17/06/2010 | Yazar: Koray Sal
Yükseklerdeyim… Kocaman bir tepeyi aşıyor adımlarım. Rengarenk çiçekler etrafımda dizili.
Yükseklerdeyim… Kocaman bir tepeyi aşıyor adımlarım. Rengarenk çiçekler etrafımda dizili. Pelinler, papatyalar, gelincikler… Aklımda ne var hatırlamıyorum bile, ama belli ki dertliyim yine. Kim bilir belki de yine eski sevgiliyle geçen bir anlaşmazlık neticesi sadece…
Ağır ağır yürürken gözüme bir şey ilişiyor otların arasından, küçük, nahif ama inadına kıpkırmızı yapraklar… Kan damlası gibi, ama değil. Kırmızısı o kadar alımlı ki küçüklüğüne rağmen onca renk cümbüşü çiçeğin arasından ben buradayım diyor adeta.
Seviniyorum… Fark edebildim çünkü. Artık varlığını biliyorum, onun bir değeri, ayrı bir mekanı var artık yüreğimde. Keşke diyor insan, keşke herkes fark edebilse… Belki bir çiçeği, belki söze dökülmemiş bir sevgiyi, belki de karşılıksız verilmiş bir emeği… Keşke fark edebilse tüm insanlar.
Düşünüyorum… Fark edilmemiş sevgilerimi, emeklerimi… İçini sızlatıyor insanın değil mi? Derken acaba diyorum, ben de mi fark edemedim vaktiyle bazı şeyleri? Ürperiyorsunuz o zaman da…
Küçük ama kıpkırmızı çiçekli bitkiyi olduğu yerde bırakıp yoluma devam etmek üzere doğruluyorum.
Tam o anda bir kanat sesi… Çok yakınımdan hem de. Ne bir kuş kanadı kadar sesli, ne de bir kelebek kanadı kadar sessiz… Şaşkınlıkla başımı çevirdim ki ne göreyim, Apollo… evet, bu en büyük kelebeklerden biri olan Apollo’dan başkası değil. Aman Tanrım! İnanılmaz bir güzellik. Nefesim tutulmuş halde sadece bir iki adım atabiliyorum. O ise hâlâ dans ediyor karşımda. Derken yorulmuş olsa gerek, bir çiçeğin tepesine konuveriyor. Kalp atışlarımın sesini halen duyar gibiyim. Birazdan usulca ilerleyip, Apollo’yu yakından görecektim. İlerledim, nefes almaya korkarak. Derken nihayet yakınlaşabildim.
Tam o anda bir kanat sesi… Çok yakınımdan hem de. Ne bir kuş kanadı kadar sesli, ne de bir kelebek kanadı kadar sessiz… Şaşkınlıkla başımı çevirdim ki ne göreyim, Apollo… evet, bu en büyük kelebeklerden biri olan Apollo’dan başkası değil. Aman Tanrım! İnanılmaz bir güzellik. Nefesim tutulmuş halde sadece bir iki adım atabiliyorum. O ise hâlâ dans ediyor karşımda. Derken yorulmuş olsa gerek, bir çiçeğin tepesine konuveriyor. Kalp atışlarımın sesini halen duyar gibiyim. Birazdan usulca ilerleyip, Apollo’yu yakından görecektim. İlerledim, nefes almaya korkarak. Derken nihayet yakınlaşabildim.
Bakıyorum… sadece bakabiliyorum güzelliği karşısında. O an ne can var akılda, ne de canan. Sonra sonra düşünmeye başlıyorum anca… İnsanların tutkuları vardır ya hani. Kavuşunca sona erer, doyunca biter. Tutku değilmiş diyorum kendi kendime. Sevgi belki de... Ben hisleri isimlendirememişken henüz, Apollo ağır ağır kalktı yerinden. Ben ise daha hızlıydım kalkma konusunda. Bitmemeliydi çünkü, daha sürmeliydi bu seyir. Ama dinlemedi tabii beni, döne döne havalandı, kocaman kanatlarını çırpa çırpa uzaklaşmaya başladı.
Koşuyorum… Apollo’nun peşi sıra… ama yetmiyorum. Öylece bakakalıyorum. İnanır mısınız, bir çift kanadınızın olmayışının acziyetini, yanınızdan uçup giden bir Apollo’ya gerisingeri bakarken çok net hissediyorsunuz. Daha sonrasında ise yetmediklerim geliyor aklıma. Sevip de bakmaya doyamadan elimden uçup gidenleri anımsıyorum. Ne dillere elveda demiş, ne yüreklere sessizce kanat çırpıp gitmişiz meğer. Ya da adeta kanatsızlık acziyetinde arkadan bakakalmışız sadece…Etiketler: yaşam