25/03/2011 | Yazar:

Gelip kondu bir güvercin ellerine o gece Kırmızı bir çelenk oldu bileğinde kelepçe

Gelip kondu bir güvercin ellerine o gece
Kırmızı bir çelenk oldu bileğinde kelepçe
Bir soğuk yel eser üşür ölüm, ölüm bile
Anlatır akan kanı beyaz sesiyle.
(Ahmet Kaya, Üşür Ölüm Bile)
 
“Kolay bir süreç değil yaşadıklarım… Ve ailece yaşadıklarımız. Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu. Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında. O noktada hep çaresiz kaldım. ‘Ölüm-kalım’ dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımı tehlikeye atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bir yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım…”
 
Hrant Dink, “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği”, 19 Ocak 2007
 
Ağır çekim bir film karesindeyiz: Kocaman bir adam, yanına yaklaşmaya çalışan kılıksız genci görmeden hızla ilerler. Birkaç dakika içinde upuzun kara bir silah sesi duyulur. İri yarı adam yere yıkılır aniden. Genç hızla uzaklaşırken, adam yerde bir kan gölünün ortasında kalakalır. Etraf ana baba gününe döner ilk on beş dakikadan sonra. O uzun on beş dakika boyunca yaşlı adam, yerin buz gibi soğuğunda yapayalnız yatar. Ölümün soğukluğuyla arasına giremez kalabalıklar. Arkası polis arabalarının çığırtkan sesleri, acı dolu haykırışlar ve kalabalığı yaran birkaç insandır. Sıradan bir 19 Ocak gününü bir insanın ölüm yıldönümüne dönüştüren bu kara olay 2007’de gerçekleşir. Agos gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink kalabalıkların tam ortasında tek başına yerde yatmaktadır. Birkaç yıldır süren bir linç kampanyasının hedefi olan Hrant Dink, kalabalıklarda yalnızlaştırılmasının nihayetinde başka bir kalabalığın içinde sinsi ölümün kurbanı olur.
 
Herhangi bir sözlükte linç: “birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak taş, sopa gibi araçlarla döverek öldürmesi” olarak tanımlanır. Esasında linç, kitlesel bir kalabalığın tek bir insanın üstüne sebepsiz yere saldırması girişimidir. Agos gazetesinin -önünde- öldürülen Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, böyle bir katliam sonucu gündüz vakti işyerinin kapısından içeri girmesine 10 adım kala planlı, talimatlı bir suikast sonucu öldürüldü. Uzunca süren bir linç kampanyası içinde, “Ermeni” olduğu sebep gösterilerek, kitlesel bir nefretin hedefi olarak gösterildi. Öldüğü gün kaleme aldığı son yazısında belirttiği gibi, kimseleri planlanmış kaderine ortak etmek istemediği için tek başına gittiği mahkemelerde bir ‘Ermeni’ olarak Türklüğü aşağılamadığını ispat etmeye çalışırken, o mahkemelerin kapısında yumruklanmaya çalışıldı, hakaretlere uğradı ve burnuna dayanan mikrofonlara beyefendi bir tavırla yok bir şey gibisinden kalender açıklamalarda bulundu. Sonrasında yayınlanmadı bu açıklamaları televizyonlarda, gazetelerde.
 
Zira o onda orada bulunan kameralar ondan ziyade, onu linç etmek üzere oralara gönderilenlerin yarattığı patırtının heyecanını yansıtmayı “flaş flaş” yapmayı uygun görmüşlerdi. Kimi günler birkaç cümlelik haber, kimi günler manşet oldu Hrant Dink. Ne söylediğinden ziyade, söylediği cümlelerin içinde yer alan “Ermeni” kelimesine, kendi Ermeni kimliği üzerinden vurgu yapıldı. Kalabalıkların içinde tek başına üstüne saldırılarak öldürüldü ilk önce Hrant Dink. 19 Ocak 2007’den çok önce işyerinin kapısına, yaşadığı yere ve hatta gazetesinin içine giren kimliği belirli belirsizler tarafından çok önce öldürüldü. Güpegündüz vurulmadan çok önce, her gün yalnız bırakılarak, rutin geçmiş olsunlar dilekleriyle tek başına bırakılarak içine sokuldu bu linç kampanyasının. Şimdilerde “linç kültürü” denilen yargısız infaz ülkesinin katil yargıçlığına soyunan, cenazesine “dostane bir tavırla” teşrif ederek timsah gözyaşları akıtanlarca çok önce öldürüldü aslında.
 
Bu Seçimden Önce Gelmeli Adalet
 
Tıpkı 2001 yılında dostane bir arkadaş toplantısında içini dökerken bir anda yuhalanan ve birkaç gün içinde ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan Ahmet Kaya gibi “dostane bir ülke sevgisi” altında linç edildi. Bu ülkeyi ondan daha fazla sevdiğini şiddetle, hakaretle, kan dökerek gösteren kişilerce ölüme gönderildi. Bu ülkeden gidersem yaşayamam diyen Hrant Dink misali, bu ülkeden gidince yaşayamadı Ahmet Kaya. Bu ülkenin derdinden hasta oldu, yüreği kaldırmadı ve öldü. Soğuk bir kış günü kafasındaki soru işaretlerini, güvercin tedirginliğini bir yana bırakıp aceleyle işine koştururken sokak ortasında vuruldu Hrant Dink. Arkasında bir kan gölü ve tanımadığı bir kalabalık bıraktı. O isimsiz kalabalık cenazesinde, onu linç edenleri kotaranlarla birlikte yürüdü. Bugün Hrant Dink katledileli 4 yıl geçti. O önde yürüyenler, bugün hâlâ o kalabalığın bir yerinde pusuda bekliyor. Onun davası ise, hiçbir santim kat etmeden başka teatral linç girişimlerine sahne olarak 4 yıldır sürüyor. Sonuç; “masum katil” çok yakında aranıza dönebilir, az sonra flaşlarıyla ilerliyor.
 
Dün cenazesinde en önde yürüyenler, bugün hızlı seçim kampanyalarında en önde koşturuyor. Belli ki aceleleri var; haklıdırlar elbette, failleri bilinen bir cinayet ancak böyle faili meçhul kılınır. Biraz gecikirlerse, silah uzattıkları aracılarının yanındaki yerleri doldurmaları içten bile değildir. Zira adalet, ancak kılıksızlara silah uzatanların aracılığını yapan, yaptıran kılıklı/pejmürdelerin ardını görmekle gelir. İnşallah bu bahardan önce, bu ülkenin dört bir yanına gelmeyen adalet, Hrant Dink’in adım adım kaleme aldığı “geliyorum” diyen cinayetinin ardında yatan sisin aydınlanmasıyla gelir.
 
Bu bahardan önce, kış bitmeden, aydınlık günler Hrant Dink davasından yükselecek adaletle gelir. Gelir inşallah, bu bahardan önce adalet Hrant Dink için kendi gücüyle gelir. Onun hâlâ “buradayım” diyen ruhunu yansıtan yazılarının işaret ettiği yerden gelir. Onun yazılarını yazdığı yerin gücünün, oraları “zapturapt edenleri” ayıklanmasıyla gelir. Her mekânda renk değiştiren bukalemunların asıl renginin gün ışığında aydınlanmasıyla gelir zira adalet. Ancak böyle gelir… İnşallah gelir. Kimsenin iznini beklemeden gelir.


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam