26/03/2022 | Yazar: Alp Kemaloğlu

"Lubunyalık gibi birçok parçadan oluştuğumuzu biliyor olmamıza rağmen neden bu gerçekle daha yakından temas ederek yaşamadığımızı merak ediyorum. Oluştuğumuz parçaları ve aralarındaki bağları keşfetmedikçe aslında kendimizden olmaya mahkum olduğumuzu düşünüyorum."

Kendini açmak / Açılmak Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Pınar Ergün / KaosGL.org için stok görsel

Açılmak/açılmamak ister sosyo-politik ister kişisel tınılarla olsun çoğu lubunyanın hayatında en azından bir dönem gündem oluyor. Lubunyalığın beyanı olmasından öte olarak bize dair bir parçanın ve o parçayla kurduğumuz bağın ifşası olarak düşündüğümüzde açılma bir yanıyla kaygı verici olurken, bu kaygının karşıt ucunda kronik bir yalnızlık hissinin ortadan kalkma ihtimali sebebiyle heyecanlandıran bir deneyim olabiliyor. Bu iki uç arasında sayısız duygu ve deneyim olduğunun altını da çizmek gerekiyor.

Açılmanın yüzeyde kendimize dair bir beyan olarak görünmesine ek olarak temelde bütünleşmiş ya da bütünleşen bir kendiliğin işareti olarak görmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir yanımız olarak lubunyalığı tanımamız, onun orada olduğunu görmemizle başlayan bir süreç oluyor. Tanımaya başladıkça bu yanımızla çeşitli bağlar kuruyor ve bize ait değilmiş gibi yapmayı bırakıp kendimizin bir parçası haline getirmeye başlıyoruz. Bu kendine açılma hali aslında bir nevi görüş alanının genişlemesi, kendimize ait bir şeyin görüş alanımıza girmesi oluyor. Aslında o parça hep orada duruyor. Yaptığımız yegâne şey onu görmek ve o parçaya kendi usulümüzde bağlar kurmak oluyor. Bir beyan olarak açılma ise bu bağların ve bununla birlikte başkalarıyla aramızdaki ilişkinin sınandığı bir eylem oluyor. Bir yandan kendime ait bir parçayla olan bağımı gözettiğim, diğer yandan başkasının bu bağa ve bütünleşmiş kendime olan tutumunu tarttığım bir hal olarak açılmanın bir “mesele” olması temelde burada yatıyor aslında.

Lubunyalık gibi birçok parçadan oluştuğumuzu biliyor olmamıza rağmen neden bu gerçekle daha yakından temas ederek yaşamadığımızı merak ediyorum. Oluştuğumuz parçaları ve aralarındaki bağları keşfetmedikçe aslında kendimizden olmaya mahkum olduğumuzu düşünüyorum. Burada kastettiğim herhangi bir özle doğduğumuz ve bunu kabul etmemiz gerektiği gibi sinir bozucu bir düşünceden ziyade öyle ya da böyle bende var olduğunu fark ettiğim bana has bir yanımı dışarıda bırakmamak, onu görmezden gelmemek ve onunla bana ait diğer yanların bütünleşmesi oluyor.

Bütünleşmenin bir ihtiyaç olduğu kanısında olmamla beraber bütünleşmiş biri olarak yaşamanın yaşam içerisindeki deneyimimi yer yer kısıtladığını da fark ediyorum. Sırf bütünleşmiş olduğumu hissetmek için hayatta neler kaçırıyorum acaba? Mesela başkalarıyla direkt olarak bütünleşmiş hallerimizle ilişkilenmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Bütünleşmiş olmanın bir handikabı dünyayla aramda bir çit çekmiş olmam oluyor ve o çit olduğu sürece direkt bir temas asla mümkün olmuyor. Başkaları benimle ya bütünleşmiş halimle o koyduğum sınırın ardından, uzaktan ilişkilenebiliyorlar ya da ben o beni bütünleşmiş kılan sınırları kaldırıyorum ve beni oluşturan parçaları ve kurduğum bağları ortaya seriyorum. Çitin ardından ilişkilenmek hep bir eksik oluyor, asla tam bir karşılaşma gibi hissettirmiyor. Öte yandan çitleri kaldırdığımda parçalarımı bir arada tutacak yeterince güçlü bağlarım var mı sorusu beliriyor. Çitleri kaldırdığımda bana ne olacak?

Kendini kaybetmek ya da kendi başına kalmak uçları arasında sosyalleşmek, bütünleşmemiş bir hale dönme kaygısı (mümkün mü emin değilim) ile bütünleşmiş bir halin potansiyel yalnızlığı arasında yolunu bulmak hepimizin uğraştığı bir mesele olduğu kanısındayım. Bize ait bir parçayı başkalarıyla paylaşmak için sınırları kaldırdığımızda parçamızın uzayda kaybolup gitmeyeceğine dair kendimizin “çekim kuvvetine” ve o parçayı bizim yörüngemizden çekip çıkarmayacağına dair başkasına güvenmemiz gerekiyor. Bunun mümkün olabileceği bir güven ortamı yaratmaksa o kadar da kolay olmuyor. Zira hepimiz öyle ya da böyle yaşam içerisinde bazı parçalarımızı ya da parçalarımız orada dursa da onlarla olan bağlarımızı kaybediyoruz. Hal böyle olunca kaçınılmaz olan bir şey için gereksiz efor mu sarf ediyoruz?

Başkasıyla her karşılaşma bir kayıp potansiyeli taşıyor. Belki de bu nedenle kıymet verdiğimiz yanlarımızı paylaşma konusunda temkinli olabiliyoruz. Kendimizden ya da karşımızdakinden emin değilsek kendini açmak çoğumuzun kaçındığı bir şey oluyor. Yalnız olsa da kendimizle kalmayı tercih edebiliyoruz. Ya da tam tersi bu yalnızlık canımıza öyle tak ediyor ki kaygıda boğulma uğruna güvende olmadığımız ortamlarda o kıymet verdiğimiz yanlarımızı filtresiz bir şekilde sergiliyoruz. Bunu yapalım ya da yapmayalım şeklinde kanılara varmak saçma olur sanıyorum, zira öyle ya da böyle bunu hepimizin yaptığına inanıyorum. Sanırım olay hangisini ne kadar yaptığımızda bitiyor. Bana ait yanlarımı sağa sola saçtıktan sonra geriye kalan kendimi artık tanıyamadığım noktada ya da var olduğumu hissetmeme vesile olacak bir başkası etrafımda kalmayana değin her yanımı kendime sakladığımda hayatın pek de yaşanır halde olacağını zannetmiyorum.

Kendimizi bütünüyle açmamızın mümkün olmayışını dünya üzerinde sınırlı bir süre var oluşumuza ve buna zamanımızın yetmeyecek oluşuna da bağlıyorum. O nedenle başkasına hangi yanımızı açacağımızın ek bir kıymeti oluyor gibi geliyor. Ben kendime dair sana ne göstereceğim? Ben bunu gösterdiğimde bu yanıma sahip çıkacak güçte miyim? Sen bu yanımı gördüğünde o yanımın bana ait olduğunu kabul edebilecek misin? Bu yanımı seninle paylaştığımda bu yanım hakkında herhangi bir söz hakkın olmadığını samimi bir şekilde içimde hissedebiliyor muyum? Sen benim sana gösterdiğim yanımdan daha fazlası olduğumun farkında mısın? Açılmanın bir önemi varsa, bu sorularla ilintili olduğunu düşünüyorum. 

Başa dönmem gerekirse, açılma denince lubunyaya has bir şeymiş gibi düşünülüyor ve cinsel kimlikler söz konusu olduğunda açılmanın lubunyayla ilişkilendirilmesi olağan sanırım. Öte yandan lubunyaya has olan kısmı aslında kişilerarası ilişkilerde (olmayan) güvenle alakalı oluyor. İnsan olmaya dair bir şey olarak açılma cinsel kimlik bağlamında cis-heterolar için neredeyse hiçbir zaman bir problem haline gelmiyor mesela, çünkü cis-hetero oluşlarını açtıklarında bütünleşmiş kendiliklerine dair bir tehdit hissetmiyorlar. Hem cis-hetero oluşlarına sahip çıkabileceklerine dair kendilerine güveniyorlar hem de cis-hetero oluşlarını kimsenin ellerinden almayacağı ve kendiliklerinin korunacağı konusunda başkalarına güveniyorlar. Lubunyaysa kendine güvense bile başkasına güvenemiyor sıklıkla.

Açılma ve lubunya konusunda daha fazla gereksiz laf söylemeden lubunyaya dair meseleleri konuşurken odaklı tartışmalara ek olarak daha geniş bir bağlamda tartışmaya başlamamızın vaktinin geldiğini düşündüğümü de buraya hızlıca iliştirmek istiyorum. Açılmanın aslında çok evrensel bir “kendini açma” hali olduğunu daha çok vurgulamamız gerektiğini düşünüyorum. “Lubunyanın açılma süreçleri” gibi başlıkları konuşmaya devam etmekle beraber açılan kişinin birden fazla yanı olan koskoca bir dünya olduğunu, açılmayı lubunya özelinde konuşuyor oluşumuzun kaynağını lubunyanın varoluşundan değil de sosyallik içerisindeki eşitsizlikten ve güvensizlikten aldığını, bunun birine açıldığımızda bütünleşmiş kendiliğimizin tehdit ediliyormuş gibi hissetmemizin altında yatan temel sebep olduğunu, ama böyle bir tehdidin varlığının otomatik olarak bir kayıp yaşayacağımız anlamına gelmediğini unutmamak gerekiyor. Özetle sanırım şunu sormaya çalışıyorum: Lubunyanın da alelade insanlar olduğunu ve temelde herkesle benzer meselelerle sınandığını söylemenin ve aynı zamanda kendimizi kutlamaya ve gözetmeye devam etmenin nasıl bir zararı olabilir?

* Bu yazı, Avrupa Birliği'nin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla KAOS GL’ye aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.

kendini-acmak-acilmak-1

Etiketler: yaşam
İstihdam