28/11/2023 | Yazar: Sa Bahattin

Bu yazıda özellikle ele almak istediğim kısım, “yapay iğrendirme” ile “ahlaki yargılar” arasındaki ilişkiyi değerlendiren bazı çalışmalar.

Koku Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Edebiyattan

Patrick Suskind’in 1985’de yayımlanan o son derece çarpıcı romanını okuyanlarınız var mı, bilmem. Kendi doğal kokusu olmayan, başkalarının kokularını edinmek adına cinayetler işleyen ve kokular hakkında edindiği bilgiler sayesinde, doğru kokuları kullanarak insanları manipüle edebilen ilginç bir karakterin garip öyküsü. 2007 yılında filmi de çıkmıştı hatta. Bakınız.

Popüler bilime

Bugünlerde, verdiği bilgilerle bana bu romanı hatırlatan popüler bir bilim kitabı okuyorum. Kitabın ismi “Determined: A Science of Life Without Free Will”. Yazarı Robet Morris Sapolsky. ABD’li bir bilim insanı. Kitabın başlığını ChatGPT “Kararlı: Özgür İrade Olmaksızın Bir Yaşamın Bilimi” olarak çeviriyor. Ben buradaki “Kararlı” yerine “Önceden Belirlenmiş”, “Adanmış” ve hatta “Yazılmış” gibi bir çeviriyi tercih ederdim sanırım.

Perde açılıyor!

Çünkü kitap, sinirbilimi üzerine çalışmaları özetleyerek, insan davranışlarının maddeci nedenlerine ilişkin güzel bir panorama sunuyor ve özgür iradenin olmayabileceğini iddia ediyor. Şu an üçüncü bölümündeyim. Yer yer, zaten karışık olan konuları daha da karışık hale getirdiğini düşünsem de verdiği bilgilerin zenginliği dolayısıyla merakla devam ediyorum. Bu yazıda özellikle ele almak istediğim kısmı ise, “yapay iğrendirme” ile “ahlaki yargılar” arasındaki ilişkiyi değerlendiren bazı çalışmalar. Çünkü bunlar LGBTİ+ bireylere temas ediyor, özellikle de erkek eşcinsellere.  

Çalışmalar

Kitapta sunulan ilk araştırma*, 2012 yılında yayımlanmış. ABD’deki iki üniversite (Yale ve Cornell) ile Hollanda’dan bir üniversiteden (Tilburg) üç bilim insanının ortak olduğu çalışma şöyle kurgulanmış: 50’si kadın toplam 61 heteroseksüel üniversite öğrencisine bir anket verilmiş ve onlara farklı “sosyal gruplara” (gey, lezbiyen, yaşlılar, siyahi Amerikalılar gibi) karşı nasıl hissettikleri sorulmuş. Bu hissi soğuktan sıcağa (0 ile 100 arasında) derecelendirmeleri istenmiş. Ayrıca katılımcıların liberal mi muhafazakâr mı olduklarını belirleyecek ayrı bir test de yapılmış. Ancak katılımcılardan bir kısmı değerlendirmeleri normal bir odada yaparken, diğer bir kısım kötü kokulu bir odada değerlendirme yapmışlar.  İlginç bir sonuç olarak; eğer katılımcılar, içeride kötü kokunun olduğu ortamda bulunuyorlarsa, normal odada oturanlara kıyasla erkek eşcinsellere karşı duyulan “sıcaklık” hislerinde belirgin bir azalma olmuş. Üstelik bu bulgu, sadece erkek eşcinseller için böyleymiş. Kadın eşcinseller, yaşlılar ya da siyahi Amerikalılar için böyle bir azalış söz konusu olmamış. Hem de bu sonuç hem liberaller hem muhafazakârlar için benzer çıkmış.

Dahası

Alıntılanan bir diğer araştırmaysa, 2014 yılında yayımlanmış**. Arkansas Üniversitesi’nden üç bilim insanının yürüttüğü bu çalışmada, katılımcılar (ağırlıklı olarak) kendilerini heteroseksüel ve Hıristiyan olarak tanımlayan beyaz bireylermiş. Bu kişilere farklı sosyopolitik olgular konusunda (eşcinsel evliliği, silah kontrolü, ölüm cezası, kürtaj, bekar annelik vs.) ne düşündükleri sorulmuş. Cevaplar; katılıyorum (1), emin değilim (2) ve katılmıyorum (3) şeklinde üç seçenekle değerlendirilmiş. Burada da yine bir grup katılımcı normal bir odada tutulurken diğer bir grup kötü kokulu bir odada soruları yanıtlamışlar. Sonuç: kötü kokuya maruz bırakılmış katılımcılarda geyler arası evlenmeye karşı “olumsuz” fikirlerde belirgin bir yükselme olmuş. Yalnız bu çalışmada cinsellikle ilgili diğer konularda da (kürtaj yaptırmak ya da evlenmeden çocuk sahibi olmak gibi) olumsuza bir kayma gözlenmiş.  

Açıklamalar

Kitabın açıklaması daha çok iğrenme güdüsüne bağlı ahlaki yargılamanın beynimizdeki insula bölgesiyle nasıl ilgili olduğu üzerine odaklanıyordu. Çalışmalar beni o denli şaşırttı ki kitaptaki bilgiyle yetinmeyip araştırmaların kendisini okudum. Bu iki makalede, araştırmacılar sonuç ve tartışma kısmında bir şeyler ima etseler de demek istediklerini açıkça ifade eden bir cümle bulamadım. Oysa, “ağızlarındaki baklanın ne olduğunu”, kitapta da alıntılanmış olan, 2010 yılında yine ABD’de üç kişilik bir ekip tarafından yapılmış ve benzer sonuçlar bulmuş başka bir çalışmanın*** sonuçlar kısmında net olarak gördüm. Özetle şöyle diyordu:

“Bu bulgular, tiksintinin davranışsal bağışıklık sisteminin bir bileşeni olduğu fikrini desteklemektedir. Yani, tiksinti, potansiyel olarak kontamine olmuş dış grup üyelerinin toplumsal dışlanmasını teşvik eden […] bir hastalık kaçınma mekanizması olarak görünmektedir.”

Saçmalamalar

Bu alanda uzman olmasam da böyle ‘insan temalı’ çalışmaların yıllar önce söylenmiş bir hastalık hipotezine**** teslim edilmesini biraz korkakça bulduğumu itiraf etmeliyim. Yani araştırmacıların bu ön yargılarda “ısrar etmesini”, “konfor alanlarına hapsolmaları” ile ilişkilendiriyorum. Buldukları sonuçları sistematik propaganda, tek-tipleştirme ya da “ittikçe uzaklaştırılan uzaklaştırıldıkça itici görülen” kısır döngüsel bir sosyo-dinamik üzerinden değerlendirmemeleri büyük bir eksiklik, hatta tembellik bence. Öte yandan bu sonuçların on yıllardır LGBTİ+ hakları alanında önemli atılımlar gerçekleştirmiş ülkelerde (ya da olumsuz yargıların olmadığı sosyolojik gruplarda; örn. bazı ilkel kabilelerde) ne durumda olduğunu irdelememeleri de aslında “sosyolojik” olacak bir gerekçeyi “biyolojik”miş gibi görmelerini kolaylaştırmış diye düşünüyorum. Belki de onlar zaten bunu görmek istiyorlardı. Bilmiyorum.

Hayal

İşte böyle yayınlarla/yorumlarla karşılaşınca diyorum ki; biz bilim-insanı/aktivistlerden oluşan özel gruplar oluştursak da böyle çalışmaları yapan araştırmacıların peşine mi düşsek? “Bir kötü koku nelere kadir” deyip determinizme tamamıyla teslim olmadan önce; bu kişiler sundukları çalışmaları ne kadar yansız yaptılar, tartışmalarında bazı gerçekleri neden görmezden geldiler, neden bazı gerçekleri özellikle vurguladılar, bir bir irdelesek. Sonra daha da ileri gidip bu çalışmaları kendimiz tekrar etmeye çalışsak... Güzel olmaz mıydı? Ne dersiniz? Bana olurmuş gibi geldi.

Hepinize esenlik, sabır ve hoşgörü dolu günler dilerim,

Dayanışmayla,

*Inbar Y, Pizarro DA, Bloom P. Disgusting smells cause decreased liking of gay men. Emotion. 2012, 12(1):23-7. doi: 10.1037/a0023984.

**Adams TG, Stewart PA, Blanchar JC. Disgust and the politics of sex: exposure to a disgusting odorant increases politically conservative views on sex and decreases support for gay marriage. PLoS One. 2014 5;9(5):e95572. doi: 10.1371/journal.pone.0095572.

***John A. Terrizzi, Natalie J. Shook, W. Larry Ventis. Disgust: A predictor of social conservatism and prejudicial attitudes toward homosexuals. Personality and Individual Differences. 2010 49 (6); 587-592. https://doi.org/10.1016/j.paid.2010.05.024.

****Curtis V, Biran A. Dirt, disgust, and disease. Is hygiene in our genes? Perspect Biol Med. 2001 Winter;44(1):17-31. doi: 10.1353/pbm.2001.0001. 

*****KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam