08/11/2010 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Muhafazakârlaşma bir ülkenin tecrübe ettiği değil, bir toplumun başına gelen bir şeydir.

Muhafazakârlaşma bir ülkenin tecrübe ettiği değil, bir toplumun başına gelen bir şeydir. Türkiye'de her katmanda yaşanan farklılıkların yok edilmesi ve baskıcılığın normalleştirilmesi süreci burada ne yazık ki her zaman var olan muhafazakâr damarın da beslemesiyle hedefine neredeyse ulaşmış durumda. Heteroseksüellerin, militaristlerin, kısaca eril sistemin tüm aygıtlarının müthiş iş birliği ile sokaklar kadınlara, eşcinsellere, çocuklara, silahlanmayanlara çoktan kapanmış durumda.
 
Sokakları çoktan insana yasaklanan ülkemde üniversiteler tam anlamıyla olmasa da kurtarılmış alanlar gibi. Zaten kamusal alan dahil birçok tartışmanın bu kurumlar üzerinden yürümesinin sebebi de bu açıklık hali. Dahası Herbert Marcuse'un değindiği üzere üniversite gençliği kapitalizmin ve militarizmin tüm aygıtlarının karşısında en esaslı duruşu uygulayabilme potansiyeline ulaşmaya en yakın duran kesim. Ben de 1960'ların kanaat önderi Marcuse'un bakış açısını mücadelemize yansıtarak bir kısım önerilerde bulunmaya çalışacağım.
 
Bugün Türkiye'de “Eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir” diyenler için üniversiteler mücadelenin en sağlam başlangıç noktaları. Üniversiteleri böyle övmenin çok da doğru olmadığı ortada. Hâlâ Devrim Tarihi derslerinde top ve tüfeklere övgü düzülen üniversitelerde öğrenciler de en az müfredat kadar tutucular. Bu sene Bilkent Üniversitesi'nde gerçekleşen eşcinsellere yönelik saldırı da bunun açık bir kanıtı. Peki ne olacak? Özgürlükçülüğüyle övündüğümüz kurumların yetiştirdiği öğrencilerin homofobi veya heteroseksizm ile bağını nasıl keseceğiz? Cevap açık, örgütlenecek ve dolapta sakladıklarımızı sokağa dökeceğiz.
 
Örgütlen, Hareket Et ve Gülümse
Sosyalist örgütlenmelerde de, apolitik örgütlenmelerde de gözlemlenen en büyük problem gülümseyememe ve mücadeleyi ya da amacı “görev” olarak algılama durumudur. Belki de tam bu noktada hepimizin sorması gereken bir soru var: “Ben bu mücadelede bir gruba aidiyet ihtiyacımı tatmin etmek için mi bulunuyorum, yoksa gerçekten dünyaya olan aidiyetimi ifade etmemin doğru yolu bu mu?” Aslında her iki hal arasında içsel bir ilişki bulunuyor; ancak bu ilişkiyi kurarken, ikinci soruya evet cevabını vermek ön koşulumuz olmalı. Özellikle sosyalist örgütlenmeden haberdar olanlar bilirler ki bu örgütlenmeler eril çarkın en ağır biçimde işlediği yer bu örgütler olmuştur. Bireyler arası gündelik ilişkilerden cinselliğe kadar her konu üstünde bu tarz örgütlenmelerde hiyerarşik üstünlük sağlayanların müdahale hakkı vardır. Bizim örgütlenmemiz işte bu müdahil hiyerarşiyi kıran, kendi içerisinde “örgüt” kelimesinin bize çağrıştırdığı o militer halden uzak, yine de en disiplinli örgütten daha bilinçli hareket eden bir karakter taşımalıdır.
 
Meşruiyet ve Ortak Çalışma
LGBTT'lerin en büyük problemi yasal meşruiyettir. Devletin sokaklarında görmek istemediği birey kocaman bir kafeste yoksayılarak yaşamaya mahkum edilir. Üniversiteler çoğu açıdan bu çarkın kırılabildiği ortamlar olmakla beraber özellikle 2000'lerle beraber artan toplumsal cinsiyet çalışmalarına ev sahipliği yapmaktadırlar. Kısacası ortada kurumsal bir mücadele vardır. Bu toplumsal cinsiyet araştırma merkezlerinin çoğu mücadelelerini kadınlar üzerinden yürütseler de toplumsal cinsiyet olgusuna vurgu yapan kurumların sayısı da azımsanamaz. Eğitimime devam ettiğim İzmir Ekonomi Üniversitesi'ndeki EKOKAM bu merkezlerden biri. EKOKAM klasik bir “kadın çalışmaları” merkezi değil. Konuyu özellikle de “erkeklik” ve “toplumsal cinsiyet” üzerinden irdeleyen bir merkez. Bu tip merkezler yapıları ve kurumsal sıfatları itibariyle yönetimden maddi ve manevi destek gören itibarlı kuruluşlardır. LGBTT'lerin üniversitelerdeki örgütlenmelerinin iki ayaklı olması gerektiğini savunduğumdan, bu tür kuruluşlarla yapılacak işbirliklerinin düzenlenecek toplantılar ve etkinliklerde maddi, manevi, akademik desteğin sağlanması açısından şart olduğu inancını taşıyorum. Dahası üniversiteler özgürleşme için bir başlangıç alanı olduğundan uzlaşmacı tavrın taviz vermezlikle birleşmesi için atmamız gereken en önemli adımlardan birinin de bu olduğu ortada.
 
Peki neden meşruiyete ihtiyaç duyuyoruz? Bu soruyu cevaplarken LGBTT kimliğini değil üniversite öğrencilerinin profillerini sorgulamakta büyük yarar var. Çevre ile ilgili en basit örgütlenmelerin bile hiçe sayıldığı bir ortamdayız. Akademi 68 kuşağının mirası olan akademi değil. 12 Eylül'ün mirası olan öğrenci profilinden bahsediyoruz. İşte bu yüzden meşruiyet şart; ancak bizim amacımız kendimizi öğrenci dekanlığına ya da rektöre değil, öğrencilere tanıtmak.
 
Öğrencilerle Sıcak Temas
Örgütlenmenin en sıkıntılı kısmı bir araya gelmektir. Hepimiz biliyoruz ki LGBTT'lerin en önemli problemlerinden biri de bu “bir araya gelme” sorunu. Her şeyden önce çok farklı siyasi görüşler taşıyan, farklı etnik gruplardan gelen bireyler için LGBTT örgütlenmelerinde “eşit söz hakkı” şart. Özellikle üniversite gibi tartışmanın sürekli biçimde kısır döngü halinde de olsa var olduğu ortamlarda LGBTT gruplarının tutum ve tavır konusunda belirli prensipler edinmesi şart.
 
Özellikle son yıllarda 1 Mayıs ve benzeri etkinliklerde LGBTT aktivistlerinin katılımı medyada ve siyasi çevrelerde yankı buluyor ve takdir topluyor. LGBTT'nin muhatap aldığı kesim devlet ya da hakim medya değildir, bu açık. Bu nedenle LGBTT'lerin üniversite içindeki aktivitelerinde de böyle günleri kaçırmaması, bugünlerde bir sivil toplum inisiyatifi olarak var olmaları, vicdani ret grupları gibi gruplarla dirsek temasını hiçbir zaman aksatmamaları hatta bu gruplarla sürekli ortak çalışmalar yürütmesi öğrenci hareketi için de kamusal var oluş açısından da önemli bir şans.
 
Peki bu bugün uygulanmıyor mu? Ne yazık ki bu uygulamaların özellikle de siyasi partilerin örgütlerin tek eline alındığı bir dönemde yaşadığımızı hatırlamamız şart; ancak unutmamak gerekir ki devir sivil toplum devri ve siyasi partilerin kokuşmuş hiyerarşisi karşısında sivil örgütlenmelerin şansı çok daha fazla. Biz elbette çıkıp devletin bayramlarını kutlamayacağız, biz halkın bayramlarında muhatap olduğumuz kesimle omuz omuza vereceğiz. Mücadeleye samimiyetini kazandıran da işte tam da bu duruş olacak. Hiçbir siyasi parti gibi “eyleme katılma zorunluluğu” oluşturmamamız şart. Eylemcilik gönüllülük esaslı bir karaktere büründürülmeli ve klasik tabirle özendirilmeli. Çünkü var olduğumuz her eylem, destek verdiğimiz her mücadele yargıların yıkılması konusunda atılacak bir adımdır. Savaş karşıtları, emek örgütlenmeleri, vicdani retçiler, çevreciler, hayvan severler, sanat gönüllüleri... Tüm bu gruplar bizim potansiyel yol arkadaşlarımız olmalı. Eylemciliğimiz bağırmak değil üretmek üzerine kurgulandığından bu grupların aktivitelerinde de gönüllü olarak yer alabilmeliyiz. Zaten kamusal alanda kabul alma ve katılımın temel şartını bu her grupla olan içsel bağımızla yerine getirmiş olacağız. Biz bir amaç için bir arada olsak da tek amacın ötesinde sorumluluklar ve duyarlılıklar taşıyan bir kitle olarak imeceyi grup felsefemiz haline getirir ve bu duruşu genişletirsek başarıya ulaşmamamız için bir neden göremiyorum.
 
Sözün Özü
Kampüste var olmak sorun değil, kampüste varlığını hissettirmektir esas olan. LGBTT grupları renkli ve gülümseyen bir grup anlayışına hep sahip oldu. Üniversitelerdeki yeşil parkalı ya da beyaz çoraplı çocuklara göre çok daha şanslı olduğumuz ortada. Çünkü yönetmeye ya da yönetilmeye değil eşit ve insanca yaşamaya talibiz. Bizi biz yapan şeyleri yitirmeden; ama dünyaya gözlerimizi açıp, toplumu ilgilendiren ve insanların üstüne düşündüğü tüm konular hakkında bir duruş edinerek önce bir kanaat grubu karakteri kazanmamız şart. LGBTT'ler kendi meselelerinin ötesine geçebilecek kapasiteye sahipler ve bunun tam zamanı. İşte bu nedenle LGBTT'ler tüm bireylere tamamen açık, iç dinamiğini de buna göre oluşturan gruplarla üniversitelerde ilk kez olmasa da bir ilk kadar ses getirecek biçimde özgürlük için bağırmalıdır: “Biz varız!”
 

[[http://www.kaosgl.org/icerik/kaos_gl_114_sayisi_ile_karsinizda|Kaos GL 114. Sayısı İle Karşınızda]]

[[http://kaosgl.org/icerik/lgbt_ogrencilerin_akademik_ve_politik_mucadelesinin_kusbakisi_gorunumu|LGBT Öğrencilerin Akademik ve Politik Mücadelesinin Kuşbakışı Görünümü]]


Etiketler: insan hakları, eğitim
nefret