24/04/2023 | Yazar: Oğulcan Özgenç

Birileri, "bir şey" olmakla itham edilir ve "öyle" olsa bile "öyle" olmadığını ispatlamak üzere ateşli bir çabayla yola koyulur. Peki, sizi adlandıran egemen için "öyle" olmanız bir kozsa, o kozu geri almanız, insanları "makbul" olduğunuza ikna etmeye dayanan bir siyasetle mümkün müdür?

Kılıçdaroğlu esasında “Velev ki Aleviyim” diyor Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Ben Aleviyim. Hak Muhammed, Ali inancı ile yetişmiş, samimi bir Müslümanım. Harama el uzatmam."

Bu cümle, Kemal Kılıçdaroğlu’nun fiyakası basitliğinden menkul "Alevi" başlıklı videosundan. Videonun içeriğinden fazlaca söz etmeyeceğim. Ne de olsa milyonlarca kez izlendi. Türkiye tarihinin en büyük magazinsel ayarında Seda Sayan'ın Erol Köse için ettiği laflar kadar ezberlenir mi bilmem ama muhtemelen her bir cümlesi akıllarda yer etti. Şimdi herkes, Kılıçdaroğlu’nun bir dahaki sosyal medya buluşmasında seçeceği başlığı merak ediyor. Sıra uzun: Ermeniler, Romanlar, LGBTİ+'lar... Aman dikkat! Üç noktayı sadece yazım kurallarının bir gereği olarak görmeyelim. Kendisi; mesele ayrımcılık olunca listenin uzayıp gittiği anlamını, kelimelerin tükendiği yer duygusuyla taşımakta mahir.

Ama şu an okuduğunuz yazının konusu bu değil, benim zihnimde Kılıçdaroğlu’nun bir dahaki videosunun başlığı ne olacak merakıyla dönüp duran "Yaralayıcı olduğu düşünülen adlandırmayı üstlenerek geliştirilen bir karşı siyaset bugünün işi mi?" sorusuna kendimce vereceğim spekülatif yanıt. Okuyanlar katılır katılmaz bilemiyorum. Ama seçimlerin esas kazananı Sezen Aksu'nun da dediği gibi: "Yazsan olmuyor yazmasan olmaz."

Yıkıcı mekanizmaların çomak sokulamaz tekeri

Kitlelerin önünde gerçekleştirilen hamasi konuşmalarda ya da gündeliğin içindeki normatif egemen söylemlerde feministlerin, kadınların, LGBTİ+'ların nasıl adlandırıldığını unutmak mümkün olmasa gerek. Sürtük, orospu, ibne, sapık, sapkın... Burada da üç nokta imdada yetişiyor. Yine kelimelerin tükendiği yer duygusunu taşıyor gibi ama bu kez durum o kadar vahim değil. Bu "yaralayıcı" ifadeler istediği kadar artsın, onlara meydan okuyan yıkıcı mekanizmaların tekerine kim çomak sokabilir?  Bu soruyla, üzerinize biçilmiş kıyafetler gibi taşıdığınız her adı, usta bir terzi misali birkaç hamleyle dönüştürüp sahiplenebileceğinizi hatırlatıyorum. İçinde sıkışmış hissettiğiniz bir pantolonu ufak dokunuşların ardından rahat rahat giymeye benzer bu. Ayrıca, siyaset yapmanın başkaca ve pek de alışık olmadığımız bir biçimine işaret eder. Çünkü bildiğimiz şöyledir: Birileri, "bir şey" olmakla itham edilir ve "öyle" olsa bile "öyle" olmadığını ispatlamak üzere ateşli bir çabayla yola koyulur. Peki, sizi adlandıran egemen için "öyle" olmanız bir kozsa, o kozu geri almanız, insanları "makbul" olduğunuza ikna etmeye dayanan bir siyasetle mümkün müdür? Velev ki ibne, velev ki sürtük, velev ki orospu, velev ki sapık, velev ki sapkın olanlar için bu sorunun yanıtı açık. Ama bu siyaset biçiminin arka planını biraz da olsa detaylandırmalı.

Sabitlenemeyecek ifadeler ve yeniden konumlandıran yanıtlar

“Queer kavramının yeniden değerlendirilmesi, konuşmanın konuşana karşı çevrilebileceğini, ilk amaca karşı alıntılabileceğini ve etkilerini tersyüz edebileceğini gösterir…Bir konuşma ediminin yeniden anlamlandırılması mümkündür çünkü bir ifadeyi ortaya çıkaran bağlam ya da niyet ile onun yarattığı etkiler arasında bir boşluk vardır. Yani konuşma edimi açık bir zamansallığa sahiptir. Edim ile onun yaralayıcı etkileri arasındaki ilişki sabitlenemez. Konuşma edimi ile onun gelecekteki etkilerini ayıran bir boşluk olması durumunun hayırlı sonuçları vardır. Bu durum, yasal bir çare bulmak yerine alternatif bir imkan sağlayan dilsel faillik kuramını başlatır.”[1]

Bu alıntı Judith Butler’dan. Anlayacağınız, hikâye yine onun siyaset kavrayışında kilitleniyor. Yaralayıcı bir ifadenin söylendiği anda etki doğurmayacağını söyleyen Butler; yeniden anlamlandırma veya konumlandırmanın, altüst edici veya yaratıcı-yenilikçi tekrarların politik imkanları etrafında geziniyor. İfadelerin anlamlarının nihai bir biçimde belirlenemeyeceği vurgusu, egemenin karşısında direnen bir fail portresi çiziyor. Alev Özkazanç’ın Butler’ın kavrayışına dair getirdiği sade açıklama da bir el feneri gibi:  “Yaralayıcı ya da değil, hiçbir ifade ve adlandırma sabit ve zorunlu bir anlama sahip değildir. Hiçbir adın anlamı onu belirli kötü niyetlerle kullanmış olan özneler tarafından sonsuza dek belirlenmiş değildir. Değişen bağlamlarda ifadelerin yeniden anlamlandırılması ve konumlandırılması daimi bir durumdur.”[2] Hal böyle olunca fonda Ayten Alpman çalıyor: “İster vur ister okşa, ister sev ister zorla. Ben böyleyim!”

Tam da bu noktada; Kılıçdaroğlu’nun kendisine egemen tarafından yöneltilen ifadelere yanıt niteliği taşıyan açıklamalarını böyle bir siyaset kavrayışı üzerinden okumayı öneriyorum.

Kılıçdaroğlu, Butler okumuş mudur?

“Kılıçdaroğlu, Butler okumuş mudur?” sorusuna kesin bir yanıt vermek mümkün değil. Sonuçta memleket işleri düşmüyor ki adamın yakasından. Ama böyle bir siyaset yapma biçimini tanımamasını da imkanlar dahilinde görmüyorum. 8 Mart eylemlerinden, tüm yasaklara rağmen gerçekleştirilen onur yürüyüşlerinden, iktidarın kadınlar ve LGBTİ+’lar için kullandığı ifadelere yönelik geliştirilen karşı söylemlerden haberdar olması yetmez mi?

Yani şöyle: İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla beraber bu hukuksuzluğa tepki gösterenleri “fahişe” diye adlandıranlara “Velev ki fahişeyiz” diyerek yanıt veren kadınlar, Erdoğan’ın en az üç çocuk vurgusuna “En az üç diyorsun, yaptık beğenmiyorsun” diyen LGBTİ+ aileleri, yandaş medya tarafından Lut kavminin çocukları olarak işaretlenen LGBTİ+’ların onurla “Velev ki ibneyiz” demesi, Kılıçdaroğlu tarafından bilinmiyor değildir. Elbette, böyle bir siyaset biçimini sadece kadınların ve LGBTİ+’ların üstlendiğini söylemiyorum. Ancak Kılıçdaroğlu’nun egemen tarafından saldırganca işaretlenen kadınların ve LGBTİ+’ların ilhamıyla, esasında “Velev ki Aleviyim” dediğini iddia ediyorum.

Neticede hiçbir şey yoktan var olmuyor. Dört gözle beklediğimiz o demokratik dönüşüm de birike birike tamamlanıyor.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.



[1] Judith Butler’ın Excitable Speech: A Politics of the Performative kitabından alıntılanmıştır.

[2] Alev Özkazanç’ın Feminizm ve Queer Kuram kitabından alıntılanmıştır.


Etiketler: insan hakları, din/inanç, siyaset
2024