01/07/2010 | Yazar: Anıl Alacaoğlu

Apartmanların henüz ele geçiremediği şehirlerden birinde mahalle arasında yürürken bilhassa da mevsimlerden yazsa, kapının bacanın açıklıklarından sızan eve ait, o ev

Apartmanların henüz ele geçiremediği şehirlerden birinde mahalle arasında yürürken bilhassa da mevsimlerden yazsa, kapının bacanın açıklıklarından sızan eve ait, o evdeki insanların ne olduğunu dair sesler, konuşmalar duymak mümkün oluyor. İstemeden kulak misafiri olmaya iyi bir örnek olabilir bu durum. Duyabileceğiniz birkaç cümle bile hayli fazla çıkarım yapmanızı de mümkün kılıyor ev sahipleri ya da ev sakinleri hakkında. Hemen hemen bütün çıkarımlar da evlilik ve normal ve biricik ilişki şekli sayılan kadın erkek ilişkisiyle ilgili, dolayısıyla da doğrudan aile yapımızla ilgili oluyor. Bunu sağlayan şey de, sözünü ettiğim türdeki şehirlerin içinde barınmanın tek yolunun bir 'aile' olmak olması. Yani istemeden dinlediğiniz tüm o sesler ailelere ait; zira orada bekar bir kadının tek başına oturma ihtimali, bir çocuğu araba kullanırken görme ihtimalinizden daha düşük.
 
Bu noktada yaşadığım şehirden bahsedebilirim; Ayvalık'ın merkezinin biraz dışında kalan apartmanlardan ibaret mahalleleri saymazsak şehrin tamamı böyle evlerle dolu. Hepsi müstakil ve hepsi ailelere ait. Televizyonlarının sesleri sonuna kadar açık tabi kendi sesleri de öyle. Bağırarak konuştuklarının farkında olamayacak kadar açık çünkü televizyonlarının sesi. Her bir ekrandan, her bir hoparlörden aynı programların, aynı şarkıcıların, ağlamaya neden olan aynı acıların seslerini duyuyorsunuz. Hüsrana uğramış onca evliliğe tanıklık ediyor olmalarına karşın en sevdikleri program da tabi ki evlendirme programları. Gittikçe kendi kendini yıkan ama düşen duvara, kırılan cama, zaten bozuktu diyen bir sistem onlar için evlilik. İlk kocasından köteği yemiş kadınlar feminizmin içinden çekip aldıkları ve feminizme dair bildikleri tek şey olan 'kadına şiddete hayır' lafından anladıklarıyla daha doğrusu anlamadıklarıyla nelere 'evet' diyorlar bilemezsiniz. Onların şiddete karşı oldukları nokta şu: bütün gün evde otururum, çarşıda pazarda sürtmem, kuaföre kıyafete para harcamam, süsüm yok makyajım yok, dedikodu malzemesi vermem, başım ağrıyor demem, beyimi hoş tutarım, ben bunları yaptığıma göre dayağı da hak etmem; Şiddete hayır. E bu durumda bir tokat atmadığı kaldı zaten koca denilen herifin. Bir kadının onurunu hiçe sayacak her şeyi yapıyor o adam. Hem kendi, hem de karısının hayatının merkezinde o var, hatta çocuklarının hayatlarında bile. Evin direği o adam; bana sorsan yalı kazığı.
 
Açık bir pencere, alışılmış bir kınama tonuyla, 'Anam karıya bak, boya küpüne düşmüş sanki.' Bunu söyleyen boya küpüne düşememiş bir kadın, muhtemelen hayatta en çok alışveriş yapmak istediği yer parfümeri, ama o zaman dayağı hak edeceği zannında, bu yüzden televizyonda boy gösteren kadın karşı tarafta. Yine bir ses; 'Erkek bu, yapar, biz anamızın evine koşmadık hemen.' Bu sefer karşı taraftaki kadın aldatılmak gibi fazlasıyla geçerli bir gerekçeyle kocasını terk etmiş, bizim kendi koltuğunda savaşan, televizyona sataşan kadınımızsa aldatılmaktan bedeni unutulmuş köpürüyor, birileri ondan daha onurlu davranıyor diye.' Sözünü ettiğim kadınların kocalarına karşı suskunluğu dünyaya kızgınlığıyla ters orantılı. Çocuklarına karşı ilgisiz ve yargılayıcılar. Yeni nesil deyip durduğumuz kitlenin yarısından fazlasını bu kadınlar büyütüyor. Onların büyüttüğü kız çocukları annesine benziyor, erkek çocukları babalarına. Kısır döngü tüm sıkıcılığı ve yanlışlığıyla dönüp durmaya devam ediyor.
 
Bu noktada kadınları muhapat alıyorum, çünkü zaten ataerkil olan bir düzeni kalkıp da erkeklerin değiştirmesini beklemek bence çok ahmakça olur. Neden değiştirsin ki, adamın keyfi yerinde. Karısıyla uyuyor, başkalarıyla yatıyor, geziyor tozuyor, karısının yaptığı çayla dinleniyor, o etekli kadınları süzüyor, herkesi kendi gibi sadakatsiz ve iradesiz sanıp karısının kepenklerini indiriyor, başka kadınlara oluk oluk para akıtıp iş kendi karısına gelince yokluktan dem vuruyor, kocalar memnun, karılar gittikçe kişiliksizleşiyor. Erkek söz konusu olunca ihanetin adı bile anılmıyor, sanki çok sıradanmış hatta olması gereken şeymiş gibi davranıyor herkes. Bir benim mi midem bulanıyor! Hiç kimse kalkıp aldatılan kadınların aldatılmayı hak edecek kadar bakımsız ve kuralcı olduğunu anlatmasın. Bunun sebebi de aynı aldatan adamlardan başkası değil çünkü. Kendini bildi bileli oral seksin günah olduğunu duyan bir kadın bunu tabi ki yapmaz. Kocası da karısının işlemediği 'günah'ı başka kadınlara işlettiriyor, zaten değer vermediği diğer kadınlara. Makyaj yapmanın hoppalık, kuaföre gitmenin kokoşluk olduğu, bunlarla dalga geçilen yerlerde kadın, tüm arzularının günaha çıktığını hissediyor. Aldatmak için kurulmuş başarılı bir tezgah bu erkeklerinki. Nerden baksan bencilce ve değiştirmeleri beklenemez. Bu yüzden kadınları muhatap alıyorum kendi çocuklarına da kocaların karılarıyla uyuyup başkalarıyla seviştiğini öğretmesinler diye.
 
Zincir bir yerden kırılacaksa bunu elbette kadınlar yapacaktır. Ama çoğunluğun şiddeti sadece dayak sandığı, her türlü fedakarlığı göze alıp karşılığında sadece dayak yememe talebinde bulunduğu düşünülünce baya karamsar bir sonuç çıkıyor ortaya. Yine de mücadeleci ve ısrarcı olmak lazm değişmesi gerekenler hakkında. İhanetin kanıksanmasının önce kendileri için kötü sonuçlar doğurduğunu öğrenirse suskun ve kızgın kadınlar, evliliklerinin ancak bu durumda saygı duyulası bir şeye dönülebileceğini de görürler.
 

Etiketler: yaşam
İstihdam