrette olmadığını zikretmiştir.) geçen ve Mehmet Tanrısever’in Hür Adam’ına kadar uzanan mesafenin künhüne varmak için tarihin saklı bilgisine, sosyoloji ve psikolojinin geniş külliyatına ihtiyaç vardır. Ancak o zaman bu ve benzeri filmlerin bel bağladıkları hamasi birlik bütünlük senaryoları layıkıyla anlaşılacaktır. Tabi tüm bunların üstüne bir Gladyatör filminin ilk sahnesini andıran Hollywood’tan devrilmiş popülizmi ve şu üç günlük mühlette bu ganimet tarlasından alacağımız her şeyi sığdıralım diye omzuna attığı şişkin yamalı dilenci çıkını açılmış olacaktır. (Said Nursi’nin doğuştan ölümüne kadar neredeyse her şey filme konu olmuş, ve işlenmeye çalışılmıştır.) 
 
Yönetmenin sinemadan çok muhtevayla ilgilenip irşat ve ihya hizmeti adına yaptığı bu filmi kalkıp sinemanın kriterlerine göre eleştirmek kanımca abes. (Aynı durum gerek ilk dönem gerekse son dönem Atatürk filmleri için de geçerli. Bugün bir Kemalist ve Cemaat tartışmasına sahne olan Hür Adam filmi ile Atatürk filmlerinin aynı yapı üzerinde inşa edilmesi de kayda değer bir ironi.) Oyunculuklarından mı, skeç tadında menkıbe deryasından mı, bir şemsiye uğrana ne şimşekler çatıyor Ya Rab! sahnelerinden mi bahsedeceğiz? Kanımca Hür Adam filmi kahramanlık kültü, “milli tarih” ve “hepimiz kardeşiz” fantezisinin alt okumasına oldukça elverişli olup bir dönem İslami romanlarıyla sıkı bir diyalog içindedir.
 
Said-i Kurdi cumhuriyet döneminin en tartışmalı figürlerinden. Ardılı olan onlarca nur cemaati mevcut. Doğru Yol Partisinin arka bahçesi olan Yeni Asyacı’lardan tutun, bugün dünyanın her tarafından örgütlenen Gülen cemaatine (Bu filmdeki Said bana nedense F. Gülen’in alter egosu gibi geldi) oradan Kürt menşeli Zehra cemaatine kadar birçok algı üretmiş bir şahsiyet. Ne Tanrısever’in sandığı gibi bir Türk fetih arenasının ucuz oto gazına, ne kırpılıp biçilip üzerinden bir Kürt milliyetçiliği inşa edilmeye elverişli bir alim.   Ümmetçi fikirleri ve ardında bıraktığı kimilerince bir modern Kur’an tefsiri bırakmış İslamcı bir şahsiyet. Ama gelin gürün ki onun adına iş yapanların ya da ardılı olduğunu iddia edenlerin yaratmış olduğu külliyat birçok ilginç incelemeye değer had-ı zatında.

Kahraman ve büyük adama bu derece odaklanmak küçük insanı, (kahramanların tümü de bu küçük insanlardır neticede) onun ruh dünyasını, çelişki ve zaaflarını da gözden kaçırmaya yol açar. Bunun en iyi örneğini yine toplumsal aydınlatma kaygılarıyla yazılan cumhuriyet dönemin ilk romanları ile bir dönem yoğun bir şekilde çıkan ve yüzlerce baskı yapan, hatta bunlardan biri (Minyeli Abdullah, Hekimoğlu İsmail) yine Mehmet Tanrısever tarafından sinemaya uyarlanan İslami romanları biraz deşersek film daha da anlaşır olacaktır.
Bu romanlarda birey doğuştan sağlam (siz tam bir mümin olarak anlayın) bir fıtrata sahip pir û pak bir varlık olarak ele alınır. Ama ne yazık ki zaman kötü zaman olup fitne ve fesat her tarafı kuşatınca bireyi baştan çıkaran birçok şey olur. Dünya malı, kadın, içki kumar, dış mihraklar ve Kur’an düşmanları gibi bir doksan dokuzluk tespih misali uzanıp giden bu listedeki şeytan aletleri ile çarpışmayı ve onları kurgusal bir dünyada alt etmeyi kendilerine gaye biçmişti bu romanslar. (Bkz. Emine Şenlikoğlu, A. Günbay Yıldız, Şule Yüksel Şenler, Hekimoğlu İsmail) Tüm bunları bir müddet kabul etmeyi denesek dahi kitaptaki karakterler o kadar şablonvari o kadar ruhsuz ele alınıyordu ki yazarın insana onun doğasına ne kadar yabancı olduğu ayan beyan otaya çıkıyordu. Bu psikokomedilerin en çok işlediği mevzu ise başı açık kandırılmış kızlardı. Romanın girişinde başı açık bir kadın gelişme bölümünde çıkan şiddetli fırtınadan saçları bozulunca çareyi romanın sonlarında kapanmakta bulurdu. Böylece bir an dış sebeplerin uzaklaştırdığı o ebedi huzura rücu ederdi kişi. Tüm bunlar olurken insanlar iki cümle arasında, kilometrelerce mesafeyi bir miraç Burak’ı hızında kat edip şok edici değişimlere uğruyor, hemen ikna olup 360 derece dönebiliyordu. İnsandan çok insan müsveddelerini andıran bu karikatürler doğal olarak dindar muhafazakâr kesimin en çok okuduğu romanlardı. Bugün Hür Adam filmine baktığımızda filmde hareket aksiyon, diyalog varken insan olmadığını görüyoruz. Tıpkı bu romanlarda olduğu gibi. Çünkü insan doğasına yabancı olunca ve ödleklerin filmi yapılmaz diye ikrar edilince insanı anlatmazsın. Hür Adam gibi insansız filmler sadece muhafazakâr kesimin filmleri değildi tabi ki. Yeşilçam’ın birçok filminden tutun milli bir görevle icra edilen hamasi bütün senaryolarda karşımıza çıkabilir bu problem.
Yukarıdaki açıklamalardan sonra birkaç şey sormak lazım. Said-i Nursi’nin etrafındaki talebelerin hangisinin izi kaldı bizde, kimdi o yuvarlak masa etrafında komik ucuz dış mihraklar? Neden hep kötüye meyilliydi o kötü adamlar? Ve bu kötülüğün nesnesi neden hep biz madunlardık? (Atütürk filmleri için de bu vb yüzlerce soru sorulabilir) Kötü olmak için sadece karpuz yemenin bile yeterli sayıldığı Erol Taşlı, gazoza sevdalı Nuri Alçolu ama insansız bir Yeşilçam film kültürü ile beslenmekte ısrar edip onun dışına çıkamayan muhafazakâr sinema ile milliyetçi oradan ulusalcı sinema üstüne üstelik kahramanlık batağına saplanmışsa sanat ve edebiyat adına ancak böyle facialara imza atabilir. 
 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam