26/02/2008 | Yazar: Kaos GL

‘Jose Louis'in "herkes cennete gitmek ister ama ölmek istemez" sözünü, Baki tersine çevirmişti.

‘Jose Louis'in "herkes cennete gitmek ister ama ölmek istemez" sözünü, Baki tersine çevirmişti. O, cennete gitmeyi isterken bunun bedelini ödemeyi de göze alabilmişti.’ Ayşegül Savaşta, gidişinin ikinci yılında Baki Koşar’ı anlattı.

"Sen yolunda yürü ve bırak ne derlerse desinler..." Karl Marx, Kapital ı. Cilt Önsöz

Elimdeki BirGün gazetesinin siyah-beyaz sayfalarından birinde, Ankara'nın Bağdat ve Kolej caddelerinde son günlerde travestilere yönelik artarak süren saldırılara ilişkin, travestilerin -hala yaralanmamış- arkadaşları tarafından yapılan bir basın açıklamasının haberi var. Haberin devamında, insan haklarına saygılı herkesi seslerini duymaya davet eden travestıler; "bu ülkede travesti ve transseksüeller vardır, buna alışın. Derişmesi gereken bizler değiliz, toplumun önyargılarıdır" diyordu.

Okudum haberi sonuna kadar, okuyunca da ilk Baki Koşar ve 'Kilidi Saklı Anahtar' kitabında yazdığı satırlar düştü tekrar aklıma. "Anladım ki 'azınlık' olan herkes, hayatın ve dünyanın neresinde olursa olsun, neresinde durursa dursun nihayetinde 'azınlıktır'. Ve en küçük bir ayrıntıda, sıradan bir kıvrımda veya alelade bir diyalogda, bunu bir 'yazgı'gibi taşımak zorunda olduğunu bazen yüreği sızlayarak, bazen sarılarak bazen de ö'leyazarak kavrar..." der Baki Koşar.

Kenar mahallenin çocukları

Şimdi düşünüyorum da hoşgörüsüzlüğün ipleri belki de başkalarının elinde bir kamçıya dönüşmüş bu dünyada, uzun bir zamandır. Her gün birilerinin sırtında şaklatılıyor... Bazen görebilmekteyiz, bazen de gözden kaçırmaktayız çığlığı atanları.

Kendine benzemeyeni 'ötekileştiren', 'azınlığa' dönüştüren bu dünya ve vahşi sistem sonra da kenara ittiğini ezmenin, yok etmenin yollarını arıyor. Sen, ben ve diğerleri yok edilmenin o yollarından çok geçtik Baki, geçiyoruz da hâlâ. Bir 'yazgı' olarak kabul etmesek de 'azınlık' diye bize verilen kimliklerimizi, taşımak zorunda olduğumuzu da hiç inkâr etmedik bugüne kadar. Etmeyiz de, değil mi?

Ama 'azınlık'tık işte, bir türlü kabul edilmeyen çocuklarıydık kenar mahallelerinde bu şehrin, bu ülkenin ve dahi bu dünyanın. İtilmiştik bir kenara doğru, belki de biraz ezik! Bazen, düştük sistemin çıkabildiğimiz kadarıyla en yüksek gibi görünen o merdivenlerinden, "bazen de birbirimize sarılarak kalktık ayağa" Baki'nin de dile getirdiği gibi.

Suçsuzlar kovalandı

BirGün'deki haberi okuyunca 'seni de hatırladım' diye yazdım ya biraz önce, seni sadece haberlerde gördüğüm ve senin yazdığın haberlere yakınlıklarından dolayı hatırlamıyorum tabi tüm bunları. Taksim-Şişli arasında yaptığım düzensiz hafta sonu yürüyüşlerimde de hep anıyorum seni. Çektiğin acınla hatırlıyorum. İstanbul'un sokak ve cad-delerindeki yalnız dolaşmalarımda da yalnızlıklar hatırlatıp, unutturmuyor seni, bunu da bil yani, sevgili Baki. Taksim ve Şişli arası... Bu güzergâh da, yıllar geçtikçe aradan benim için birer birer ölülerimi bıraktığım mekânlara döndü sanki biraz. Ölülerimin biri, Harbiye'de TRT binasının hemen yanı başında, diğeri Osmanbey'de... Ve sen Pangaltı Eşref Efendi sokağında kaldın o malum tarihten beri.

Bana şimdi zihnim Harbiye'de paramparça olup, etrafa dağılmış bir bedeni, Sebat Apartmanı önünde arkasından vurulmuş ve ayakkabısının altı delik bir yazarı, Pangaltı'nda ise keskin, soğuk çelik bir bıçağın darbeleriyle geride cansız kalmış bir vücudu hatırlatıyor, ne yazık ki! Şair de ne doğru söylemiş üçünüz için; "Suçsuzlar kovalandı. Hayvanlar gibi Karanlıklarda iyi gören Gözlen aradılar. Oymak için" (Paul Eluard)

Cep telefonunun acı taşıyan sesi

2005 yılının Şubat'ı, günlerin yirmi dördüncüsü ve saatler artık geceyi gösteriyordu. Gece gibi birden, inmese de kış, o günlerde misafir kaldığım bu semte gele gelmişti işte yinede. Her yeri bembeyaz bir çarşafmışçasına kaplayıvermişti kar. Ve soğuktu saçaklarda buz tutturacak kadar. Çatılara bembeyaz kar, lapa lapa da yağmadaydı hâlâ. Dolapdere'de, artık sesi hiç çıkmayan eski yitik kilisenin hemen arka sokağında, en üste, manzaralı bir evdeydim. O kış gecesi saatleri daha çok bekletmeden yattık, uyuduk "sevgilim" dediğimle.

Sabah cep telefonunun acılı sesiyle uyandığımızda Baki'nin, Baki Koşar'ın ölüm haberini çoktan geçmişti ajanslar haber bültenlerinde. Kısa metrajlı bir film gibi geçti ömrü gözümün önünden. O kadar tanıyordum demek ki, bir filmin kısa metrajlısı kadar... Topu topu evinde, misafir kaldığım ev arasında yüz elli, bilemedin iki yüz metre vardı ya, o sabah anladım, anladım ne kadar uzaktaymışız meğer birbirimize.

Sen o soğuk bıçağın otuz iki darbesiyle o gece can verirken, bu kadar uzakta kalmanın acısını da hissettirdin bana -bize-. Bir de arkandan seni yazmanın ne kadar zor olduğunu. Senin ardından Pınar (Selek) ne demişti bak; "Baki'yi yazmak... Bir insan aniden ölecek ve sen, onu anlatacaksın. Bu nasıl bir ceza..." Ben 'zor' deyivermiştim, Pınar "ceza" diyevermiş ardından seni anlatabilmeyi. Ne dersin Baki, haksız mı(yız) ki? Bu kadar kolay olabilir mi anlatabilmek seni?

Hayatı da soyadı gibi 'koşar'dı

1970, Batman doğumluydu Baki Koşar. Kürt milli-yetindendi. Dicle nehrinin kıyısında açtı gözlerini, gözleri yeşildi. Dicle'nin kıyısında büyüdü. Lafın gelişi değil büyümesi, harbiydi hakikaten. Yaşıtları okulda başlarken okumaya ve yazmaya, O dayanamayıp öncesinden söktü coğrafyasında yabancı olduğu zorla öğretilen alfabeyi. Yani ağaç yaşken eğilmişti. Daha okul çağında başlamıştı yazılarını kaleme almaya, şiirlerini satır satır defterlere karalamaya. Yerel gazetelerde çıktı şiirleri ve denemeleri ta o zamanlar.

Ömrünün sonrası hızlı geçti Baki için. Bir açtı gözlerini edebiyat fakültesinde, bir daha açtığında o yeşil gözlerini, İstanbul'da buldu kendini. Hayatı da soyadı gibi 'Koşar'dı adeta. Daha yirmisinde geldiği bu büyük şehirde -İstanbul'da- Nokta dergisinde başladı gazeteciliğe. Sonra sırasıyla Aktüel, Akis ve Tempo dergilerinde çalıştı. Emek harcadıkça, ürettikçe kendini gösterdi, ilerledi hiç durmadan. Ve açıldı önünde birer birer kapılar. Ardından televizyonculuk deneyimi başladı. Flash TV, Kanal D, Show TV ve CNN Türk'ün açılmasıyla birlikte haber merkezinde dört yıl çalıştı...

CNN Türk'de 'Bir Baki Koşar Haberi' spotları haberlerine vurulan ayrı bir imza olurken, bir yandan da daha fazla insan tarafından tanınmasını sağladı, sevdirdi kendini. Sevindi bir o kadar da Baki. Bir yandan da yaptığı değerli haberleriyle Çetin Emeç Gazetecilik Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Yılın Gazetecileri Ödülü, Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü, İNEPO Uluslararası Çevre Basın Ödülleri, Dünya Bakması 'Su' Konulu TV Haberleri Yarışması ödüllerini alan Baki, aynı zamanda kitaplarını da yazıyordu diğer yandan.

'Kilidi Sırlı Anahtar' (2002), 'Kader Otelinde Bir Aşk Cinayeti' (2003), 'Tarkuşu' (2004) adlarını verdiği kitaplarını çıkardı birer yıl arayla. Dört yıllık CNN Türk macerasının ardından Ha-bertürk'te bir süre çalışan Baki, sonrasında tekrar yazılı basma dönüş yaptı. Sabah, Radikal ve Cumhuriyet gazetelerinin kitap ve hafta sonu eklerinde çalıştı. Devamında BirGün ve Özgür Gündem son durakları oldu. Son romanını bitirmek üzere olduğu günlerde 24 Şubat 2005'te Pangaltı Eşref Efendi Sokak'taki evinde cansız bedeni bulundu. Baki artık yazamaz olmuştu.

Cennet için ölümü göze almak gerek

"Eşcinsel cinayetinden şüphe ettiğini" belirtti polis ve öyle yazdı birgün sonra büyük medyanın renkli gazeteleri ve gazetecileri. Yıllarca didinip ürettiklerinden çok cinsel kimliğinle yediler bitirdiler seni. Yazdıklarına bile bakmadan ve ne dediğini anlamaya çalışmadan önce kimliğin iğdiş edildi.

Bense ilk dakikasından bu satırları yazdığım an'a kadar hep üzüldüm. En basitinden, bunca yazıyı kaleme alan bir basın emekçisi kardeşimi kaybettiğim için. Geçtiğimiz günlerde Jose Louis'in "herkes cennete gitmek ister ama ölmek istemez" cümlesini okumuştum bir yerlerde. Baki'nin ölümü de bence biraz tam bu sözün aksidir. Yani istemek güzel de bedelini göze alabilmek veya bunu ödeyebilmek zor geliyor bu âdemoğullarına. Baki hariç. Çünkü o cennete gitmeyi isterken bunun bedelini ödemeyi göze alabilmişti.

Ölümünden sonra sana hayatın tehlikeli levhalarından bahsedip, yaşamına dikkat etmediğin için kızanlar, öfkelenenler de oldu sevgili Baki... "O da nasıl güvenmiş tanımadığı bu adama, evine niye almış ki" diye ağzı İaf yapanlar da çıkmadı değil, çıktı. Sen, yaşarken cevaplardın onları ardından ise en güzel yanıt onlara Ece'den geldi.

Birine güvenmenin zorunluluğu

"Kimin yalan söylediği hiç belli olmaz, kimin gerçekten yaşadığı da. Bir cümle kalıyor epi topu bizden geri. Öyle bir gürültü içindeyiz ki hiçbirimiz tahmin edemiyoruz bizden geriye kalacak cümleyi. Herhalde Baki'den geri bir turnusol kâğıdı kaldı. Kendinden sonra ve onun ardından, onun hakkında konuşanların yüzlerinin kabuğunu soyup kalplerini gösteren bir iyilikli lanet.

Ve iyilikli bir şey daha. Birine güvenmenin zorunluluğunu bıraktı. Birine güvendiği için yitirdik onu. İnsanın çaresizce sevmeyi ve sevilmeyi aradığı, arayıp taradığı bir dünyada, bir şehirde O, her şeyi, bütün bildiklerimize rağmen birine güvenmek gerektiğini, bazen bunun için ölünebileceğinin işaretini bıraktı yeryüzüne.

Şimdi hissizleşmiş kabuklar konuşuyor onun ardından. Kimseye güvenmiyorlar, çaresizce sevilmeyi istediklerini itiraf etmiyorlar, çok muktedir ve çokgüçlüler. Aferin onlara! Aferinler onların olsun. İnsanlık Baki kalsın."

Şimdi sensiz ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent. Yine kar var öldürüldüğün günlerdeki gibi. Yine soğuk kar, fırtına esiyor dışarıda. Ne kadar bulutsuz görünüyor bir bilsen bu mavisini özleten gökyüzü. Halbuki Ece'nin sözlerinin de ardında yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalıydı. Kirli düşüncelerin yapışkanlığı bitse keşke, bitse ya artık bu sessizlik. Kod adımız ötekiyse ne çıkar, kabul edebilsek tüm benliğimizle birbirimizi!

*Konuyla ilgili haberler:

[[Gazeteci arkadaşları Baki Koşar'ı anıyor]]

[["Nefret cinayetine ödül"ü protesto]]

[[Baki Koşar davasında gelişme]]

[[‘Ben onun pasif olacağını düşünüyordum’]]

[[Kaos GL’den Adalet Komisyonu Başkanlığı’na]]

[[Nefret Cinayetleri Raporu]]

[[Al birini vur ötekine]]

[[Sizin homofobiniz var mı?]]

[[‘Yok’ dedim içimden, ‘isim benzerliğidir’]]

[[Beyoğlu gündüzleri onlara yasak!]]


Etiketler: medya
nefret