18/10/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Birkaç yıldır uğursuz bir fısıltı dolaşıyor memleket semalarında: KCK. 

Birkaç yıldır uğursuz bir fısıltı dolaşıyor memleket semalarında: KCK. 

George Orwell’in öngördüğünden 10 yıl kadar sonra sahte hukuk kaygısına bile bürünmeden istediğini dinleyen büyük ağabeyle baş başa, o ulu ceviz ağacının altında, herkesin birbirini sattığı yerde piknikteyiz. 

KCK’nın, PKK’nın şehir örgütlenmesi olduğunu söylüyor koca kulaklar. Bu sonuca varmalarının ardında kim bilir kaç bin ses bandı vardır, iki de bir ayaklarına dolanan. Ama başka bir şey de yok zaten.

14 Nisan 2009 tarihinden bu yana ‘KCK Operasyonu’ adı altında Kürt siyasetçiler, avukatlar, belediye başkanları, sendikacılar ve insan hakları aktivistlerinden oluşan 1500’ün üstünde bir grup insan tutuklandı. Bugün Diyarbakır, Midyat, Urfa ve Siirt cezaevlerinde tutuklu bulunan 104 kişinin Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmalarına başlanıyor. 

Deliller
Tutuklananlar hakkında  iddianamede delil olarak ileri sürülen olgular; DTP’nin MYK kararı ile kurulmasına karar verdiği ve atama yaptığı Yerel Yönetimler Komisyonu’nun çalışma mekânında yapılan ortam dinlemeleri, yaklaşık 3 yıl süren iletişim tespit tutanakları. Belirtmeye ne gerek, telefon ve ortam dinlemelerinin tümüyle hukuka aykırı bir şekilde yapıldığı da ortada. 

DTP (kapatma kararından sonra BDP) operasyonu 14 Nisan 2009 tarihinde 54 kişiden oluşan DTP yönetici ve üyesinin gözaltına alınmasıyla başladı. 54 kişi 4 gün gözaltında tutulduktan sonra mahkemeye çıkarıldı, 53’ü tutuklandı. 24 Aralık 2009 tarihinde yine aynı soruşturma kapsamında operasyonlar düzenlendi, tutuklu sayısı 104’e çıktı. Sadece Diyarbakır Sur ilçe Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ciddi sağlık problemleri sebebiyle serbest bırakıldı.  24 Aralık 2009’da gözaltına alındıktan sonra tutuklananlar arasında, eski-yeni belediye başkanları, eski milletvekilleri ve STK temsilcileri var.  

O  resim
Nasılsa o fotograf hiçbirimizin anılarından silinmemiştir henüz. Kürtlerinkinden de hiç silineceğini sanmam. 24 Aralık’ta tutuklananların emniyet tarafından basına servis edilen o fotograf üstüne epeyi söz söylemiştik. Bir kez daha bakalım.  
Bu dönemden arda kalan, bu fotograf olsun istiyorlar. 
Bir ibret ayini. Eski meydanlardaki idamlar gibi. Biz de halk olarak çekirdek çitleyerek bu uğursuz ayini seyredelim. İstedikleri budur. 
Yoksa 10’u belediye başkanı olan 35 kişiyi tek sıra halinde kelepçelere vurup fotografının çekilmesini isterler miydi? Böyle mi getiriliyor insanlar adliyeye? 
Hayır. Ama bize sunulan resim, bundan sonraki hayatımızın belgesi olarak kalsın istiyorlar. 
Bu fotoğrafı bir an olsun unutmadan, o sıraya kelepçeli dizilmiş adam ve kadınlara uzaktan, oturduğumuz koltuklardan bakalım, durmadan bakalım diye. 

Plastik keşfedildi, böyle oldu
Bu fotograf, Türkiye halklarına, devran dönse de kul değişse de değişmem diyen devletin erken yeniyıl armağanı.  Büyük prodüksiyon. 51 tevkifatını, Dersim katliamını, toplu mezarlara gömülüvermişlerin ölüme götürülüşünü, bu toprakların daha birçok anısını yeniden canlandırmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamış. Büyük ihtimalle, bu resmi kafasında gören ve gösterilmesine karar veren merciin gönlünde bu 35 kişiyi zincire vurup, ayaklarındaki prangaları sürüyerek yürütmekti. Plastik kelepçeyle yetinmek zorunda kaldıkları için modern zamanlara küfretmişlerdir belki. 
Plastik keşfedildi, mertlik bitti. 

Şimdi, herkes yakınına sorsun, aynanın karşısına geçip sorsun, tanıdığına tanımadığına sorsun. 

“Ey hassas çoğunluk! Bu fotograf karşısında biraz olsun rencide olmuyor mu hassas yerleriniz? Şuncacık olsun utandırmıyor mu sizi, bu insanların gördüğü muamele? 
Bu hizaya getirilip teşhir edilen insanlar at hırsızları değil. Kaldı ki at hırsızlarının da böyle teşhir edilmemesi gerektiğini öğrenmedi mi insanlık?” 
Bu insanlar, milyonların temsilci olarak seçtiği, yeri yurdu belli insanlar. Halklarının gözbebeği birçoğu. 
Savaşçı, bombacı, suikastçı, kundakçı değiller. Onlar siyasetçi. Meşru bir zeminde sözlerini dolaşıma sokmaya çalışan seçilmişler. 
Onları böyle gördüğünüz zaman koltuklarınız kabarıyor mu? Zafer hissiyle titriyor musunuz? 
Kürt illerinde “Onurlu bir barış istiyoruz” diye haykırıyordu ya millet, alın size onur levhası demek istiyor musunuz? Kürtlerin böylesine hoyratça incitilen onurları nelere mal olacak, hiç mi hesaplayamıyorsunuz?
Bu mizanseni düşünen kafalar Kürt temsilcilerine kürek kaçkını, kılıç artığı, zincirlik insanlar muamelesini reva görürken hedefledikleri nedir, hiç düşündünüz mü? 
Pekiyi bu resmi büyütüp çerçeveletip evinize televizyonun üstüne, büronuza, işyerinize asacak mısınız? Atatürk resminin yanında bir yer ayırdınız mı, haddini bilmeyen Kürtlerin hak ettiklerini gösteren bu ibret levhasını?
Kirli niyet, hayatımızın savaş burcundan çıkamaması için yeniden, yılmadan savaş ilan ediyor. 

Hepimizi o beter Araf’ta bırakmaya yönelik. Siyaset yapmaya çalışan, hakkını arayıp sözüne sahip çıkan Kürtleri de ne ovada ne dağda istiyor. 
Onları yıllar önce yasaklanmış olan yaylalara hapsediyorlar. Orada kalın. Gözümüzün altında, sessizce. 
Hassas Türk çoğunluk, bu durumun kendi hayatlarını da zehir edeceğini hissedemiyor mu?
Bu kadar intihari mi olduk? 

Bugün duruşmada...
Bugün, 17 aydır mahkemeye çıkarılmadan hapiste tutulan insanların yargılanması başlıyor. 
Bugün çok önemli bir gün. 
İnsanları dağa çıkmadıkları için, evlerinde ofislerinde, partilerinde yapılan aramalarda bir çakı dahi bulunamadığı için, Kürt halkının bir kez daha bir kez daha burnunu sürtmek için, hayatımızın cehennem ritmi hiç değişmesin, barış gündeme gelmesin için tutukladılar. 
Barışa yönelik son umut kırıntısını da rüzgâra savurmak amacıyla. 
Bugün adliyenin önünde çadırlar kurulacak. Tutuklananlar bir an evvel serbest bırakılsın diye. Artık kimse dağa çıkmak zorunda kalmasın diye. Bu topraklarda yaşayan hepimizin gözü kulağı orada olsun.
 
Şampuan markalı gizli bir örgüt ‘dinlemeye takıldı’
BDP Kadın Meclisi’nin iddialarını değerlendirelim. Kürt kadınlar, 4 Ekim’de Urfa’da tutuklanan, vicdanlara belki değer diye 3 yaşındaki oğlu Agir’le birlikte anılan Aynur Şahin’in de içinde olduğu 24 kişiye yönelik iddiaların temelinde sıradan telefon görüşmeleri olduğunu belirtiyor. Örnek olarak da iddianamede ‘Avon’ markasının ‘örgüt’, şampuanın ise ‘örgüte eleman kazandırmak’ olarak okunmasını gösteriyor.  BDP Kadın Meclisi, operasyonların esas gerekçesinin, “BDP’li kadınların Urfa’da 18 yaşından küçük bir kız çocuğunun para karşılığında erkeklere pazarlanmasına karşı mücadelesi” olduğunu açıklıyor sözgelimi. Bir de yüce Türk yargısına soruları var:
“Arkadaşlarımız fuhuş batağına düşürülen; madde bağımlısı, şiddet mağduru olan bu genç kadına yardımcı olup kadın sığınma evine yerleştirmişlerdir. Çete üyeleri kıza baskı yaparak arkadaşlarımız hakkında ‘Beni dağa göndereceklerdi’ şeklinde ifade vermeye zorlamışlardır. Bu komplo ile Urfa il örgütümüzün çalışmaları engellenmek istenmiştir. Sormak istiyoruz dağa göndermek istenen kadın neden sığınma evine yerleştirilsin?”

Etiketler: insan hakları
İstihdam