15/09/2010 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Hrant Dink kimdi, ne için ve nasıl yaşadı? Hangi şartlar altında yaşamını sürdürdü ve hangi ilkeler için ölümle boğuştu?

Hrant Dink kimdi, ne için ve nasıl yaşadı? Hangi şartlar altında yaşamını sürdürdü ve hangi ilkeler için ölümle boğuştu? Ondan geriye kalanları nasıl okuduk? Ondan sonra Türkiye’deki Ermeniler ne yaptı? Hangi noktaya geldiler? Hükümet ne yaptı?
 
Hrant Dink’i yazmak. Başlı başına zor bir uğraşa girmek yani. Bunun birinci nedeni Hrant Dink’i hayatta tutan irade olamamışlığımız. Belki de hepimizin cinayetin geliyorum dediği zamanlarda bunu Türkiye’nin rutini olarak görmemiz. Aydınların tehdit edilmesinin bir sıradanlık göstergesi oluşu. İkinci nedeni ise ölümünün hesabını sormayı bir türlü tamamen becerememek… Silivri’deki veya Türkiye’nin farklı cezaevlerinde ya da serbest olan bu ülkeye verilmiş ceza niteliğindeki adam ve kadınlara hesap soramamak. Cemaatle içselleşmiş ilişkisi bulunan polislerle kol kola gezen katillerden hesap soramamak. Bu bir vicdan azabı yazısıdır, verilen sözleri tutamamakla ilgilidir.


AİHM Hrant Dink'in ölümünde Hükümeti sorumlu buldu...
Karşımızda duran fotoğraflar ailemizin fotoğrafları olduğunda geçmişe dair özlemlerimiz canlanır. Onlara dair anılarımız, bizi biz yapan tarafımızı anımsamaktır biraz da eski fotoğrafların tanıdık simalarına bakmak. Bazı fotoğraflar o aile fotoğraflarına benzemez. Tüm dünyaya karşı görece küçük çevresiyle yalnız bırakılmış adamlar görürsünüz ve size geçmişi değil nasıl bir gelecek istediğinizi hatırlatır o fotoğraflar. Ben bugün Hrant’ın yüzüstü yatan fotoğrafına bakmak istemiyorum. Radikal’in web sitesinde beni karşılayan ve sizin de şu anda görmekte olduğunuz o fotoğraftaki Hrant Dink bizim bu ülkeye bakışımızı özetlemeli: Kaygılı.

Kararın ardından gelen sancılı süreç
Biz kaygılıyız. Hrant Dink’in ölümünü getiren süreci düşündüğümüzde daha da kaygılı olmak için birçok sebep buluyoruz hatta. Yine de 14 Eylül 2010 günü Taraf gazetesinde yer alan Tuba Çandar röportajında yer alan kimi bilgiler de kaygılı olmamız için bize onlarca gerekçe daha sunuyor. Ne diyordu Çandar röportajda: “Yargıtay, mahkûmiyet kararını onaylayınca, Hrant büyük bir çöküş içine giriyor ve hayatının son altı ayını çok tedirgin yaşıyor. Hâlbuki Hrant’ın son üç yılı yargının kıskacında geçmişti. Ama o, Yargıtay kararına dek, hakkında süren davayla ve suçlamayla ilgili çok da tedirgin olmuyor. Çünkü Hrant masumiyetinden emin.”

Hrant’ın masumiyetinden şüphe duymasını sağlayabilecek kadar büyük bir güç var mı Türkiye’de? Var. Türkiye’de kurucu ideolojinin hastalıklı mantığı ile yoğurulmuş olan yargı sistemi baştan sona insanlara “suçlu” sıfatını yıkmak ve aydınları yok etmek için kurgulanmışçasına çalışıyor. Tıpkı bugün Başsavcı’nın yaptığı açıklamadaki gibi değişmeye de hiç niyetleri yok.

Dink’i ölüme yollayan devlet ve hükümettir
Hrant Dink'in ölümü Türkiye'de hiçbir zaman bir arada düşünülmeyen kimi kültürlerin ortak tavrına yol açmıştı.

Hrant Dink’in ölümüne giden yolu açan Agos’ta hazırladığı “Ermeni Kimliği Üzerine” başlıklı on bir bölümlük bir yazı dizisi, uzmanlara göre. Hrant Dink’in ölümüne giden yolu açanların kim ya da ne olduğu hakkında konuşmak daha doğru geliyor bana. Katillerin bahaneleri vardır. Aslında Küçük İskender’in Sarı Şey kitabının ilk şiiri “ucube” bir kısmıyla konuya açıklık getiriyor. Sözü burada ona bırakmak en sağlıklısı:

“Seri katil Carl Panzram der ki, ‘Kendimi düzeltmek istemiyorum. Tek arzum beni düzeltmek isteyen insanları düzeltmek; onları düzeltmenin tek yolunun da onları öldürmek olduğuna inanıyorum. Benim düsturum şu: Hepsini soy, hepsine tecavüz et ve hepsini öldür.’ Bir cani ile bir devlet arasındaki benzerlik, herkesin benliğinde bir totaliter rejim hevesini baskı altında tutması. İnsanlar ve kurumlar kendilerini ifade için daima bir enstrümana ihtiyaç duyar; bir besteciye müzik aleti, bir doktora tıbbi malzeme, bir katile bedeni ve karşısındakine zarar vereceği nesne, bir devlete ordu, derinleştirilmiş kadrolar, din ve faşizm lazımdır.”

Küçük İskender’in konuyu böylesine rahat özetleyebilmesinin nedeni bu coğrafyada yaşaması değildir de nedir? Düşünenlerini böylesine çabuk harcayan kaç coğrafya var? Düşünceye yönelik cinayetlerin bu kadar yaygın ve rutin olduğu bir ülkede yaşamayı hangimiz seçtik? Bu nasıl bir seçim ki her gün gözümüzden yaş olarak akmayı başarıyor?

Peki sorumlu kim?
Hrant Dink cinayetinin tek sorumlusu olarak statüko ve Ergenekon’u göstermek var olan Türkiye koşullarında hem suçu hafife almak hem de kimi suçluların işten paçayı ucuz kurtarmasını sağlamak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin valisinden emniyet müdürüne, belediye başkanından İç İşleri Bakanı’na kadar birçok makamındaki insan bu cinayetin ortağı.

Polisin özellikle süreç dahilindeki umursamaz tavrı cinayetin kapısını en ama en ağır biçimde aralayandır. Türkiye’de var olan milliyetçi havanın yanı sıra bu damarı okşamakta hiçbir zaman çekince duymayan Hürriyet gazetesi ve o dönemki yazarı Emin Çölaşan konunun en ama en acıklı örneğini sergilemişti. 24 Şubat 2004 tarihli yazısında Çölaşan, “Bir gün Sabiha Gökçen’in sırtından böyle oyunlar oynanacağı ve Ermeni ilan edileceği hiç aklıma gelmezdi” diyor. Aslında süreç tam da o gün işlemeye başlıyor. Türkiye’nin en çok okunan gazetesinde çıkan bu tarz bir yazının yarattığı gerilim tırmanıyor. Sabiha Gökçen’le başlayan hesap Hrant’ın duruşmalarına gidip gelmeye başlayan Veli Küçük’le artık rayına oturuyor. Katiller saflarda yer tutmaya başlıyorlar. Cinayet saati yaklaşıyor. Suçlular suç mahaline karar vereli çok olmuş durumda.

Cinayetin Sloganları: “Ya sev ya terk et”, “Bir gece ansızın gelebiliriz”
Çandar’ın verdiği söyleşiden şu bölümü de aktarmakta fayda var. Hrant’ı ölüme götüren medyanın milliyetçi pervasızlığı olduğunu artık hepimiz kabul ediyoruz.

“Hrant’ın yargılanma sürecinde basında müthiş bir karalama kampanyası sürdürülüyor. Ama köşe yazarları arasında altın vuruşu Çölaşan yapıyor. Yoksa Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Dünden Bugüne Tercüman, hatta Radikal… Bunların hepsinde çıkıyor yazılar. Mehmet Ali Kışlalı, Oktay Ekşi, İlhan Selçuk, Hasan Pulur, Emin Pazarcı, Deniz Som, Melih Aşık Sabiha Gökçen haberini ele alan yazılar yazıyorlar. Tabii bu arada ana akım medyada haber sayfaları da devreye giriyor. Hele bir de lümpen milliyetçi medya var ki, onlar artık maymun, köpek benzetmeleri yapıyorlar ve “Hrant’ın hırlayışı” başlıklı yazılar yazıyorlar. Basın, Hrant’ın şahsına yönelik bu hedef gösterme kampanyasını başlattığı sırada da, Ülkü Ocakları gelip Agos’un önünde gösteri yapıyor. “Ya sev ya terk et”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” gibi korkutucu sloganlar atıyorlar. Hepsi iç içe geçmiş şeyler bunlar.”

Tam bu noktada düşünülmesi gereken şu. İç içe giren bu ağın içerisinde aşırı milliyetçiler, askerler, polis, islamcılar, yaygın basın var. Kısacası bu organize bir cinayet ve içinde Radikal gazetesinin dahi bulunduğu bu suç şebekesinde bir durum var. Hiçbir şekilde Dink’in yargı karşısında bir sanık olarak alacağı durumu önemsemiyorlar. Hem yargıyı hem Hrant’ı ciddi bir baskı altına sokuyorlar. İşin asıl sıkıcı kısmı da bu. Dink’i suçlu ilan eden yargıya gerek kalmadan Dink suçlu ilan edilmiş oluyor. Üstelik Çölaşan’ın yazısı da suç ilanının ta kendisi sayılabilir.

Peki Hrant’ı farklı kılan neydi?
Hrant Dink’i farklı kılan neydi? Bu soruya cevap vermeden önce Burak Cop’un bugün BirGün’de yayınlanan “Agos’a AKP’yi desteklemek yakışıyor mu?” sorusunu sorarak girmekte fayda var. Her şeyden önce Hrant Dink sol görüşlü bir aydın. Birileri O’nu sadece AB’ci olarak hatırlatmak istese de Hrant Dink bu ölü çocuklar coğrafyasının eşitlik isteyenlerinden. O’nun dönemindeki Agos’la ondan sonraki Agos’ta gelişen söylem farkı ve liberalleşme eğiliminin altında da Etyen Mahçupyan gibi bir ismin O’ndan aldığı dava bayraktarlığını rezil edişinin arkasında da ikisinin arasındaki bu derin fark yatıyor.

Sol görüşlü bir isim olan Hrant Dink’in yazıları ve sürece bakış açısı insan ve vicdan düzleminde şekilleniyor. Ermeniler’e içinizdeki Türk algısını yıkın dediği yazıda Türklüğe hakaret unsuru bulunan Dink’in dilinden konuşmayan onca insan bugün Hrant’ın mirasını sahipleniyor. Dahası Hrant’ı Türklüğe hakaret ve propagandistlikle suçlayan AKP ile kol kola geçmekten de utanmıyorlar. Özellikle de Mahçupyan ve tayfasının AKP’ye olan sürekli desteği bu mirası sahiplenenlerin acaba Hrant’a mı yoksa makamlarına mı saygı duydukları sorusunu akla getiriyor.

Türkçülük ve ırkçılık konusunda MHP’den farkı kalmayan, çük gezgini iktidar partisi ile kol kola gezen bir iktidarın tüm politikaları eleştirilirken Hrant konusunda AİHM’yi ve benzeri durumları hükümetin aleyhinde oldukları için görmezden gelen ya da normalde yaptığının onda biri puntolarla verenler için Hrant Dink sadece bir araç halini almış durumda. Tam bu noktada bir hatırlatma yapmakta fayda var. Dink’i bu kadar değerli yapan farklı söylemi ve duruşuydu. Dink’i bugünlerde sıradanlaştırmaya çalışıyorlar ve bunu çok hızlı yapıyorlar. Dink’in davasının peşini bırakıp başka davaların peşine takılan gazeteler AİHM gibi mevzuları sonradan sayfalarına taşıyorlar.

Bu noktadan sonra düşünülmesi gereken şu. Hrant Dink kimdi, ne için ve nasıl yaşadı? Hangi şartlar altında yaşamını sürdürdü ve hangi ilkeler için ölümle boğuştu? Ondan geriye kalanları nasıl okuduk? Ondan sonra Türkiye’deki Ermeniler ne yaptı? Hangi noktaya geldiler? Hükümet ne yaptı? Devletin milliyetçi mekanizmaları ne kadar kırıldı? Hrant’ın arkadaşlarının vicdanlılığını kaçımız eşit oranla gösterebildik? Kaçımız Hrant’ın arkadaşlarıyla beraber sorular sorup bakanlıklara yolladık?

Tüm bu sorulara vicdanen rahat biçimde cevap verebiliyor muyuz? Şener Eruygur’un, Celalettin Cerrah’ın, Veli Küçük’ün, Beşir Atalay’ın geceleri rahat uyuyup uyuyamadığını bilemiyoruz. Bildiğimiz şu: Biz rahat uyuyabileceğimiz, sokaklarında aydınların katledilmediği bir ülke istiyoruz. Bu ülkenin katillerle kol kola girilmeden kurulması gerektiğinin farkında olmalıyız. Yoksa yarın birileri için daha çok geç olabilir…

Söz biterken
Hrant’la ilgi bir şeyler söylerken toparlamak zor oluyor; ama onun çok sevdiğim bir sözüyle noktalamak en doğrusu olur belki de:

“Biz başkalarının bedel ödeyerek, kan ve ter dökerek kurdukları cennetlere değil, yaşadığımız cehennemi cennete çevirmeye talibiz.”

Doğum günün kutlu olsun...


Etiketler: yaşam
İstihdam