17/07/2009 | Yazar: Kaos GL
Bu gözaltına alma ve tutuklamaların, karalama kampanyalarının arkasında yatan sebep, KESK’in toplu sözleşme hakkı için yürüttüğü mücadeleyi geçtiğimiz sonbahardan bu yana yükseltmiş olması.
Bu gözaltına alma ve tutuklamaların, karalama kampanyalarının arkasında yatan sebep, KESK’in toplu sözleşme hakkı için yürüttüğü mücadeleyi geçtiğimiz sonbahardan bu yana yükseltmiş olması.
Son altı ay içinde sadece KESK Genel Merkezi değil, Sivas Eğitim-Sen ve BTS şubeleri, Van Eğitim-Sen şubesi, İzmir Eğitim-Sen 1 nolu şubeleri güvenlik güçleri tarafından basıldı. Bu baskın ve arama işlemleri, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 119 ve 251. maddeleri gereği bizzat savcı tarafından yürütülmesi gerekirken, yetkisiz jandarma tarafından yapıldı.
İktidardan ve sermaye güçlerinden bağımsız sendikalar, demokratik toplumsal yaşamın vazgeçilmez kurumları arasında yer alır. Ücretli çalışanların kamu ve özel şirket yöneticilerinin karşısında toplu biçimde temsil edilmeleri, çalışma yaşamında asgari bir dengenin kurulması için elzemdir. Bu sadece özel sermaye kuruluşlarında değil, kamu kurum ve kuruluşlarında da geçerli bir gerekliliktir. Ücretlilerin bağımlılık ve alt-üst ilişkisi içinde oldukları işveren karşısında toplu pazarlık hakkına ve bunu tamamlayan grev hakkına sahip olmalarına dayalı bir göreli güç dengesi demokratik düzende öngörülür.
Bu açıdan bakınca Türkiye, çalışma ilişkilerinin genel olarak ya paternalist ya da vahşi kapitalizme özgü biçimlerde gerçekleştiği bir toplum manzarasına sahip. Sendikalar, eğer yandaş sendika niteliğinde değilse, özel sektörde çok büyük zorluklar, yasal ve yasadışı engellemeler içinde çalışırlar. Egemen işveren zihniyeti sendikayı her durumda büyük bir ayakbağı olarak görür. Bunun yanında egemen sendikacılık zihniyet ve pratikleri de sendikaların güçsüz durumda olmalarına yol açan ortamı pekiştirir. Bunları bu yazıda yeniden ele almayacağız.
Açıkça hak ihlali
Türkiye’de kamu sektöründe, ücretlilerin toplu sözleşme ve grev hakkına sahip olmamaları ILO sözleşmelerine, ILO Uzmanlar Komitesi’nin tavsiye kararlarına, AİHM’e aykırı bir durum olmasına rağmen, bu konuda hükümet kanadında bir hareket işareti gözükmüyor.
Anayasa’nın 90. maddesinin, ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır’ amir hükmüne rağmen, kamu emekçileri toplu iş sözleşmesi ve grev hakkından mahrum bir ‘pazarlık’ sistemine tabi kalmaya devam ediyor. Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin gereğini yapmayarak, açık biçimde hak ihlali işlemesi, bu yıl ülkemizin ILO Aplikasyon Komitesi’nin sözleşmelerin gereğini yapmayan ülkeler listesine alınmasına yol açtı.
Bu açıdan bakınca Türkiye, çalışma ilişkilerinin genel olarak ya paternalist ya da vahşi kapitalizme özgü biçimlerde gerçekleştiği bir toplum manzarasına sahip. Sendikalar, eğer yandaş sendika niteliğinde değilse, özel sektörde çok büyük zorluklar, yasal ve yasadışı engellemeler içinde çalışırlar. Egemen işveren zihniyeti sendikayı her durumda büyük bir ayakbağı olarak görür. Bunun yanında egemen sendikacılık zihniyet ve pratikleri de sendikaların güçsüz durumda olmalarına yol açan ortamı pekiştirir. Bunları bu yazıda yeniden ele almayacağız.
Açıkça hak ihlali
Türkiye’de kamu sektöründe, ücretlilerin toplu sözleşme ve grev hakkına sahip olmamaları ILO sözleşmelerine, ILO Uzmanlar Komitesi’nin tavsiye kararlarına, AİHM’e aykırı bir durum olmasına rağmen, bu konuda hükümet kanadında bir hareket işareti gözükmüyor.
Anayasa’nın 90. maddesinin, ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır’ amir hükmüne rağmen, kamu emekçileri toplu iş sözleşmesi ve grev hakkından mahrum bir ‘pazarlık’ sistemine tabi kalmaya devam ediyor. Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin gereğini yapmayarak, açık biçimde hak ihlali işlemesi, bu yıl ülkemizin ILO Aplikasyon Komitesi’nin sözleşmelerin gereğini yapmayan ülkeler listesine alınmasına yol açtı.
Ama kamu kesiminde hak ihlalleri bununla sınırlı değil. Bu olumsuz koşullara rağmen hükümet yandaşı sendikacılık yapmayan kamu emekçi sendikalarına karşı polis, jandarma ve yargının elbirliğiyle yürüttüğü farklı bir baskı ve karalama kampanyası birkaç aydan beri sürdürülüyor. Bu baskıların özellikle KESK’e karşı yöneldiğini görüyoruz.
Bergama İlçe Jandarma Komutanlığı 25.5.2009 tarih ve İSTH: 20004364-09 sayılı yazısı ile KESK’e bağlı sendikaların bazı üye ve yöneticilerinin gözaltına alınmasını, ev ve işyerlerinin aranmasını, eşyalarına elkonmasını istedi. Özel Yetkili İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı bu talebi yerinde buldu ve Özel Yetkili İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi jandarmanın talebini kabul etti. Ertesi gün, polis ve jandarma, hepsi KESK’e bağlı sendikalarda görevli olan veya geçmişte görev yapmış 35 kişiyi gözaltına aldı. Bunlardan 21’i dört günlük gözetim süresi sonunda hâkim önüne çıkarılıp serbest bırakıldı. 14’ü ise tutuklandı. Savcılığın serbest bırakmalara itiraz etmesi sonucunda, sekiz sendikacı yeniden tutuklandı. Şu anda bu operasyon nedeniyle KESK üyesi 22 sendikacı tutuklu olarak yargılanmayı bekliyor.
Aralarında Konfederasyon Merkez Yürütme Kurulu üyesi Songül Morsümbül’ün, Eğitim-Sen MYK üyesi Gülçin İsbert’in, KESK eski genel sekreteri Abdurrahman Başdemir’in bulunduğu listedeki kişilerin, evlerinin basılmasının yanında, çoğunun kelepçelenerek görev yaptığı okullara götürülmeleri, KESK Genel Merkezi’nin JİTEM elemanları tarafından basılması ve sendikanın Çalışma Bakanlığı ile yaptığı yazışmalara kadar bütün evrakına elkonması gibi, geçmişteki koyu baskı ve dikta rejimi dönemlerinden aşina olduğumuz sahneler yaşandı.
Hazırlık soruşturmasının gizli olarak yürütülmesine ve belgelerin incelenmesinin kısıtlanmasına mahkeme karar verdiği için, şu anda tutuklu veya serbest zanlıların hiçbiri neden suçlandıklarını tam olarak bilmiyor. Son altı ay içinde sadece KESK Genel Merkezi değil, Sivas Eğitim-Sen ve BTS (Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası) şubeleri, Van Eğitim-Sen şubesi, İzmir Eğitim-Sen 1 nolu şubeleri güvenlik güçleri tarafından basıldı. Bu baskın ve arama işlemleri Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 119 ve 251. maddeleri gereği bizzat savcı tarafından yürütülmesi gerekirken, yetkisiz jandarma tarafından yapıldı. Sendika avukatları ve yöneticilerinin ifadelerine göre polis sadece aramayı izlemekle yetindi.
İzmir Eğitim-Sen binasının, İzmir’in göbeğinde jandarma tarafından basılıp aranmasının hangi yasaya dayandığını bilmiyoruz ama EMASYA protokolü içinde öngörülen bir yetki devrinin uzantısı olduğunu tahmin edebiliyoruz. Resmen var olmayan ama resmi bordroyla eleman çalıştıran JİTEM personelinin -ki bunlar Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlıdır, Ankara’nın göbeğinde KESK Genel Merkezi’ni basması da, kır kolluk kuvveti olarak görev yapması gereken jandarmanın başta başkent olmak üzere bütün Türkiye’yi kırsal alan olarak tanımladığı izlenimini veriyor. KESK gibi esas olarak kentlerde ve belediye teşkilatlarının olduğu yerlerde sendika örgütlerinin bulunduğu bir kuruluş neden ve nasıl jandarma tarafından basılır ve aranır? Bergama İlçe Jandarma Komutanlığı, İSTH kodlu yazışmayla, İzmir ve Ankara kent merkezlerinde oturan ve çalışan sendikacıların gözaltına alınması talebini nasıl dile getirebilir? TESEV bünyesinde geçtiğimiz günlerde yayımlanan Almanak Türkiye 2006-2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Denetim’ başlıklı derlemede, bu sorunlar çok etraflı biçimde ele alınıyor.
Hukuki zemini yok
KESK Genel Başkanı Sami Evren, son bir yılda tutuklanan yönetici ve üye sayılarının 32 olduğunu belirtiyor. Bu arama, gözaltına alma ve tutuklama kararlarında öne sürülen gerekçelerin hiçbirinin hukuki bir zemine oturmadığını, yapılan aramalarda en ufak bir suç unsuruna rastlanmadığını ısrarla belirtiyor. Bunların polis, jandarma ve yargının işbirliği içinde, hükümetin onayı, göz yumması veya teşvikiyle gerçekleştirilmiş, KESK’in itibarının kamuoyunda zedelenmesi, konfederasyon hakkında kuşku yaratılması operasyonu oldukları izlenimi ağır basıyor. Bunun farklı bir psikolojik harekât operasyonu olduğunu sezebiliyoruz. Sami Evren haklı olarak, basına sızdırılan yalan yanlış bilgilerle, KESK hakkında kriminal bir hava yaratmak amacının güdüldüğünü iddia ediyor. Gerçekten de dosyada gizlilik kararı olmasına ve zanlılar neyle suçlandıklarını bilmemelerine rağmen, devlet yetkilileri tarafından basın-yayın kuruluşlarına aktarılan bilgilerle yasadışı bir örgüt operasyonu yapılıyor izleniminin doğurulmasına özen gösterildiği belli oluyor.
Bu tutuklamaların öncesinde SES ve Bel-Sen üyelerinden bazıları DTP’ye yönelik operasyonlarda tutuklanmıştı. İHD üyesi olan birçok sendikacı da tutuklu olarak yargılanıyor.
Ama KESK’e yönelik bastırma ve yıldırmanın alanı çok geniş. DİVES Genel Başkanı Lokman Özdemir’in devlet memuriyetine Aralık 2008’de son verildi. Suçu: Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından cami ve vakıf çalışanlarının çalışma koşullarına ilişkin basın açıklaması yapmaktı! Bir sendika başkanının, üyelerinin en temel sorununa ilişkin konularda basın açıklaması yapması, Diyanet İşleri Başkanlığı yasasındaki siyaset yasağı kapsamında istenirse değerlendirilebiliyor. Bunu böyle değerlendiren AKP iktidarı, kendi yandaş konfederasyonuna bağlı başka bir sendika yöneticisinin yaptığı basın açıklaması hakkında herhangi bir işlem yapma ihtiyacı da duymuyor. Neresinden baksanız elinizde kalan bir durum söz konusu.
Bu gözaltına alma ve tutuklamaların, karalama kampanyalarının arkasında yatan sebep, KESK’in toplu sözleşme hakkı için yürüttüğü mücadeleyi geçtiğimiz sonbahardan bu yana yükseltmiş olması. İktidar, kamu emekçilerinin yandaş konfederasyon sendikalarına üye olmalarını, baskı ve ayrıcalık yoluyla sağlamaya çalışırken, bunun yeterli olmadığı yerde karalama, bastırma, yıldırma operasyonlarını da devreye sokmaktan çekinmiyor. Bunu ‘PKK terör örgütü ile mücadele’ kılıfı arkasına saklayarak, hikmetinden sual olunmaz bir biçimde gerçekleşmesine özen gösteriyor. Maalesef basın-yayın kuruluşlarının çok büyük bir bölümü de bu zokayı yutuyor ya da zaten yutmak için ağzı açık bekliyor.
KESK’e yönelik bu ağır baskılar ve hak ihlallerinin Türkiye’de yarattığı cılız sese oranla yurtdışındaki sendikal kuruluşlardan ve insan hakları örgütlerinden gelen tepkilerin yaygınlığı, insanı Türkiye’de demokratik reflekslerin uyuşması konusunda daha da endişeli kılıyor. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu, Kamu Hizmetleri Enternasyonali, Avrupa Kamu Hizmetleri Sendikası, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu, Eğitim Enternasyonali ve daha birçok kuruluş Başbakan Erdoğan’a protesto mektupları yollarken, AB Komisyonu’nu uyarırken, Türkiye’de jandarma-polis-yargı işbirliğinde gerçekleştirilen bu ağır saldırı büyük bir sessizlikle izleniyor.
Herkesin kendine demokrat ya da duruma göre demokrat olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz. Ortak kimliğimizin pek övünülmesi mümkün olmayan bu özelliğinin, otoriterizmin beslenme damarını oluşturduğunun farkında mısınız?
Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı