21/06/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Tuğrul Tülek iyi bir oyuncu.

Tuğrul Tülek iyi bir oyuncu. Geçtiğimiz iki sezon, DOT tiyatrosunda birkaç kez izleme fırsatım olmuştu.  Tuğrul bugünlerde TRT’de yapımcılığını “Endomol Şirketinin” yaptığı Rüzgâr Gülü programını sunuyormuş. Geçenlerde programı canlı olarak sunmak için geldiği stüdyoda, programın yayınlanmasına 5 dakika kala, 22 Haziranda yayınlanmaya başlayacak “Mükemmel Çift” adlı başka bir dizide eşcinseli oynadığı için TRT’deki işinden kovulmuş. Bir buçuk senedir sunduğu programdan, seyircilerine veda etme fırsatı bile verilmeden apar topar kovulan sanatçıya, yapımcı şirketi “Endomol” tarafından“dizinin önüne geçeceği” endişesi ile, oyuncuya konuşma yasağı konmuş durumda! Demek ki TRT ve yapımcı firmalar, sansürü, “hasta” rolleri oynayanları bile ekranlara çıkarmama noktasına kadar getirdiler! Aliye Kavaf’ı tebrik ediyorum...

Daha genel bir örneğe geçeyim. İçinde yaşadığımız bugünün Türkiye’sinde, Cumhuriyet’in hiçbir döneminde, askeri cunta dönemleri dahil, bugünkü kadar gazeteci ve yazar mahkeme kapılarında beklemedi. Binin üzerinde dava mahkemelerimizde sürüyor. Türkiye’deki basın özgürlüğü eksikliğinin son kurbanı da Express’in İrfan Aktan’ı oldu. İrfan’ın başına gelen demokrasi ve insan hakları ayıbı, ancak AKP hükümetinin  dostları, insan kasabı, Mareşal El Beşir’in ülkesi Sudan gibi ülkelerde olur. Recep Bey’in hükümetini ve partisini tebrik ediyorum...

Önümüzde bu tablo dururken, “Türk dış politikasında bir eksen kayması olup olmadığının” tartışmasını yapmak komik oluyor. Siyasi İslam’ın yükselişe geçmesi ile Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasında son 35 yıldır gözle görülür bir kayma oluyor. Hem de ne kayma; dibine kadar! Son 8 yılı aşan “Tarikatlar Koalisyonu” iktidarı döneminde ise, “kayma” iki yüzlülüğün şahikasına ulaştı.
Bu kaymanın gerek gerçekleşmesinde, gerekse “böyle bir şey yok” argümanları ile kamuflesinde İngilizcede “chattering classes” (zevzek sınıflar) denilen gurubun gevezelikleri büyük etken. Bayraktarlığını Taraf Gazetesi’nin yaptığı “zevzek sınıflar” şu argümanlara ikna olmamızı istiyorlar:

“KCK davası başladı, Türkiye’nin büyükşehir belediye başkanlarından biri için 36 yıl hapis cezası isteniyor ama olsun, Ergenekon Davaları Türkiye’de hukukun üstünlüğünü, demokrasi ve insan haklarını yerleştirmek için atılmış büyük adımlardır!”.
“Tarikatlar zararsız STK’lerdir. Laiklik memlekette vicdan ve din özgürlüğünün önünde bir engeldir. Zaten Türkiye’de laikliğin ne olduğunu dincilerden başka bilen yok! Bu memlekete şeriat hiç geldi mi? Din baskısından korkan, bunalan ve şikayet edenlere ulusalcı denir! Veya da ayrımcı, solcu, Alevi! ”.
“Anayasa Mahkemesi Recep Bey’in hükümetinin önünü tıkıyor, CHP’nin borazanı olarak çalışıyor. Bak TRT, YÖK nasıl düzeltildi, demokratlaştırıldı. Hiçbir şahsi politik hesabı ve beklentisi olmayan, büyük bağımsız hukukçu Osman Can’ın önerdiği gibi ‘kararlarının yok’ sayılması gerekir! Bu yapılamazsa TRT ve YÖK gibi reforme edilmelidir.”
“Hamas seçim kazanmış masum bir politik partidir. İslam düşmanları nasıl Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir’e ‘insanlık suçları işledi’ iftirasını atıyorsa, Hamas’ın da hakkını yiyorlar.”
“İHH’nin Denizfeneri ile alakası falan yoktur. Mazlumder gibi saygın(!) insan hakları dernekleri tarafından desteklendiklerine göre yegane varoluş nedenleri ezilenin yanında olmaktır. Mazlumder nasıl eşcinsel düşmanı değilse ve “fıtrata” uygunsa, İHH de antisemitik falan değildir, tarikatlarla bir ilişkisi yoktur. Ortadoğu’nun karanlık, birçoğu elikanlı köktendinci örgütleri ile karıştırılmamalı!”
“Türkiye’de emekçilerin sorunları yoktur. İşsizlikten ve fukaralıktan şikayet edenler bozguncu solcu takımıdır. ILO ve ILO Standartları, önemli şeyler değildir. Özelleştirdiğimiz kömür madenlerinde işçilerimiz nasıl “mutlu mutlu” ölüyorlar görmüyor musunuz? ILO sözleşmelerine uyumlu yasal değişikliklere Türkiye’nin ihtiyacı yoktur. Bunları tartışmanın Türkiye’nin gündeminde yeri yoktur.”
“AKP’nin dış politika başarıları ve vizyonu vardır. Görmediniz mi? AB bizi istemiyorsa biz de Suriye, Ürdün ve Lübnan’la vizeleri kaldırır; insan ve eşyanın serbest dolaşımını sağlarız. Fransa, İngiltere, Almanya da ne oluyor? Suriye demokrasinin beşiği, Ürdün hür sendikacılığın ana vatanı, Lübnan ise bilim ve teknolojinin doruğunda ülkelerdir... Hele hele insan haklarının kalesi İran’la, dünyanın bir numaralı hukuk devleti olan Suudi Arabistan’ı da bir saflarımıza katalım, kim tutar bizi?”
“Recep Bey’in hükümetinin komşularımıza dönük çok başarılı bir dış politika yaklaşımı vardır. Hrant Dink’in devlet içindeki katillerini ortaya çıkaramamış olabilir ama Ermenistan’la “0 sorun” politikası gerçekleştirdi ya!”
“PKK ateşkesi bozdu atağa geçti, Kürt çocukları da hâlâ yetişkin mahkemelerinde yargılanıp, hapishanelerimizi dolduruyor ama AKP hükümeti Kuzey Irak Kürt yönetimi ile iş yapmaya başladı, Türkiye’de de Kürt açılımı gerçekleştirdi!”

İktidarın bizleri, bu ve diğer başka birçok çarpık politikalarının başarılı ve doğru olduğuna ikna etmeye çalışması tabii ki anlaşılır bir şey. En aşağısından biz uğraşıyoruz ama ne yapalım “dünya ve memleket konjonktürü bu kadarına el veriyor” argümanını tabii ki kullanacaklar. Ama görevleri iktidarı eleştirmek olan, “zevzek sınıfların” basındaki temsilcilerine ne buyrulur? Bir ülkenin babacan basın otoritesi, nam-ı diğer “Hela İbriği”, Hakkı Devrim olursa! Ekranlarımızı bu ibrikten başlayarak birer otorite olarak kaplayan basın üstatları Ali Kırca, Mehmet Barlas, Hıncal Uluç, Mehmet Ali Birand, Reha Muhtar vs. olursa...Televizyonumuzun güya en saygıdeğer tartışma programlarından birinde, Nazlı Ilıcak’ın alternatifi olarak karşısına Nuray Mert çıkarılıp; dengeli ve seviyeli bir tartışma yapıyoruz diye yutturulmaya çalışılıyorsa... Ciddi bir sermayenin üstüne oturmuş ve iktidar desteği ile cepleri dolu, keyifleri yerinde bir dinci, taraftar basının ötesinde bu ülkede Akif Beki, Hasan Celal Güzel vs., gibi isimler hem de adı “Radikal” olan bir gazetede köşe yazarı olarak para kazanıyorlarsa... Tansiyonumuz yükselmesin, devam etmeyeceğim. İşte o zaman “zevzek sınıflar” çoktan satın alınmış demektir. Patronlar ve onların maaşları ödenmiş müdür ve memurları iktidar ile uzlaşmış demektir.

Lütfen gülünç olmayalım. “Türk dış politikasında bir eksen kayması olup olmadığı” sorusu “Papa katolik mi?” sorusuna benziyor. Türkiye’nin hem iç hem de dış politikası İslami Otokrasilere doğru çoktan kaymıştır. Otuz yılı aşan bir dönemde damla damla damardan verilen kayma, zaman zaman, İsrail’in Mavi Marmara’ya yaptığı saldırıda olduğu gibi, keskin bir olayla su yüzüne çıkıyor. “Zevzek Sınıflar” tarihi uzlaşmaya çoktan Taraf oldular bile. İşte bu yüzden de Türkiye’de basın hürriyeti yok. Binin üzerinde yazar ve gazeteci mahkeme kapılarında süründürülürse süründürülsün, ne gam? “Arapsız Türk, Türksüz Arap olmaz”! 


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret