08/01/2019 | Yazar: Ali Özbaş

Hazır havalar soğumuşken birkaç LGBTİ+ filmi önereyim, ”Ne izlesem acaba?” diye düşünürken başvuracak kaynağınız olsun.

Hazır havalar soğumuşken birkaç LGBTİ+ filmi önereyim, ”Ne izlesem acaba?” diye düşünürken başvuracak kaynağınız olsun. Üstüne bir de 2018-2019’da gösterime girecek yeni filmlerden de bir liste yapayım.

O ne öyle, filmin kışlığı yazlığı mı olurmuş demeyin. Bahar aylarında insanın içi kıpır kıpırken öyle filme kitaba çok odaklanamaz. Yaz ayları tatil ayları, tatil ayları da aşkın aylarıdır, ne filmi?

En güzeli kıştır filmlere sığınmak için. Bazen evden çıkmak istemezsiniz, dışarıda kar, yağmur, fırtına ne varsa var, içerisi ise zaten sıcak, yetmiyorsa battaniyeyi üstüne alıp, filmlerle ısınılacak şekildedir. Filmlerin sıcacık bir adayı, denizdeki dalgaları göstermesi ile kendinizi farklı bir mevsimde farklı bir duygu halinde bulmanız, işten bile değildir.

Ben de hazır havalar soğumuşken birkaç LGBTİ+ film önereyim, “Ne izlesem acaba?” diye düşünürken başvuracak kaynağınız olsun istedim. İzledikleriniz varsa da, belki tekrar izlemek istersiniz benim ballandıra ballandıra anlattığımı okuyunca. Tekrara gelemem diyenler için 2018-2019’da gösterime girecek yeni filmlerden de bir liste yapayım. Elbette izleyemedik henüz haberlerini aldık, iyi bir sonuç çıkacağı umuduyla bekliyoruz. Yeni filmlerden ülkemizde de vizyona giren olursa sinemanın yolunu tutmayı ihmal etmeyelim. Sinema sanattır ama aynı zamanda bir endüstridir, sinema salonları, dağıtımcılar, yapımcılar elde ettikleri gelire bakarlar, LGBTİ+ filmleri destekleyelim ki daha çok yapılsın, daha çok vizyona girsin. Beğenmezsek de bolca dedikodu malzemesi çıkar ortaya, nerden baksanız kazancımız olur bizim de.

Eskilerden, evinizde izleyeceklerinizden başlayalım.

Un Chant D’amour

Yazar Jean Genet’nin sinemada da yeteneği olduğunun kanıtı siyah beyaz ve sessiz bir kısa film olarak geliyor 1950 yılından. Hapishanede geçen film, sinema tarihindeki gelmiş geçmiş en homoerotik sahneye sahip, iki mahkûmun küçük bir delikten sigarayı ve dumanını paylaştığı, seks, güç ve şiddetin müthiş keşfi.

Querelle

Rainer Werner Fassbinder’in 1982 yılından gelen, seyircisini bayağı bir sarsan filmlerden. Franco Nero ve Jeanne Moreau başta olmak üzere sinema dünyasının duayenlerinin döktürdüğü bir şiirsel şölen. Fassbinder’in son filmi olsa da en iyi filmi değil kuşkusuz, ancak beğenmediğiniz takdirde izlemeyi bırakma şansınız var, beğendiğiniz takdirdeyse de çok keyif alacağınız bir eser. Fransız denizci Querelle’nin, kumardan, dansa, genel evden, cinayete uzanan hikâyesini hararetle öneriyorum.

Gouttes d'eau Sur Pierres Brûlantes /Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları

2000 yapımı François Ozon’un Fassbinder’in eserine kendi kattıklarıyla filme dönüştürüp anlattığı dörtlü ilişki, biseksüel ve eşcinsel okumalara açık, özgürlükçü bir başkaldırı.

Hedwig and The Angry Inch/ Hedwig ve Kızgın Çıkıntısı

John Cameron Mitchell imzalı müzikal queer sinemasının en bilinen örneklerinden… Olur da 2001 yılından beri hâlâ duymamış ve izlememişseniz diye buraya bir kez daha not aldım.

Dying Gaul/ Ölen Galyalı

Craig Lucas’tan 2005 yapımı film iki erkek sevgilinin tutkusunu, aşkını, birinin hastalığı ve ölümünü, diğerinin içine düştüğü duygusal yıkımı anlatan senaryonun hiçbir büyük film şirketi tarafından filme çekilmeyeceğini, heba olacağını, bir şekilde filme çekilse bile seyircileri salona çekemeyeceği için bu yazdıklarının da kimse tarafından takdir görmeyeceğini senariste anlatan evli yapımcı ve o senaristin gey ilişkisini anlatıyor. Ortalama ya da bakış ve ruh halinize göre ortalamanın birazcık üstü bir film olsa da keşfetmek ve izlemek için güzel bir sürpriz.

Laurence Anyways

Xavier Dolan’ın 2012 tarihli 3 saate yaklaşan uzunluktaki filmi, bir 3 saat olsa da keşke hiç bitmese dedirtiyor. Trans kimliğini keşfeden ve bunu yaşamak için ürkek adımlarla yola çıkan Laurence’nin hikâyesi Dolan’ın alametifarikası renkleri bolca içermekle kalmıyor, giysilerin havada uçuştuğu, salona her yandan dolan suların bizleri transa soktuğu bolca sahne içeriyor.

52 Tuesday/52 Salı

Sophie Hyde’ın 2013 yılından, bir trans bireyin 52 anını, kimlik arayışını keşfe çıkarırken hikâye kurgusuyla hayran bırakan bir yapıtı.

The Danish Girl/Danimarkalı Kız

Tom Hooper’in yönettiği 2015 tarihli film muhtemelen tarihinin yeni olması ve çokça ses getirmesiyle radarınıza takılmış ve izlemişsinizdir. İzlemediyseniz de oyuncularının gerçek hikâyenin vuruculuğuna sağladığı katkıyı da unutmadan bu trans geçiş sürecinin taşlı yollarını anlatan filmi hararetle tavsiye ediyorum.

Pyotr495

Kısa bir filme ne dersiniz? 15 dakikalık bu kısa filmi 2016 yılında Blake Mawson yönetmiş. Şaşırtıcı olup, beklemediğim tarzda çıkıp, becerikli makyajı, başarılı efektleri ile şaşkınlığımı biraz daha artırsa da uzun metrajlı bir film olsaydı kesinlikle aynı takdiri alamazdı. Vasatın az üstünde olsa da gerek konusu gerekse niyeti ile takdiri hak ediyor, ne yalan söyleyeyim, finaliyle biraz da insanın içine serin sular serpiyor. Piyotr, telefonundaki arkadaş bulma uygulamasından tanışıp buluşmak üzere yazıştığı kişinin, Sergei’nin evine gidiyor. Güzel bir gece geçireceğini düşünürken, homofobik bir çetenin tuzağına düştüğünü anlaması uzun sürmüyor.

120 Battements Par Minute/Kalp Atışı Dakikada 120

2017 yılının çok ses getiren, birçok yerde ödülle dönen, hemen her eleştirmenin beğenip hakkını teslim ettiği, bazılarınca biraz fazla uzatılmış olduğu eleştirisi getirilse de bence tam dakikası dakikasına kendini izlettiren bu filmi Robin Campillo yönetmiş.

1990’lı yılların başında insanların kırılıp gittiği bir hastalığın tedavisinin bulunması, bulunan ilaçların herkesin ulaşabileceği şekilde satılması için eylemler yapan, insanlara “ölmeyin, sizinle birlikte yaşamak yaşlanmak istiyoruz” diyerek, hastalıktan korunma yolları için bilinçlendirmeye çalışmalarını yer yer grubun toplantılarında birbiriyle çatışmasını, kavgasını, uygun bir noktaya gelmesini göstererek, kimi zaman eylem anına bizi de ortak ederek, bütün bu bunaltıcı atmosferi, yaşam devam ediyor ve etmeli diyerek partilerde dans edip öpüşerek, evlerinde sevişerek, hayatının her an sona ereceğini bilse de yeni aşklara yelken açarak gösteriyor bizlere…

Thelma

Joachim Trier’in yönettiği film 2017 yılından, Başka Sinema kapsamında ülkemizde de gösterilmişti. Orada fark etmediniz, gidemediyseniz film satan mağazaların raflarında ve satışta. Din, cinsel yönelim, muhafazakârlık, doğaüstü güçler ve aile içerisinde gizlenen sırlar üzerinden ana karakterinin büyüyüşünün kapsamlı bir analizini sunan filmi kaçırmak için hiçbir gerekçeniz kalmadı yani.

Yeni sezon filmlerine göz atacak olursak da;

Bohemian Rhapsody

Yılın en beklenen filmi dersek abartmış olmayız. Queen grubunun solisti Freddie Mercury’i duymadım diyen varsa bu yıl illa ki duydu. Beklentimizin neden bu kadar yüksek olduğu sorusuna yönetmen Bryan Singer’i ve Mercury’yi canlandıran Mr. Robot ile bizi kendisine hayran bırakan Rami Malek ismini yazıp araştırmak gerekli cevabı verecektir.

İlgili yazı için tıklayın.

McQueen

Her şey bir yana afişi ile göz alıcı bir film de Ian Bonhôte ve Peter Ettedgui’den. Belgeselde 90'ların isyankâr dahi moda tasarımcısı olan Lee Alexander McQueen'in yaşamı ve çalışmasına, özel arşiv görüntüleri ve yakın arkadaşlarıyla, meslektaşlarıyla ve ailesiyle röportajlar yaparak bakılıyor. McQueen, tasarımcının, 1996-2001 yılları arasında Givenchy için baş tasarımcı olarak atanmasına, kendi markasının hayata geçirilmesine ve annesinin ölümünden önce gerçekleşen intiharlara kadar süreç sunuluyor.

The Death and Life of John F. Donovan

Xavier Dolan sever değilseniz baştan uzak durun ama sevenlerdenseniz, tam bir muammaya dönen bu filmini de heyecanla beklemektesinizdir. Kit Harington başta olmak üzere ilgi çekici oyuncu listesiyle iştahları kabartmakta.

Ve illa ki daha nice sürprizler karşımıza çıkacaktır. Bizlere düşen mendilimizi, yiyeceğimizi, içeceğimiz, umutlarımızı ve öfkemizi hazır edip filmin başına oturmak. İyi seyirler.

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin “Sağ Popülizm” dosya konulu 163. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye; online aboneler dergi websitesinden ulaşabilir. Basılı halini edinmek isteyenler ise önümüzdeki haftadan itibaren kitapçılardan yeni sayıyı satın alabilirler. Dergiyi internetten satın almak için ise Notabene yayınları ile iletişime geçebilirsiniz. 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam