24/02/2009 | Yazar: Kahraman Gür

Bazı insanlar sevgileri, sevinçleri, yalnızlıkları, mutlulukları, zayıflıkları ve kısacası kendileri üzerine konuşmayı istemezler, çoğu kez de adını özel alan koyar, kapanıklıklarını rasyonalize ed

Bazı insanlar sevgileri, sevinçleri, yalnızlıkları, mutlulukları, zayıflıkları ve kısacası kendileri üzerine konuşmayı istemezler, çoğu kez de adını özel alan koyar, kapanıklıklarını rasyonalize ederler. Aslında herkes kendiyle dolu dolu. Herkes kendisinden nefret ediyor, aynı zamanda kendisine aşık. Çoğu kez insanın kendisine olan ilgisi, tapınması herşeyin üzerine çıkıyor. Kıyafetinde, kilosunda, saçında, konuşmasında, izlediği filmde, dinlediği müzikte, arkadaşlarıyla ilişkisinde bu ilgi kendini gösteriyor. Hatta insanların dini yaşayışları, tanrıyla olan ilişkileri dahi kendilerine olan ilgileri, nefret ve aşklarıyla şekilleniyor.

Bence insanın kendisine olan ilgisi böylesine yoğunken üzerine konuşamaması zayıf hissetme, güçlü görünme, toplumsal normlardan kopmama hissiyle alakalı. Şunu da söylemek lazım: maalesef etrafta düşüncesizce hareket eden insan çok. İnsanların zayıflıklarının malzeme yapılmasından, güçsüzlüklerin koz gibi kullanılmasindan bahsediyorum. Ben de birçok kez düşüncesizlikyaptım, halen de yapıyorum muhtemelen. Güçlü olduğum alanlarda zayıf olanları küçümsedim bunu da belli ettim. Hepimizin bunun üstesinden gelmesi gerekiyor, konuşmadan önce her seferinde düşünmemiz gerekiyor. Sistematik olarak bunu yapabilmeliyiz. Bu davranış değişikliğini edinmiş topluluklar var. Başkalarına gülmeyi ayıp gören, sosyal, sınıfsal, formel eğitim durumunu umursamayan, en basit şeyi dahi bilmiyorsan bunu insani olarak gören topluluklar var. Sistematik olarak üzerine gittiğimizde dilimizi ve düşüncelerimizi, bakışımızı değiştirebileceğimize dair umut çok. 

Kendimiz üzerine konuşmak üzere beş altı sene önce Kaos GL Kızılay Selanik Caddesinde iken perşembe sohbetleri düzenlemiştik. Kendi özel hayatlarımızı paylaşarak, özellikle eşcinsellikle ilişkili, kendimizi anlamaya çalışmıştık. 1 yıla yakin sürdü galiba. 10 ile 20 arasında insan katılıyordu. Sohbet konusunu önceden belirlemiyorduk. Toplantıya kendimizi tanıştırarak başlıyorduk. Ardından küçük bir oyun oynuyorduk, ısındırmak amacıyla. Sonra herkes ne konuşmak istediğini söylüyordu. En çok konuşulmak istenilen konu o günün sohbet konusu oluyordu. Ardından herkes konuya dair fikrini söylüyor, deneyimlerini paylaşıyordu. Haklı olarak bazı arkadaşlar eşcinsel örgütler terapi grupları değildir diye eleştirseler de, perşembe sohbetini gereksiz bulsalar da ben çok sevmiştim o sohbetleri ve gerekliliğine o gün inandığım gibi halen inanmaktayım. Eşcinsel grup olup da böyle sohbetlerden kaçınmak zaten mümkün değil gibi, amaç biraz daha yol yordam bilenlerle sohbeti düzenli ve verimli hale getirmekti.
 
Bu sohbetlerde çok şeyi konuşmuştuk. Benim insanları tanımama çok yardımcı olmuştu o sohbetler. Aileye açılma, aşk, ilişkiler, cinsel tercih mi yönelim mi, özerklikten kaçış, benzeri konuları tartışmıştık. Gerçi bazen ses tonlarımız da yükselmisti. Bazen bazı konuları konuşmaya gerek olmadığını bazı insanlara dudak şapırdatıp geçilmesi gerektigini de düşünmüştük. Örneğin Hürriyet'in köşe yazarı dünya tatlısı Ayşe Arman'a yazan Okşan gibi biri böyle bir toplantıya katıldığında ne diyeceksin, ne anlatacaksın. Kendini ve seni anlama derdi hiç yok, senin ve kendi var oluşuna saldırıp duruyor. Okşan örneğin tilki gibi senden benden iyi biliyor herşeyi. Bilinçli olarak homofobiyi körüklüyor (büyük ihtimalle eşcinsel guruplarla arası bozuk, öç almaya, ben de varım, size de gününüzü gösteririm demeye çalışıyor). Böyle durumlarda Allah büyük deyip, geçmek lazım.
 
Evet, böyle durumları gectik mi,  geriye kalanlar uzun uzun sohbet etmek hoştu bence. Örneğin bir gün toplantı ardından Sakarya Caddesi civarında bir şeyler atıştırmak üzere yol almışken, isim vermek doğru olmaz, o yüzden sallıyorum, Abdullah diye Mersinli bir arkadaş kabul edemiyorum, zoruma gidiyor, ağır geliyor, ne yapmam gerektiğini bilemiyorum demişti. Bilinmedik bir hikâye değil tabiî ki. Yüz binler, milyonlar kabul edemedikleri için gizli yaşıyor. Birçoklarınınki aslında kabul edememeden öte, görmeme, düşünmeme, hatta eşcinselliği kötüleyerek, kabul edilmez göstererek, gizliliklerini mantıklı hale getirme durumu. Böyle insanlar Türkiye’ye has değil, insan her yerde insan. Eşcinselliği toplumun bakışı kötü ise, onlarınki de kötüdür. Ülkedeki medyanın, ordunun, yargının, kısacası toplumun bakışı değiştiğinde onların kendilerine bakışı da değişir.
 
Ama Abdullah’ın yaklaşımı insaniydi, normaldi, dürüsttü. Kafasında sorunlar vardı ve o sorulara cevap bulmaya çalışıyordu, bir çokları gibi kendi var oluşuna saldırma gibi ucuz bir yaklaşım içinde değildi, anlamaya çalışıyordu. O zaman Abdullah’a ne konuştuğumu az çok hatırlıyorum. Simdi Abdullah’la aynı sorunlarını konuşsak ne derdim? 5-6 yıl sonra kendinle barışmanın yollarını nasıl anlatırdım, açık olmanın zorluklarını ve kolaylıklarını nasıl listelerdim?


Etiketler: insan hakları, aile
İstihdam